lamelifdergisi.com

Vuslat

Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin 17. Vuslatı

Cennet Mekan Üstadımız Hacı Abdullah Baba (ks) Hz.lerini Hakka vuslatının 17. sene-i devriyesinde rahmet, minnet, hasret ve sevgi ile yad ediyoruz.

5 Nisan 1933 yılında başlayan 71 yıllık ömrünü Kuran ve sünnetin ihyasına harcayan, manevi vazife aldıktan sonraki 19 yılını Ümmet-i Muhammed’in irşadı için “ Evlatlarım çoğu fakir, bizlere gelmeleri onları sıkıntıya sokar. Ben onların yanına giderim ” diyerek yurtiçi, yurtdışı demeden köy köy, kasaba kasaba gezerek geçiren,

Nerede sıkıntısı olan bir insan görse kim olduğuna bakmadan o kimsenin sıkıntısını gidermek için çaba harcayıp, bir fakir görse onun imdadına yetişen, hizmeti; vermek olarak görüp cömertliği ile muhtaçları ihya eden,

“Davamız irşattır. Davamız insanlara iyi ahlakı, İslam’ı, edebi, terbiyeyi, inancı, öğretmek ve yaşatmaktır.”  fikrini, kendisine düstur edinen,

“Bizim vazifemiz namaz kılanı, oruç tutanı, Allah’ı bileni irşat değildir. Bizim esas vazifemiz Rabbini bilmeyene, Rabbini bildirmek ve sevdirmektir” diyerek insanların imanlarının kurtuluşu için kapısını herkese açık tutan,

Ömrü boyunca yakalandığı hastalıklara karşı büyük tahammül ve sabır gösterip, düçâr olduğu hastalıklara rağmen irşad görevine ömrünün son demine kadar devam eden,

Daima güler yüzü, zarif ve müşfik kişiliğiyle gönüllerde yer eden, bir baba şefkatiyle herkesi kucaklayan,

Genç yaşlı, kadın erkek, zengin fakir, demeyip hiçbir sınıfsal farklılığı önemsemeden tüm yaratılmışlara tevazuuyla yaklaşan,

İlim, irfan, edep, tevazu, aşk ve vecd hali ile, İslam’ın rahmet kapılarını insanlığa açan Hadim-ül Fukara Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri…

Peygamber Efendimizin “Kişi sevdiği ile beraberdir.” müjdesiyle bize açtığınız bu kutlu yolda yürükken biz sizinle beraberiz.

Biz ondan razı olduk, onun da razı olduğu evlatlarının arasına girmeyi Rabbim bizlere de nasip etsin inşaallah.

Abdullah Baba Hz.lerinin 15. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي

نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ

يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ

ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً

Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ. (Sadakallahulazim.)

“ Ey iman edenler; Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanın. Kim, Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse; şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.”[1]

Muhterem Üstadımızın ahirete irtihalinin seneyi devriyesinde rahmetle minnetle şükranla yâd etmek amacıyla toplanmış bulunmaktayız.

Bizleri velayet ve veraset sahibi bir Mürşidi Kamile evlat kıldığı için Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd ediyoruz. Rabbim üstadımızın himmetinden feyzinden ve bereketinden bizleri ayırmasın inşallah.

Geçmiş de olduğu gibi günümüzde de böyle bir Allah dostunun himmet ve feyzine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Zira ahir zaman fitnelerinin ayyuka çıktığı, onun getirmiş olduğu maddi ve manevi sıkıntılar, ancak sağlam bir iman ve bir Mürşidi kamil’in himmet ve feyzi ile bertaraf edilebilir. Gerek İslam dünyasında gerekse İslam dünyasının son kalesi olan ülkemizde dışarıdan ve içeriden her türlü taarruzun olduğunu görmekteyiz. Dışarıdan olanlar malum, içeriden de vatan haini olan güruhlar artık gün yüzüne çıkmışlar milletin maddi ve manevi kutsallarına saldırı düzenliyorlar.

Bunların içinde bir güruh da var ki hoca kisvesi, âlim kisvesi altında ümmeti Muhammed’in dinini imanını ve mukaddesatını tahrip edebilmek için var gücüyle uğraşıyorlar. Peygamber Efendimiz (sav) 1400 sene önce bize şöyle haber veriyor:

” Ümmetimden başı sarıklı yetişmiş bin alim kişi deccale tabi olacaklar ”[2] İşte öyle bir zamana doğru gitmekteyiz ki bu alim kisvesindeki insanlar İslam dinini tahrip etmek için mücadele etmekte ve gelecekte de edeceklerdir. Rabb’im onların şerlerinden bizleri muhafaza eylesin.

Sağlam bir iman dedik. Her iman ettim diyenin imanı da Allah’ın istediği iman ölçüsünde olması gerekmektedir. Rabbimiz bize söyle haber veriyor:

“Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”[3]

“La ikrahe fiddiyn”[4] dinde zorlama yoktur ayetinin fehvasınca, bir kimse dini kabul etmiyorsa buna niye kabul etmiyorsun diyemeyiz. Onu kendi haline bırakırız. Ancak bir kimse iman ettiyse; ben istediğim gibi iman ettim deme hakkına sahip değildir. Çünkü Rabbimiz:

Eyahsebu-l-insânu en yutrake sudâ(n),

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”[5]

İnsan başıboş bir şekilde bırakmadığına göre Allah’ın istediği gibi olmak mecburiyetindedir. İşte Allah’ın istediği iman ölçülerinde olmayanlar Allahu ekber diyerekten insanları boğazlayanlardır. Sözüm Ona Cihat diye ortaya çıkanlar, Müslümanların karşısında olan hiçbir kafir ile mücadele etmemişlerdir.

Rabbimiz ayeti kerimesinde;

 Eferaeyte meni-tteḣaże ilâhehu hevâhu…

“heva ve hevesini ilah edineni görmediniz mi?” [6]

İşte bunlar hep heva ve heveslerini ilah edinen kimselerdir. Ben Allah’a ve resulüne inanıyorum diyen bir iman sahibi kimse ezanı Muhammedi’yeyi ıslıklayamaz, Onu reddedemez, kutsallara sövemez. Allah ve Resulüne dil uzatamaz. Bunu yapan insanda din iman ve mukaddesat aramak beyhudedir. Rabbim şerlerinden bizi muhafaza eyle diye dua ediyoruz.

“e in amenu bi misli ma amentum bihi fe kadihtedev….

“Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. “

“ve in tevellev fe innema hum fi şikak…

“yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”[7]

O halde Kur’an ve sünnete, Rasulullah (sav) tabi olmayanın imanı dergâhı ulûhiyette makbul değildir.

Bizler Allah’a muhtacız, Allah bize muhtaç değil. O halde Allah’ın istediği gibi olmak mecburiyetindeyiz. Pirimiz Mevlana Celaleddin Rumi (ks) Aziz Hz.leri;

Hoda-yi men. Be der hane et ameden, men ez hodem gozeştem, kafiye ki to begi kisti? Amedem ta her ançi ki to mihahi an başem.

Ben, ‘ben’ olmaktan vazgeçtim; kapına geldim. ‘Kim o?’ de yeter ki; Sen kim olmamı istiyorsan o olmaya geldim.

Rabbim bize böyle bir imanı lütfeylesin inşallahu rahman. Bu iman metodunu bilmeden insan Allah’a vasıl olamaz. Onun için asrı Saadet dönemine cenabı Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın medine-i münevvere’de ki sofrasına sohbet meclisine dahil oluyoruz;

Bir gün Rasulullah (sav.)’in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (sav)’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

“Ya Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu söyle?” dedi.

Rasulullah (sav): “İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt’i hac etmendir.” buyurdu.

O zat: “Doğru söyledin.” dedi. Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.” Ve “Bana imandan haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav): Allah’a, Allah’ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu.

O zât yine: “Doğru söyledin.” dedi. Bu sefer: “Bana ihsandan haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav): ” Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür.” buyurdu.

O zat: “Bana kıyametten haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav) “Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir.” buyurdular.

“O halde bana alâmetlerinden haber ver.” dedi.

Peygamber (sav): “Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir.” buyurdu. Babam dedi ki:

Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Resulü bana: “Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Allah ve Rasûlü bilir.” dedim.

“O Cibrîl’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.”[8] buyurdular.

Evet biz de imanımızı da İslam’ımızı da Hazreti Peygamber (sav) den bu şekilde öğrendik. Bir tek İslam vardır. Rasulullah (sav) Hz.lerinin yolunda bir Mürşidi Kamile tabi olan insanın gittiği yolda İhsan yoludur. Ancak bir Mürşidi Kâmil’in manevi terbiyesi altında olursak bu yolu yürüyebiliriz. Ama bunu anlayabilmemiz için ilk önce insanı bilmemiz lazım.

Ben tasavvuf ehliyim diyenler, ben bir Mürşidi Kamile bağlıyım diyenler insanı bilme meselesi bilinmeden Allah bilinmez. Nefisle mücadele asla ve asla yerine getirilmez. Abdullah Babam cennet mekân biz insanoğlunu şöyle anlatmıştı:

Allahu Zülcelal ve Tekaddes Hz.leri âlemi ervahta Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.lerinin nurundan Rasulullah efendimizin ruhunu sonra bütün mümin müminatin ruhlarını yarattı. Ezelde Bezm-i Elestte Allah (cc) ile yapmış olduğu bir ahd ü misak vardır. İşte söz verdiğimiz bu alemde bütün ruhları yarattı. Allah’ın iradesi tecelli edipte ruhların bu dünyaya o gelmesi mümkün olduğunda Allahu Teala zerre kadar olan insanın da fıtratını ilmi evvelinden çıkartır, derdi.

İşte bu ruhun serüveni arştan kürsüden, felekler aleminden, burçlardan ….. dediğimiz bölgeye kadar gelip oradan aşağıya indirip sonra bulutlar içerisinde yağmurlar ….. sonra cemadattan topraktan Nebadata bitkiye oradan erkeğin sulbüne oradan Anne rahmine atılır Allahü Teala’nın 99 sıfat tecellisi ile.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri; Allah’ın El Musavvir ismi şerifiyle şu andaki şeklimiz şemailimiz dahi hepsi anne karnında şekillenir. Erkeğin ve kadının yedi soyunda kim varsa onların hepsinden bir numune alaraktan Allah onun şekil ve şemailimizi (uzun olur diye anlatmıyorum) meydana getirir. Cenin 120 gün olduktan sonra Allahu Teala Zülcelal Hz.leri ruhu nefh [9] eder.

Ruh Allah’ın Cemal sıfatıdır. Cennet ve Cemali ilâhiyeye âşıktır. Nefis ise Allah’ın Celal sıfatıdır.  Yedi kat cehennemin zulmaniyetinden olduğu için, cehenneme meyleder, ne kadar cehennemlik durum var ise onu ister. İşte beden ülkesinde Cemal ve Celal sıfatı bir araya gelir. Bu bir araya gelişten sonra insanoğlu yeryüzüne iner. Allahu zülcelal ve tekaddes insanoğlu yeryüzüne indikten sonra âlemi ervahta yaşanan hakikatlerin hepsini unutturur. Bu inişten insanoğlunun tekrar yukarı çıkması lazım. Onun için Rabbimiz;

“Velekad ḣaleknâ fevkakum seb’a tarâ-ika vemâ kunnâ ‘ani-lḣalki ġâfilîn”

“Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.”[10]

Bu yollar emmare,  levvame, mülhime mutmainne radiye mardiye safiyedir. Bu yollar bir Mürşidi kamil’in manevi terbiyesi ile ancak aşılabilir. Efendimiz aleyhisselatu vesselam yedi kat göklere Miraç etmesinin sebebi budur. Nasıl Resullah (sav) Efendimiz Miraca ceseden ve ruhen çıktığı gibi insan olarak bizim de ruhen çıkabilme kabiliyetimiz vardır. Abdullah babam gibi Mürşidi Kamil olan zatlar bu makamlara çıkan zatlardır. Allah’ın sıfatlarında fani olan zatlardır.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam’ın bu halini bu durumunu Rabbimiz bize şöyle haber veriyor;

Kemâ erselnâ fîkum rasûlen minkum yetlû ‘aleykum âyâtinâ veyuzekkîkum veyu’allimukumu-lkitâbe velhikmete veyu’allimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(e)

“Nitekim içinizde kendinizden bir peygamber gönderdik ki o, size âyetlerimizi okuyor, sizi (nefislerinizi terbiye eden) tertemiz yapıyor, size Kitâb (Kur’ânı) ve hikmeti (içinde bulunan hükümleri) öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor.”[11]

Şimdi maalesef sadece efendimizin ilim boyutu alınmış, nefis terbiyesi ve hikmet boyutu tamamen olduğu yerde kalmıştır. Oysa imamı Azam Ebu Hanife Hz.leri büyük bir alim olmasına rağmen nefis terbiyesi için Caferi sadık Hz.lerine müntesip olmuştur. İmam şafi Hz.leri olsun Ahmet Bin Hanbel Hz.leri olsun bir buçuk milyon Hadisi ezbere ravileriyle birlikte sayabilecek ilmi kudsiyeye sahip iken çobanlık yapan okuma yazma bilmeyen ümmi olan Şeyban-i Rai Hz.lerinin manevi terbiyesine girmişlerdir. Ordinaryüs profesör derecesinde olan Mevlana Hz.leri Şemsi Tebrizi Hz.lerinin önünde diz çöküyor. Ve diyor ki;

Ey Allah’ı arayan kişi, Allah ‘ı tozlu raflarda yırtık kitaplarda bulamazsın.

Allah’ı ancak bir gönül erbabının, kalbine Allah’ın rahmet nazarıyla tecelli ettiği bir erin gönlünde bulursun.

Eğer olurda bir gün yolun böyle bir zata düşerse, Allah ‘ın seni ne kadar çok sevdiğini anla ve o üstadın olan Mürşid-i Kamil’in eteğinden sımsıkı yapış.

İşte o gönül eri de Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leridir. Mürşidi kâmiller Ezel âleminden seçilmiş kimselerdir. Onun için Aziz Mahmut Hüdai Hz.leri diyor ki;

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden

Bu kesret âlemin seyrâna geldik.[12]

Allah’ın ezel âleminden onun Cemali ilahisi ile şereflenirken vazifemiz icabı şu çoklu kalemini seyrana geldik. Demek istiyor.

Abdullah Babam Cennet mekâna 1985 yılında manen vazife verildiğinde Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam önüme büyükçe bir ayna koydu. Sağ cenahta erkekleri, sol cenahta da nisaları gördüm. Binlerce belki milyonlarca insan vardı. Dedim ki Ya Rasulullah ben bu kadar insana nasıl yetişeceğim? Evladım sen hiç korkma bunlar sevki ilahi ile olacak işler. Bazen sen onların ayağına gideceksin bazen de Allahu Teala bir vesile ile seni bulduracak ve sana manevi evlat olacaklar.  Sen de onlara manevi tasarrufunla yetişeceksin diye bizlere anlatmıştır.

Mürşidi kamiller bu aleme gelirler. Bir Mürşidi kâmilin manen vazifesiyle yetişirler. Sonra fena fillah makamına ulaştıkları zaman Allahü Zülcelal Hz.leri onların varlıklarını boşaltıp gönüllerine ilim ve hikmeti doldurarak yeryüzüne beşeriyetin içerisine onları salarlar. Onlar için dünya ve ahiret müsavidir hele hele bu alemden ahirete irtihal ettiklerinde daha etkili olduklarını beyan etmişlerdir, Abdullah babam cennet mekan Hz.leri.

Allah onların ruhlarına ruhaniyetler yaratmıştır. Hani Abdullah Babam sağlığında iken ruhaniyetine diyorduk ta vefat edince ruhuna diyoruz ya bunu niye diyoruz? Cennet mekana bu soruyu sormuştum.  Efendim sizi binlerce derviş himmet üstadım diye çağırıyor sizin hepsinden haber almanız mümkün mü? diye sormuştum.

Cennet Mekan; öyle bir şey olamaz. Allahu Zülcelal Hz.leri bildirirse biliriz, bildirmezse bilmeyiz ancak bizim tellallarımız vardır yani ruhtan yaratılmış olan ruhaniyetlerimiz vardır. Allah (cc) melekler yaratır aynı bizim suretimizde, kim nerede anacak olursa gelir ve o kimsenin derdine sıkıntısına çare olur. “yedullahi fevka eydihim” Fetih suresinin 10. Ayeti kerimesinde;

“Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir”[13] ayetinin sırrı budur demiştir.

Gönderen de Allahu Teala, yaratan da Allahu Teala, yetişen de Allahu Teala Zülcelal ve Tekaddes Hz.leridir.

Mevlana Hz.leri diyor ki:

“Allah’ın yeryüzündeki elidir o Mürşidi kamiller, iyi yapışın .” Rabbim bizleri ayırmasın inşallah.

Ayeti Kerime de;

“Ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu”

“Kalplerine imanı yazdık, katımızdan bir ruh ile destekledik” [14] buyuruyor. İşte o destekleyenler  Mürşidi kâmillerdir.

muddesir suresinde;

“ ve ma ya’lemu cunude rabbike illa hu”

“ Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.” [15]

Abdullah babam cennet mekan nerede anarsanız oraya yetişen bir evliyaullahtır.

Nevşehir ilinde bir ay önce vefat eden bir abimiz vardı. Bu kardeşimiz bundan 20 yıl önce Abdullah babam Cennet mekanla bir zikir meclisinde beraber olmuşlar. Zikir meclisine bir defa katılmış ondan sonra hiç katılmamış. Bu kardeşimiz kanser hastası oluyor. Son demine gelince eşine diyor ki;

“Hanım hiç sorma Abdullah Baba Hz.leri var ya şu kaldırım mezarlığında yatan, gece geldi. Evladım korkma sen bizim zikir meclisimize katılmıştın, biz de seni bu zor zamanımda yalnız bırakacak değiliz. Ben sana inşallahu rahman sahip çıkacağım, hiç merak etme korkma”

Daha ne desin? Mürşidi Kâmiller Allah’ın rahmet deryasına bandırdığı kullardır.

Peygamber Efendimiz (sav);

“Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.” [16]

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri o bir rahmet içinde şunu söylerdi, özellikle kadınlara da bunu söylemek istiyorum. Allahu Teala O bir parçayı da ona böldü dokuzunu kadınlara, birini erkeklere verdi. Anne olduklarından dolayı verilmiş bu yüzden erkeklerden daha merhametliler. derdi

Efendimiz (sav) alemlere rahmet olarak gönderildiği için bütün beşeriyetin hidayeti Efendimiz Aleyhissalâtü vesselam Hz.lerinden geçer. Efendimizi tanımayan, onu tasdik etmeyen bir insanın imanı kabul değildir. Allahu Teâlâ Hz.leri Arşı Azamdan maddi rızıklarımızın hepsini hiçbir ayrım gözetmeksizin yarattığı ne varsa ister kafir olsun ister mümin ister hayvan olsun ister insan herkese verir. Manevi olan rahmeti  Efendimiz Aleyhissalâtü vessellama vermiştir. Onun için Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil’âlemîn demiştir.

Seni biz alemlere rahmet olarak gönderdik.”[17] ayetinin sırrı da budur.

Yahudiler dediler Ya Muhammed! Sen bize Allah’ın birliğinden bahsediyorsun. Rabbinle konuşuyorsun. Rabbine sor bakalım, “ Biz hala onun oğulları gibiyiz, Allah’ın evlâtları ve asıl sevdiği kişiler bizleriz” dediler. Bunun üzerine vahy-i ilahi indi; “”

“kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)”

“De ki:-Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.”[18]

Cennet Mekan Abdullah Babam çok sıkıntılı bir halde Nevşehir’de son programına çıkmak için geldi. Mübarek ikinci kata dar bir merdivenden çıkardık. Programda sıralı bir halde dururken Efendi Hz.leri sohbet etmeye başladı. Devlet erkânından da vardı insanlar. Cennet mekânın rahatsızlığından dolayı sohbet ederken ayakları, dizleri titremeye başladı, nerdeyse dizlerinin üzerine düşecekti ki sohbetini kesti,  kürsüden indirdik.

Efendi Hz.lerini götürürken dedim ki

“Efendim Bu kadarı fazla değil miydi? Kendinize çok harap ettiniz.” deyince

“Oğlum! Şu dedi topluluğun içerisinde bir tanesi bizi görürde, o görmesinden ötürü yarın mahşer gününde kurtulur.” dedi. Anlayabiliyor muyuz rahmeti,  Rabbim şefaatlerine nail kılsın…

Mürşidi Kamille ilgi olarak anlatılacak o kadar hadiseler var ki sözü fazla uzatmadan böyle bir Mürşidi Kamile evlat olanın ne yapması gerektiğine de biraz dem vurmak istiyorum.

Mürşidi kâmiller insanların gönüllerini nakış gibi işlerler. Peygamber Efendimiz (sav);

“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” [19]

Bu kalbin reçetesini Mürşidi Kamiller yazar.

Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh.

“Onlar, îmân edenler ve kalbleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.”[20]

Bu gün insanların depresyon ilaçlarını kullanmalarının en büyük sebebi ruhun gıdası olan zikri almamalarından dolayıdır, gerçi onlar müzik ruhun gıdasıdır diyorlar ama müzik nefsin gıdasıdır. Ruh gıdalanacak olsa müzik dinlerken insan jilet atabilir mi? intihar edebilir mi? Bunun bir tek sebebi vardır Allah’tan yüz çevirmektir.

Ayeti Kerimede “feveylun lilkâsiyeti kulûbuhum min żikrillâh.”

“Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.”[21]

Bugün akıl hastalarının içine düşmüş oldukları çıkmazlarda aynı şekilde Allah’ın zikrinden uzak kalmalarından dolayıdır.

“Vemen ya’şu ‘an żikri-rrahmâni nukayyid lehu şeytânen fehuve lehu karîn”

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”[22]

Şeytan artık onun artık ayrılmaz bir dostu olur. Bu sözleri kim söylüyor? Allahu Teala!

Doktora gidersiniz, doktorun vereceği antidepresan ilaç içersiniz. Beyninizin yarısı uyuşuk bir halde dolaşırsınız. Abdullah Babam cennet mekan ;

Sakın içmeyin O ilaçları! O ilaçlar sizi hastalığınız bir ise yüz yapar. derdi.

Onun için Allah’ı zikredin, çocuklarınızın içinde bulundukları buhran ve sıkıntılarının sebebi Allah’ın zikrinin nurunu almamasıyla sebebiyledir. Gerçi şu anda herkes şunu söylüyor. Eşten sıkıntı var, işten sıkıntı var, rızıktan sıkıntı var, evlattan sıkıntı var. Hasan’ı Basri Hz.lerine geliyorlar soruyorlar.

Efendim, Çocuğumuz olmuyor, sıkıntımız var.  Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim, benim maddi olarak sıkıntım var. Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim, ev içinde eşlerle sıkıntımız var.  Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim Yağmur yağmıyor. Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim siz de bunu bellemişsiniz ne söylesek istiğfar diyorsunuz.

Bunları ben söylemiyorum Allahu Teala söylüyor. Diyor.

“Fekultu-staġfirû rabbekum innehu kâne ġaffârâ”

“Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.”[23]

Eğer tövbe ederseniz, “Yursili-ssemâe ‘aleykum midrârâ”

(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.[24]

“Ve yumdidkum bi-emvâlin”

“Sizi mallarla, oğullarla desteklesin…”

“yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ”

“ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için ırmaklar var etsin” [25]

Siz tövbe etmezseniz bu işler olmaz…

Abdullah Babam cennet mekan;

Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselam günde peygamber olmasına rağmen 70 kere istiğfar okurdu, siz ümmeti olarak kaç defa istiğfar okuyorsunuz evladım, derdi.

Gün içerisinde işlenen günahların haddi hesabı yok. O işlen günahlar bir perde gibi maneviyatın önünü keser, kestiği zaman da rahmet inmez. Rahmetin inmediği yerde de zahmet meydana gelir. Onun için cennet mekân Abdullah babam; kim 100 defa bu tesbihatı (subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim ve bihamdihi estağfirullah) muhakkak başucunuzdan ayırmayın, devamlı çekin. Kim “subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim ve bihamdihi estağfirullah” derse Allah rızık verir, Allah hayırlı evlatlar verir oğlum, derdi

Niye en çok problem çocuklardan çıkıyor? Şimdi aileler çocuklarını zapt edemiyorlar. Bu yaşanılan sıkıntıların sebebi insanın yapmış olduğu hataların neticesidir. Herkes çocuğa bahane buluyor. Abdullah babam cennet mekan çocuklarını şikayet edenlere verdiği cevap şuydu;

“O çocuğun günahı yok. Günah sizin günahınız.” derdi. ve şu hadisi şerif’i okurdu;

“El veledü sırrı ebihi = Çocuk, babasının sırrıdır.”[26]

Eşinizle sizin akıl baliğ olduktan sonraki hayatınızda yaşadığınız her şey o çocuğun kaderine yansır, Sizin çocuğunuzun kaderi belirler. Kınadığınız, ayıpladığınız, büyük konuştuğunuz ne var ise o çocuğun kaderi olur. Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır!..”[27]

Yakup (as) çocukları geldiler. Yakup aleyhisselama dediler ki Yusuf’u bize verirsen biz onu da pikniğe götürmek istiyoruz dediler.

Yakup Aleyhisselam; Ben Yusufu bir kurdun kapmasından korkarım, Onun için salamam dedi. O söz kaderi oldu.

Yakup Aleyhisselam’ın çocukları bir şekilde onu götürdüler, kurt kaptı diye gerisin geriye geldiler. Onun için ağzınızdan çıkan söze dikkat edin O sizin kaderinizdir diyor aleyhisselatu vesselam.

İkincisi birini ayıpladıysanız kınadıysanız Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.”[28]

O halde çok tövbe istiğfar etmemiz lazım. “Ya Rabbi ! Bilerek veya bilmeyerek, her ne gibi kötülük işlemişsek biz onların geçmişinden pişman ile nadim olduk. Hakkına girdiklerimize rahmetinle muamele eyle hakkını üzerimizde bırakma Allah’ım” diye dua ediniz inşallah.

Cennet Mekan Abdullah babam sabah namazını kıldıktan sonra muhakkak evradı şerifenizi yapın.  Üzerinize güneşi doğdurmayın, zira rızıklar sabah namazında dağılır evladım, derdi.

O sabah namazındaki o hengamenin sebebi bütün mahlukat sübhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim der. Boş kursaklı olan kuşlar dahi kursaklarını doldurarak geri döner. Sadece biz sonuna istiğfar mükellef varlıklar olduğumuz için “ve bihamdihi estağfirullah”ı sonuna ekleriz.

Sabah rızıklar dağılır, Allahu Teala günahları da bu şekilde affettiği için Allah’ın rızkı direk bize doğru gelir. Abdullah babam cennet mekân sabah namazını kıldıktan sonra mı cemaatle veya münferiden kim Allah’ı zikreder sonra kerahat vakti çıkınca iki rekat işrak namazı kılacak olursa tam bir hac ve umre tam bir hac ve umre tam bir hac ve umre sevabı vardır. Hadisi şerifini sürekli söylerlerdi. [29]

Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam’a bir adam geldi dedi ki;

Ya Rasulullah! Dünya beni terk etti, ne işim var ne kazandığım  bir para var. Doğru düzgün geçimim yok, dedi.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam;

Bütün mahlûkatın kendisiyle rızıklandığı, meleklerin dahi kendisi ile Allah’a niyaz ettiği “subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil aziym ve bihamdihi estağfirullahi” demiyor musun sen?

Demiyorum ya Rasulullah. Efendimiz aleyhisselatu vesselam;

subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil aziym ve bihamdihi estağfirullahi” günde 100 kere söyle , bunu yapacak olursan rızkın arkandan koşar seni bulur. Bu söylediğin her bir tesbihata Allah (cc) bir melek yaratır, kıyamet sabahına kadar istiğfar eder. Onun sevabı da sana gelir. dedi

Abdullah babam bu tesbihatın yapılması için özellikle üzerinde dururdu. Ve şu hadisi şerifi  bizlere aktarmıştır, “Kim ikindi namazından sonra kim Allah’ı zikrederse İsmail aleyhisselamin soyundan iki köle azad etmiş gibi sevap alır.”

Cennet Mekan Abdullah Babam cennet mekan derdi ki

Ya eyyuhellezine amenuzkurullahe zikren kesira.Ve sebbihuhu bukreten ve asila.

“Ey îmân edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam tespih edin.”[30]

Ayette gecen sabah; sabahın kerahat vaktinde yapılan zikre akşam ise ikindinin sonu kerahat vaktinde yapılan zikre işaret ediyor, evladım. İkindiden sonra da manevi rızıklar, manevi dereceler verilir. sabah namazında sonra maddi rızıklar verilir. Derdi.

Onun için ikindiden sonra da Allah’ın zikriyle hemhal olalım inşallahu rahman.

Bakın bu sözleri söylüyorum, Abdullah babam kaldırım mezarlığında falan yatıyor değil. Abdullah babamın sadece cismaniyeti orada yatıyor. Onun ruhaniyeti her dem aramızdadır. Bu Kuran azimüşşan da ayeti kerime ile sabittir. Size diyorlardır, vefat eden bir mürşidi kamile müntesip olunur mu? Siz vefat etmiş bir şeyhe mi müntesipsiniz? Sanki yaşayan bir mürşidi kamil varmış gibi bunu söylerler.

Ayeti kerimeler ile cevabını vereyim siz de cevabını verirseniz inşallah ur rahman. Nisa suresi 64. Ayeti kerime, İbn-i kesir tefsirinde de bulabilirsin.

Veli aynı zamanda alim olan bir zat vardır Utba olarak ismi geçer.

Veli, aynı zamanda alim bir zat olan Utba rivayet ediyor. Ben Hz. Peygamberin mübarek kabrinin kenarında oturuyordum. Allah’ın zikri ile meşgulken uzun boylu bir Bedevi genç geldi. Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın kabrinin üzerine kapandı. Ayeti kerimeyi okumaya başladı;

Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutâ’a bi-iżni(A)llâh(i)(c) velev ennehum iż zalemû enfusehum câûke festaġferû(A)llâhe vestaġfera lehumu-rrasûlu levecedû(A)llâhe tevvâben rahîmâ(n)

“Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı.”[31]

İşte günâhlarımdan mağfiret dileyerek ve Rabbıma benim hakkımda şefaatte bulunmanı isteyerek sana geldim, Ardından gördüm ki sen ahirete gitmişsin, ben derdimi kime anlatacağım, dedi ve şu şiiri söyledi:

«Ey yeryüzündeki efendilerin en hayırlısı ve en büyüğü; onların güzel kokularıyla yeryüzünün alçak ve yüksek yerleri hep güzelleşmiştir. Senin bulunduğun kabre benim nefsim feda olsun. Orada iffet, orada cömertlik ve şeref vardır.»

Sonra Bedevi ayrılıp gitti ve bana bir uyku hali geldi. Rüyamda Hz. Peygamberi (sav) gördüm. Şöyle buyurdular:

Ey Utbâ, Bedevi’ye var ve Allah’ın kendisini bağışladığını ona müjdele.

Kur’an tarih kitabı değildir. Onun hükmü kıyamet sabahına kadar bakidir. O dönemde söylendi geçti diyemeyiz.

“Va’lemu enne fikum resulAllah.”

“Biliniz ki Allah’ın Resulü aranızdadır”[32] diyor.

Böyle olunca Mürşidi kamillerinde ruhaniyetleri daima anıldıkları yerde olur. Bu ayeti kerime bunun en büyük delilidir. Rabbim Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerine layıkıyla evlat olmayı bizlere nasip ve müyesser eylesin inşallah.

Günümüzde bir furya başladı. Sözüm ona koskoca profesörler ve vesaire tipli adamlar ortaya çıkmışlar “Salatü selam çekmek, salatü Selam getirmek Hazreti peygambere yağcılıkmış.” Diyorlar. Böyle diyen alçakların sözlerine itibar etmeyiniz.

Bunlar “ben tefsir alimiyim.” Diyerek

“İnna(A)llâhe vemelâ-iketehu yusallûne ‘alâ-nnebiy(yi)(c) yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû sallû ‘aleyhi vesellimû teslîmâ(n)”

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”[33] Ayeti kerimesine kendilerince mana veriyorlar.

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler” diyorlar. Allah salat ve selam eder mi? Hiç.  Ben işin alimiyim, Allah inam ve ihsanı ile yardım eder, meleklerde Efendimizin ali makama çıkması için dua ederler, niyaz ederler. Peygambere selatü selam getirirlerse Peygamber bunlara şefaatçi olacakmış onları kurtaracakmış. Şefaat yoktur, salatü selam getirmek yoktur, diyorlar. Birde karşılarına büyük bir topluluk almışlar pis pis sırıtıyorlar. Sizin gibi alçakların olacağını bildiği için Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.leri buyuruyorlar ki:

“Şefaatim, şefaatime inananların üstünedir.” Sizin gibi inanmayanların üzerine değil. Diyor.

Merak ettiğim konu bu adamlar hiç mi namaz kılmıyorlar. Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam kendi cevap versin;

 Kabe kavseyn makamına çıktım.[34] Rabbimi baş gözüyle gördüm. Rabbimi görünce öyle bir mest oldum ki “ettehiyyatü lillahi vessalavatü vettayyibatü” mülk ve azamet, bedeni ve manevi yapılan bütün ibadet taat, bütün övgüler hepsi Sanadır Allah’ım. dedim.

 Allahü Teala da dedi ki : “esselamu aleyke eyyuhennebiyyu verahmetullahi ve berekatüh.” Benim inamım, ihsanım, rahmetim ve bereketim senin üzerine olsun ya Muhammed.

tekrar taaccub ettim. Esselamu Aleyna ve ala ibadillahissalihin. Yarabbi benimle bütün peygamberlerin ve Salih kullarının üzerine olsun dedim diyor.

Efendimiz bunu anlatırken mübarek duygulanıyor ve ağlıyor. Bir müddet durduktan sonra;

Ey Ashabım namazda esselamu Aleyna ve ala ibadillahissalihin okuyorsunuz. İşte bu okumanız ölmüşlerimiz, şu anda yaşamış olanlar ve yaşayacakların hepsi Allah’ın rahmetinden pay sahibidir, siz okudukça onların da ruhaniyetlerine gider, ruhlarına gider diyor.

İşte bu sebeplerden dolayı Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.lerine çok Selat ve selam getirmemiz lazım.

Efendimiz (sav) Hz.leri;

Sizin amelleriniz bana arz olunur. İyi amellerinizi gördüğüm zaman Allah’a hamd ederim. Kötü amellerinizi gördüğüm zaman da Allah’tan bağışlanmanızı isterim.”[35]

Resulullah Efendimizin yanında yerinin olmasını istiyorsan çok salatü selam getirmelisin.

“Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvat getirenleridir.”[36] buyuruyor Aleyhisselatu vesselam.

O halde Perşembe gününün ikindisi ile Cuma gününün ikindisi arasında muhakkak salatu selamı çok getirelim. Bu günlerde çekilen salatu selamları Aleyhisselatu vesselam bizzat ben kendim alırım, sair zamandaki selatu selamları Allah kabrime bir melek görevlendirdi ve ona bütün mahlukatın sesini işitme kabiliyyetini verdi. Kıyamete kadar kim bana salat-ü selam getirirse, onun ve babasının ismini de söyleyerek, falan oğlu falan sana salat ediyor diye bana bildirir. Buyurmaktadır.[37]

Cennet Mekan Abdullah Babam Salavat çekerken ;

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin, dedikten sonra sonuna  Cemi -il enbiyai vel mürselin ve sahbihi ve sellem eklerdi ve böyle okunmasını tavsiye ederdi. 124.000 Enbiya ve 124.000 enbiyanın yanında hizmetinde bulunan ashabı dahi hepsine bir salatu selamda Selam gönderiyorsun. Düşünsene evladım, Onlardan bize gelecekleri!

Tekrar ediyorum. cennet mekan Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed diyoruz ya sonuna cemiil enbiyai vel mürselin ve sahbihi ve sellem. Denmesini tavsiye eder dileyen kardeşlerimiz yapabilir, Rabbim rızasından ayırmasın, Abdullah babam gibi bir mana erine layıkıyla evlat olmayı nasip ve müyesser eylesin inşallahu rahman.

Bir şeyi daha eklemeden önce konuyla alakalı olduğundan dolayı bir kardeşimin rüyasını anlatacağım.

Rüyamda bir Zakir abimizle birlikte Emin abimizi gördüm, beraber gidiyorlardı. Zakir abimize nereye gidiyorsunuz? diye sordum. Zakir abimizde Emin abi vefat edecek, Abdullah babam cennet mekan kendisine bir hu diyecek, der. Beraber gittik. Bir kapıdan içeriye girdik. Cennet mekân Abdullah babam nur gibi karşımızda. Cennet Mekan Emin abiyi karşısına aldı hu dedi. Emin abinin bir anda sureti döndü, Abdullah babama benzedi ve gözleri yemyeşil oldu. Değişik bir hale bürününce Zakir abimiz artık gidelim tamam oldu, dedi.

Aslında rüyası çok açık ama kardeşimiz tabi olarak bu rüyaya bir mânâ veremiyor. Emin kardeşimiz de bu rüyanın akabinde vefat ediyor. Vefat ettikten sonra tekfin teçhiz işlemleri yapılıyor. Emin kardeşimizi d kabre indiriyorduk ki, basiret gözü açık olan bir kardeşimiz bir çığlık attı. Ardından bizlere Abdullah babam meftunun hemen arkasından şöyle belirdi dedi ki “oğlum korkma biz varız” Meftunu nurdan bir yere indirdi. Sonra döndü bana dedi ki oğlum bu kardeşiniz namazlarını kılıyordu, günlük evradı Şerifelerini yerine getiriyordu ancak zikir meclislerine ne zikir yapılan yerlerde zikre katılmıyordu. Zikir yapılan meclisler ahirete açılan kapılardır. Niye siz zikirlere dahil olmuyorsunuz. Niye zikirlere katılmıyorsunuz? Beni burada mahcup ediyorsunuz. Diyor.

Anlıyor muyuz?  Allah’ın zikir meclisinde bulunanlar, Allah’ın kerem sahibi kullarıdır.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam ;

Yarın insanlar mahşer gününde ayağa kalkınca Allahü Teala diyecek ki sizin en Keremlileriniz en faziletli olanlarınızı size göstereceğim. Hemen sahabe-i kiram dedi ki o mahşer gününde en keremli en faziletli kim Ya Rasulullah?

Peygamber Efendimiz (sav);

“Allah’ın zikir meclislerinde bulunanlardır” dedi.

’Mutlaka Allah, kıyamet günü yüzlerinde nur olan bir takım toplulukları inciden minberler üzerinde diriltecektir. İnsanlar onlara gıpta ederler. (Hâlbuki) onlar peygamberler ve şehitler değildirler.’ buyurdu. (Ravi devamla şöyle) dedi: Bunun üzerine bir bedevi dizleri üzerine çöktü ve: ’Yâ Rasûlallâh! Onları(n vasıflarını) bize açıkla ki onları tanıyalım.’ dedi. (Rasûlullah): ’Onlar, muhtelif kabilelerden ve farklı memleketlerden Allah için birbirlerini seven kimselerdir. Allah’ı zikretmek için toplanırlar, O’nu zikrederler.’ buyurdu.[38]

Rabbim bizi zikir üzerine daim eylesin. Abdullah babamın himmetinden feyzinden bereketinden ayırmasın inşallah. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah

[1] Nisâ suresi 136

[2] İmam Ahmed Bin Hanbel, Müsned, sf. 796

[3] İnsan Suresi 3

[4] Bakara suresi 256

[5] Kıyâme Suresi 36

[6] Câsiye Suresi 23

[7] Bakara Suresi 137

[8] Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1

[9] Nehf: Üflemek

[10] Mü’minûn Suresi 17

[11] Bakara Suresi 151

[12] Aziz Mahmud Hüdayi Divânı s. 141

[13] Fetih Suresi 10

[14] Mücadele Suresi 22

[15] Müddessir Suresi 31

[16] Buhârî, Edeb 19

[17] Enbiyâ Suresi 107

[18] Âl-i İmrân Suresi 31

[19] Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107, 108

[20] Ra’d Suresi 28

[21] Zümer Suresi 22

[22] Zuhruf Suresi 36

[23] Nûh Suresi 10

[24] Nûh Suresi 11

[25] Nûh Suresi 12

[26] Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1/397; Ukberî, Divânü’l-Mütenebbî, 1/156; Suyûtî, ed-Dürerü’l-Müntesira, 1/20; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/706, 723 (1268, 1300); Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, 2/452 (2911)]

[27] Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 110

[28] Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu’l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu’l-Hafa, 2/265

[29] “Kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturarak Allah’ı zikreder, (kerahet vakti çıktıktan) sonra iki rekat namaz kılarsa, ona tam bir hac ve umre sevabı verilir.” Tirmîzî, hno: 586

[30] Ahzâb Suresi 41-42

[31] Nisa Suresi 64

[32] Hucurât Suresi 7

[33] Ahzâb Suresi 56

[34] Abdullah Baba (ks) Hz.leri ruhen ve bedenen çıkmıştır. demiştir

[35] Bezzar, 5/308; Macmau’z-zevaid, h. no: 14250

[36] Tirmizî, vitr, 21

[37] Bezzar

[38] Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid Ve Menba’u’l-Fevâid, Ezkâr, Bâb:2, c.10, s.57, h.no:16770, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyyeti, Beyrut, 2001. Taberânî’den nakletmiştir

Abdullah Baba Hz.lerinin 14. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Bizleri yoktan var eden Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Sonsuz salat ve selam, İki Cihan Serveri Hazreti Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Onun âline ve ashabına ve kıyamet sabahına kadar Onun yolundan geleceklerin üzerine olsun.

Bugün Varis-ül Enbiya, Büyük Allah Dostu, Hadim-ül Fukârâ Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin ahirete irtihalinin 14. yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim himmetlerini, feyzlerini ve bereketlerini üzerimizde daim kılsın.

Şahsiyeti maneviyesi etrafında toplanmış olduğumuz böylesi mürşid-i kâmil zatların manevi derecelerini, fazail ve kemalatlarını, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ımız kutsi hadiste bize şöyle haber vermektedir: “Kulumun Benimle meşgul olması arttığı zaman kulumun arzusunu, isteğini ve lezzetini zikrim üzerine daim kılarım. Kulumun arzu ve isteği, Benim zikrim olduğu vakit, kulum Bana âşık olur. Ben de kuluma âşık olurum. Kulum ile aramdaki perdeleri kaldırırım. Beşeriyet yanıldığı zaman onlar yanılmazlar. Onların sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Ne zaman ki yer ehline azap edecek olur isem, o dostlarımı anarım da onlar hürmetine bu bela ve musibeti üzerlerinden kaldırırım.” Böyle bir mürşid-i kâmilin manevi sofrasında bizleri buluşturduğu için Rabbimize hamdolsun.

Sadece biz onları ziyaret edip onları burada hatırlamıyoruz. Maneviyat erbabı kendilerini ziyaret edenlere de mukabele ederler. Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki; “Bir kimse Allah dostu bir zatın kabrini ziyaret edecek olur ise, o Allah dostu olan zat, o kimsenin selamını alır. Onu tanır. Ve ona mukabele eder. O kimse oradan ayrılana kadar onun yanından bir an olsun ayrılmaz.” Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yine hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Kim bir Allah erini ziyaret edecek olursa melekler derler ki sen ne devletli bir kulsun ki cennet ehlinin amelini işliyorsun.” Arş-ı Rahman’ında Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri buyururlar ki: “Abdi zareni-kulum Beni ziyaret etti. Dostumu ziyaret etmekle Beni ziyaret etmiş oldu. Her ziyaret edilen ziyaret edene bir ikramda bulunur. Benim ikram ve iltifatım o kulların üzerine cennet ve cemali ilahiyemdir.” Rabbim bu şerefe nail olanlardan kılsın inşallahu Rahman.

Ahir zamanda, fitne ve fücurun arttığı bir dönemde Allah dostlarının sofrasında bulunmak gerçekten meşayıhı kiram hazeratının ifade ettiği gibi büyük bir devlettir. Rabbim daim kıl diye dua ediyoruz.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Ahir zamanın fitneleri arttığında ümmetim arasına tefrikaların yayıldığı bir zaman da ümmetimde iki sarhoşluk meydana gelecek. Bir tanesi hubbul iştir. Yeme, içme, gezme, tozma, yatma, eğlenme hastalığı meydana gelecek. Onlar, Allah’ı ve Resulünü unutacaklar, zevk ve sefaya dalacaklar. İkinci bir zümre zuhur edecek, bu zümrede hubbul cehil. Yani kendilerine göre ilim tahsil etmişler ancak biz halkın içerisinde münevver kimseleriz, aydın kimseleriz. Biz çobanlardan vs. daha üstünüz diyen bir zümre zuhur edecek. Oysa onlar ebu cehildir. Yani cahillerin babasıdır. Zira onlar ne Allah’ı ne de Resulünü ne de nerden gelip nereye gittiklerini bilirler. İşte bunların zuhur ettiği dönemde Allah’ın kitabı Kur’an’dan; şu Allah’ın emridir, şu da Allah’ın nehyidir, şu da sünneti Resulullahın uygulamasıdır, diyen Benim ve ashabımın yolunu takip eden bir zümre çıkacaktır. İşte o zümre (Tevbe/100) “وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ”, “Onlar Benim ensar ve muhacirim gibi olan ashabımdan sayılırlar” diyor.

Ya Rab! Bizi o zümreden eyle!

İşte kardeşlerim, ahir zamanın fitnesinin ve fücurunun ayyuka çıktığı, Din-i Mübîn-i İslamiye’yi tahrif etmek için ellerinden geleni yaptıkları bir zamandayız. Dünyanın dört bir yanından ülkemizin etrafını ihanet şebekelerinin kuşattığı ve içerideki türevilerin de ülkemizi sarmış olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Her zamankinden daha fazla Kur’an ve Sünnet-i Rasulullaha ihtiyacımız var. Onun için doğru bir itikat üzere olmak lazım.

Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam) Hazretlerinin yolu ve usulü nedir? Onu Büyük Evliya Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin inşallah manevi tembihleriyle ve bize yapmış olduğu ikazlarla anlatmaya çalışacağız:

Hazreti Ali (keremallahu veche) geliyor:

“Ya Rasulullah Allah’a vuslat bulacağımız yol, Sizin sünnetinizin ihyası nedir? Bize haber verir misiniz?” deyince,

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam):

“Eşşeriatü ehval, vet tarikatü efal, vel hagigatü hal ve marifetis sırri ve zikrullahi enisi ve savmu hücceti ve gurratü ağnı fis salati: Ya Ali şeriat Allah’ın emri ve nehyidir. “Ettarikatü efal” Tarikat Benim sünnetimin ifasıdır, uygulamasıdır. Bununla kişi Allah’a yakınlık elde eder. Hakikatte ilmel yakinden aynel yakine geçmektir. Allah ile âşıklık maşukluk halimdir. “Ve marifetis sırri” O da fenafillah ki Allah ile aramda sırdır. Ancak ya Ali “Ve zikrullahi enisi” Zikrullah bu yolda Benim yoldaşımdır. Ben bu zikrullah ile nefsi terbiye, kalbi tasfiye ederim. “Ve savmu hücceti” Oruç da Benim için delildir. “Ve gurratü iğni fis salati” Muhakkak ki namaz da iki gözümün nurudur. Ben hakkı ve hakikati, hakkı ve batılı namazın nuru ile görürüm. Bunları bu şekilde ifa edeceksiniz.” diyor ve Hazreti Ali (keremallahu veche)’ye zikrullahı telkin ediyor.

Rasulullah (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin saydığı bu usul ve kaideler, insanın kendi kendine, kendi başına yapacağı işler değildir. Muhakkak ehline erbabına danışması gerekir ki bunlar “Mürşid-i Kâmiller”dir.

Onun için Rabbimiz “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ – Ey iman edip takvaya erenler salihlerle beraber olunuz.” (Tevbe/119)

Peki, bu salihler dediği zatlar kimler Fatiha-i Şerife’yi okuyoruz.

Diyoruz ki “اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ – Allah’ım doğru yolu ilet.” devam ediyoruz.

“صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ – Ya Rabbi in’âm ve ihsan edip doğru yola ilettiğin kimselerin yoluna”

Peki, Allah’ın in’âm ve ihsan ettiği kullar kimler?

Yine Kur’an’a müracaat ediyoruz.

“وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم – Kim Allah’a ve Resulüne tabi olacak olur ise Allah’ın in’âm ve ihsanda bulunmuş olduğu kullarla beraber olur.” (Nisa/69)

Kimmiş onlar?

“مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ  Nebiler, şehitler, sadıklar ve salihlerle beraber olurlar” (Nisa/69) diyor.

Bir başka ayet-i kerimede (Maide/35) “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” Bu ayetin tefsirine meşayıh-ı kiram diyorlar ki: Bir kişi iman edecek iman ettikten sonra İslam’ın gereğini yapıp takvaya erecek, takvaya erdikten sonra “وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ” dediği Peygamber varisi mürşid-i kâmilin eteğinden tutacak. O manevi önderin himayesi altında وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ Allah yolunda mücahede edecek.

Cihad iki türlüdür. Bir vatanı, canı ve namusu için yapılan savaştır. Şimdi Afrin’deki Mehmetçiğimizin yaptığı savaş gibi.

Diğeri de nefis ile cihad vardır ki; Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Nefis ile cihad, cihad-ı ekberdir.” buyurmuştur. İşte ayet-i kerimenin anlattığı budur: Bir mürşid-i kâmile müntesip olduktan sonra “وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ” vesileye tabi olduktan sonra “وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ mücahede edin Allah yolunda “لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” umulur ki kurtuluşa erersiniz, diyor.

Ey Rabbim! Üstadım gibi bir mürşid-i kâmilin eteğinden ayırma diye dua ediyoruz, inşallah.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ” Yunus suresi 62. ayeti kerimesinin manasını verirken de, mürşidi kâmil olan zatların övülen kimseler olduğuna işaret etmişlerdir. Öyle olunca mürşid-i kâmile müntesip olmadan Allah’a vuslat bulmak mümkün değildir. “Ulema-u ümmetike enbiya-i beni İsrail – Benim ümmetimin âlimleri beni İsrail peygamberleri muadilidir.” Burada kastedilen:

Peygamber varisi olan âlim ifadesi geçiyor. Bu ilahiyat okumuş kimseleri falan kastetmiyor. Şeriatla amel etmiş tarikatla Allah’a süluk edip ilm-i ledüne ulaşmış kimseleri kastediyor.

Çünkü Allah-u Teâlâ ayet-i kerimede hikmet ehli ile ilim ehlini ayırmıştır.

Allah-ü Teâlâ; “وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ – O peygamber size ilmi ve hikmeti öğretir” (Âl-i İmran/48) buyuruyor.

İlim âlimin işidir. Hikmet de meşayıh-ı kiramın işidir. Onun için Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Mecalesetül ulemau tezidul ilm – Siz bir alimin yanına varacak olursanız ilminiz ziyadeleşir.” “Mecalesetül hukema u yuhyil kalbel meyyite bi nuril hikme – Eğer hikmet ehlinin yanına varacak olursanız, hikmet nuruyla kalplerinizi diriltir o Allah’ın evliyası” diyor.

Eğer böyle olmamış olsaydı, allame (Her ilimde ihtisas sahibi, çok büyük alim) İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri “Ömrümün son iki yılında Cafer-i Sadık Hazretlerinin himmetine mazhar olmasaydım ben de ziyandaydım.” Niye desin?

İmam-ı Şafi, İmam-ı Ahmed bin Hanbeli Hazretleri allame iki tane mezhep imamı, Şeyban-ı Rai Hazretlerine müntesip oldular. Şeyban-ı Rai kimdir? Deve çobanı ümmi bir zat. Ancak Peygamber varisi bir zat. Hikmet ehli bir zat.

Onun içindir ki Şems-i Tebriz-i Hazretlerine Mevlana Hazretleri bend olmuştur. İşte Allah-u Teâlâ’nın evliyasının manevi himmet ve feyziyle insan kemale erer. Onlara müntesip olanlar sadece bununla da kalmaz.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Hazretleri buyuruyorlar ki “Yarın mahşer gününde her beşerin nesebi muhakkak kesilecek. Soyunda sopunda eksiklikler olacak, kesilecek. Ancak, Benim nesebim ve sebebim kalacak.”

Meşayıhı Kiram bu hadis-i şerif hakkında şöyle diyorlar;

“Rasulullah Efendimizin nesebi Hazreti Fatıma Annemizden, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’den devam eden “Seyyid ve Şerriflik” yoludur.

“Sebebim devam eder” dediği de, “Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi olan bir mürşidi kâmile müntesip olanlarda, Efendimizin manevi evlatlarıdır”  diyorlar.

Ne büyük bir bahtiyarlık ki böyle bir mürşidi kâmile müntesip olmakla, Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)’ın evladı maneviyesi olmaya da Rabbim bizleri ilhak etsin, diye inşallah dua ve niyaz ediyoruz.

İşte ahir zamanda, yani fitneye ve fücura düştüğümüz bu dönemler içerisinde, doğru itikadın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü o zatlar, gerek insan ölürken, gerek kabirdeyken, gerek haşır ve neşirdeyken, gerek mizanda gerek de sıratta iken şefaat etme hakkına haiz Allah’ın evliyalarıdır.

Bunlara bazılarının itirazı olabilir. Onun için bir tane hadisi şerif okumak istiyorum;

İbn-i Abbas (radıyallahu anh) Hazretleri buyuruyorlar ki;

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Yarın mahşer gününde sıratın başına abidlerden ve peygamber varisi evliyalardan bir zümre getirilir. Abide denir ki “Sen yapmış olduğun ibadet ve taatin karşılığı olarak hadi cennete git. Allah’ın sana vermiş olduğu ikramlardan faydalan derler.” O meşayığa da derler ki “Allah’ın peygamberi vasıtasıyla müjdelemiş olduğu şefaat hakkını kullanman sana verilmiştir. Şimdi sana tabi olanların cümlesini burada kurtarabilirsin, der ve o kimse şefaate nail olur.” Peygamber (aleyhissalatü vesselam) sahabe-i kiramın şaşkınlığını görünce:

“Vallahi Arş’ın gölgesinde peygamberlerle kıyam eden kimselerdir onlar.” diyor. Rabbim ayırmasın!

Benim böyle bir zata ihtiyacım yok. Ben kendi halimde giderim derse, ona da denir ki;

İnşallah taklid-i imandan kurtul deriz ama ondan da kurtulacak ne bir ortam var, ne de bir zaman var. Efendimiz aleyhissalatü vesselam: “Ahir zaman olunca ümmetimin imanı boğazından aşağıya inmez.”, “İnnema ete havvefu ala ümmeti zafel yakın. Benim ümmetim üzerine en çok korktuğum şey imanı yakin olmamaları, imanda sadece taklid-i iman sahibi olmalarıdır, bunlardan çok korkuyorum.” diyor.

Bunun aksini iddia edenlerin ilimle vs. kurtarırım diyenlere Kur’an’dan şöyle bir test yapmak lazım. Allah-u Teâlâ mü’minlerin vasıflarını anlatırken öyle diyor. “إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ – Mü’minler o kimseler ki Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen kimselerdir.” Var mı kalpte bir titreme? Yok.

Ayet devam ediyor. “ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا – Allah’ın ayetleri okununca onların imanları ziyadeleşir.” (Enfal/2) Var mı böyle bir şey? O da yok.

O zaman iman hala zanda. O zaman yakîn ehli bir maneviyat erbabının himayesine girmek mecburiyetindesin.

Bu kadarını anlattıktan sonra Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin hikmet erbabının Allah’a nasıl vuslat bulacağıyla ilgili tembihleri ve yolunun usulü var. Ondan kısaca bahsetmek istiyorum inşallah.

Efendim Cennet Mekân hikmet ehlini şöyle anlatırdı.

“Bir mürşid-i kâmile müntesip olan insana ilk önce Allah’ın zikri telkin edilir. Zikrullah dilde başlar. Buna zikr-i lisani derler. Zikri yapar, yapar, yapar. Zikir dilden kesilir gönle düşer. – Gönül dediğimiz kalp değildir. Hazreti Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Hazretlerinin ilk evvela nuru yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ nurunu yaratmıştır. Sonra ruhunu yaratmıştır. Sonra da gönlü yaratmıştır. O gönül kalbin içerisine yerleştirilen bir latife, bir sırdır. Allah’ın nazargahıdır.” derdi. – Buna da zikr-i fuadi derler. Allah’ın zikrini sever, derdi Cennet Mekân. Bu zikir devam ederken zikir kalbe düşer. Kalbe düştükten sonra kişinin kalbinde ürperme meydana gelir. Öyle ki yavaş yavaş nefis Allah demeyi öğrenir. Bazen seher vakitlerinde şu da olur. İçeride Allah diye bağıranı duyar. Sağına soluna bakar kimseyi bulamaz. Omzuna bakar acaba sırtımdan mı geliyor, sonra omuzuna, sonra bakar ki kalbinin içerisinde Allah diye ses gelir. Buna tasavvufta veled-i kalp derler. Zikrullaha nefsin alışması derler. Bunlar birçok kardeşimizde olagelen şeylerdir.

Sonra nefs-i mutmainneye geldi mi zikrullah, göbek deliğinin iki parmak üstünden sadra kadar bir ateş düşer. Buna da zikr-i sanavberi derler. Sanki vücudunda ki bütün tüyleri yanar gibi hissetmeye başlar. Sonra zikrullaha devam eder. Radiye, mardiye makamına doğru geldiği vakit, zikrullah sağ böbreğine düşer. Sanki anne karnında ki çocuğun tekme attığı gibi, böbrekte bir depreşme meydana gelir ve bu meydana gelmeye başladı mı, yavaş yavaş hikmet kapıları aralanır. İnsana esmanın sırları tecelli etmeye başlar ve insan fenafillaha doğru gelir. Böbrekteki bu kasılmalara “lüb” makamı derler. Ayet-i kerimede “وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ – Siz anlamazsınız ancak lüb sahibi olanlar bilir.” diyor. Onun için sohbetin başında okumuş olduğumuz ayet-i kerimede Rabbimiz; “يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء – Allah hikmeti dilediğine verir.”, “وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا – Kime de hikmet verilmişse büyük hayırlar verilmiştir.” “وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ – İşte onu ancak “Ulûl elbâb” olanlar anlar” (Bakara/269) diyor. Rabbim o makamlara ulaştırsın cümlemizi aşk ve muhabbetle inşallah.

Onun için Cennet Mekân “Bir insan beş vakit namazını kılsa, kendisine telkin etmiş olduğumuz evrad-ı şerifesini yerine getirmiş olsa, kendisine isabet eden sıkıntılara sabretmiş olsa ve Allah’ın vermiş olduğu rızıklarla cömert davranıp sahavet sahibi olsa; o kimse Allah’a yâr olur, dost olur.” derdi.

Cennet Mekân Üstadımızın bize vermiş olduğu o evrad-ı şerifeler var. Ders kâğıdı diyoruz ya, o ders kâğıdını Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ashab-ı suffeye telkin etmişlerdir. Sonra manevi olarak, Cennet Mekân öyle buyururlardı, “Veysel Karani Hazretlerine rüyasında söyledi evladım. Şu şekilde zikrullah yapacaksın.” diye. Ne yapıyoruz? Üç İhlas bir Fatiha-i Şerife; Din-i Mübin-i İslamiye’nin Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhissalatü vesselam) ve yüz yirmi dört bin enbiya, Hulefa-i Raşidin, Ashab-ı Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Huneyn ve onunla birlikte evlad-ı Rasul, zevce-i Rasul, zürriyet-i Rasul, İmam-ı Hasan ve yetmiş iki şühedaya. Sonra bir üç İhlas bir Fatiha-i Şerife okuyoruz. İmam ve İmameyn Hazeratına, Piri Piran Hazeratına, günümüze kadar gelen Silsile-i Şerife, büyük üstatlarımıza ve Üstadımız Abdullah Baba Hazretlerinin ruhuyla manevi bir bağlantı kurulur. Yüz tane Besmele-i Şerife okuruz. Niye okuruz biz onu? Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ashab-ı kirama bunları verirken hep öğrettiler. Cennet Mekân’da bize anlatmıştı. Bende size bu emaneti ulaştırmak istiyorum.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim yüz tane Besmele-i Şerife’yi okuyacak olursa bir gün içerisinde o kimseye şeytanın musallat olması, vesvesesiyle o kimseyi yoldan çıkartması mümkün olmadığı gibi Allah-ü Teâlâ onun hürmetine bereket verir.” diyor.

Sonra yüz defa istiğfar okuyoruz. “Subhanallahi ve bihamdihi subhanallahil azim ve bihamdihi estağfirullah” Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Ben günde yetmiş kere istiğfar ederim” diyor. Rahmet Peygamberi günde yetmiş kere istiğfar edecek ümmetinden tık yok! Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz “O yüz istiğfarı kim okursa, denizköpükleri kadar günahları olsa Allah onu af ve mağfiret eder.” buyuruyor. Abdullah Babam Cennet Mekân da ısrarla üzerinde dururdu: “Muhakkak yapın oğlum dersinizin haricinde bunu üç yüze çıkartın” derdi.

Sonra “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed” diyoruz. Cennet Mekân Efendim derdi ki “Evladım devamında ‘cemî-il enbiyayı vel murselin ve sahbihi ve sellim’ derseniz yüz yirmi dört bin enbiya ve onun âl ve ashabının cümlesinin ruhuna salat ve selam edersiniz ki her birinden on karşılık gelecek olursa afaki rakamlar olur rahmete bak.”

Onun için Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim günde yüz defa salat-ü selam getirirse Allah o kimsenin yüz hacetini giderir. Bunun yetmiş tanesi ahirete, otuz tanesi de dünyaya aittir”, “Sonbaharda yaprakların döküldüğü gibi Allah o kimsenin günahlarını affeder” diyor.

Şimdi bazı ilahiyatçılar çıktılar piyasaya, “salat-ü selam getiriyorlar koro halinde müzik söylüyorlar.” falan filan diye ağızlarını sallıyorlar. Bunlar İslam düşmanı, Ehl-i Sünnet düşmanı, Allah’ın rahmetini kesmiş olduğu kimselerdir. Allah şerlerini kendi başlarına makûs etsin. Salat-ü selam getirmek Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselama bend olmak “Ben, Senin ümmetinim bana şefaatinle muamele eyle Ya Rasulullah” demektir.

Bakın Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) dahi kendisi kul Muhammed olması hasebiyle peygamberlik makamına kendileri de salat ve selam getirirlerdi. Çünkü “Abduhu ve Rasuluhu” diyoruz. Rasulullah Efendimiz önce kul sonra peygamberdir. Sonra okumuş olduğumuz İhlas ve Ayet-el Kürsi’ler dünyaya haris olmaktan ahirete haris olmaya yönlendiren tesbihatlardır. Detaylara girmiyorum. Sonra da yüz tane kelime-i tevhit okuyoruz malumunuz. Yüz kelime-i tevhide devam edeceğiz. Neden? Allah muhafaza yarın ahirete gittiğimizde birinin üzerinde bir kul hakkı var ise orucumuza, namazımıza, zekâtımıza muhakkak el koyarlar. El koyulmayan amel defterinde bir tek amel vardır. O da ‘Kelime-i Tevhittir: La ilahe illallah’tır.

Zira Allah’ın zatına ait olduğu için Allah-u Teâlâ’nın zatına ait olana hiç bir beşer, hiç bir varlık hak talep edemez. Bir Kelime-i Tevhid’in karşılığına da Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Yedi kat gökler ve yedi kat yerler bir kefeye konsa, Kelime-i Tevhit de bir kefeye konmuş olsa Kelime-i Tevhit yine ağır basar” diyor.

Hâsılı kelam yapmış olduğumuz zikrullah budur. Bunun zamanı da sabah namazını kılarız, münferiden veyahut cemaat halinde “Kim Allah’ın zikri ile meşgul olur, kerahat vakti çıkınca iki rekât İşrah namazı kılacak olsa tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre sevabı vardır.” derdi Cennet Mekân. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın hadis-i şerifleri ile hep bizleri müjdelerdi. Bir de zikrullah olaraktan Cennet Mekân Üstadımız günde yüz defa “Selamun gavlen mirrabbirrahim”i muhakkak okuyunuz, derdi. Ebu-l Alemeyn Ahmed-i Kebiri Rufai Hazretleri “Hangi evladım bu şekilde günde yüz defa “Selamun gavlen mirrabbirrahim” ayet-i kerimesini okuyacak olur ise Allah’ın izni ve inayetiyle o kimseye asla ve asla felç hastalığı gelmez” buyuruyorlar. Onun için bunlara da kulak verelim inşallahu Rahman.

Cennet Mekân buyururlardı ki: “Evladım ahir zaman fitneleri ayyuka çıktı. Sabah hanenizden çıktığınızda yedi Ayet-el Kürsi okuyun. Sağınıza birini, ikincisini önünüze, üçüncüsünü solunuza, dördüncüsünü geriye, beşincisini yukarı, altı aşağıya, yedincisini de içinize kalbinize çekin. Eğer bir de bağışlama yapacak olursanız Allah’ın izni inayetiyle hiç bir beşer ne gökten ne yerden inen hiç bir arızı durum sizi rahatsız etmez.” Bunlar da Efendim Cennet Mekân’ın tavsiyeleriydi.

Kardeşimizden bir tanesi geldi: “Efendim otobüste biz kaza yaptık. Bende dedi bağışlamaları yapmıştım. Elhamdülillah, otobüsün içerisinde yaralı olanlar da var ama bana pek bir şey olmadı” dedi. Cennet Mekân buyurdular ki “Evladım keşke üç İhlas bir Fatiha-i Şerife’yi okurken, Ya Rabbi şu otobüsteki bulunanların da ruhaniyetlerine hediye eyliyorum. Sen vasıl eyle Allah’ım, deseydin hiçbirinin burnu kanamazdı.” Onun için bu tavsiyelere inşallah-u teâlâ kulak verelim.

Yatarken Efendimizin (aleyhissalatü vesselam) sünnetini tavsiye eder: “Üç Kevser, üç İhlas, üç Felak, üç Nas, bir Fatiha, bir Ayet-el Kürsi. Otuz üç Subhanallah, otuz üç Elhamdülillah, otuz dört Allah-u ekber diyeceksiniz, yatacaksınız. Allah’ın izni inayetiyle en ufak şeytan musallat olmaz. Seher vaktinde kalkarsınız” derdi.

Aişe Validemize Ebu Hureyre Hazretleri geldi dedi ki:

“Sen bizim annemizsin, Efendimizin vefatında, (Efendimiz vefat ettiğinde Aişe Validemiz yirmi dokuz yaşındaydı. Yani Efendimizle on yıl evli kaldılar. Hani birileri diyorlar ya Ayşe Validemiz dokuz yaşındaydı falan filan diye, bunların hepsi yalan ifadelerdir. Ayşe Validemiz Mekke’den Medine-i Münevvere’ye on yedi yaşında gitti. Medine-i Münevvere’de iki yıl kaldıktan sonra Rasulullah Efendimizle evlendi. On yıl evli kaldı. On dokuz yaşındayken Rasulullah Efendimizle evlendi. Aişe Annemiz, Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ahirete irtihal ettiğinde yirmi dokuz yaşında idi. Dokuz demelerinin sebebi, o dönemin kültürünü bilmemelerinden kaynaklanan bir husus. Orada, o Arap yarımadasında kız çocuklarının, akıl baliğ olana kadar, yaşı sayılmaz; akıl baliğ olduktan sonra yaşı sayılırdı. Ayşe Validemizin de yaşı, on yaşından sonra sayılmaya başlandığından dolayı durum budur.)

Ebu Hureyre Hazretleri “Sen bizim annemizsin, Allah’ın Resulünün gecesinden haber verir misiniz?” deyince, bu söylemiş olduğum tesbihatı öğretti. Hatta şunu söyledi Ayşe Validemiz:

“Ben gündüz güneşte iğnemin deliğine takamamış olduğum ipi, Hazreti Peygamberin vücudunu mesh ederken, bunları okurken çıkan nurdan, iğnenin deliğine ipimi takardım.” Bu birinci husus, ikinci husus Cennet Mekân’ın kendisinden bizatihi dinlemiştim. Hazreti Fatıma Annemiz ellerini gösteriyor Aleyhisselatü Vesselama “Ya Rasulullah bu buğdayı, bulguru çekeceğim diye değirmenden avuçlarım patladı. Ne olur bana şöyle bir köle yok mu? Hizmetime versen çok zor oluyor.” deyince Efendimiz (aleyhissalatü vesselam); “Olmaz kızım. Altı yüz, yedi yüz tane ashab-ı suffe var. Çok büyük ihtiyaçları var. Onlar böyle perişan bir haldeyken bir köleyi alıp da senin himayene vermem, benim peygamberliğime yakışmaz. Bu olmaz. Ancak sana şu kadarını tavsiye edeyim ki biraz önce söylemiş olduğum tesbihatı, yatmadan önce yapacak olursan kızım, Allah’ın izni ile Allah seni ölene kadar, ihtiyarlığın dâhil olmak üzere, ölene kadar hiç kimseye muhtaç etmez” diyor.

Hani Anadolu’muz da diyoruz ya “Ele eteğe düşürme Ya Rabbi” diye ele eteğe düşmek istemeyen varsa Efendimizin (aleyhissalatü vesselam) bu tavsiyesine kulak versin inşallah-ü teâlâ.

Bir de Efendim namaz ile ilgili hassasiyet gösterirdi. Onları da söyleyivereyim. Sabah Duha namazı kılardı. İşrah namazından sonra kaylule uykusuna yatar. Saat dokuz buçuk, on sularında dört rekât, iki rekâtta bir selam verir namaz kılardı. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Duha namazına devam eden evvabindir.”, “Evvabin kimdir Ya Rasulullah.”, “Allah’a gidenlerdir” buyuruyorlar. Aleyhisselatü vesselam Efendimiz “Öğle namazının son iki rekâtını dört rekât kılana cehennem ateşi haram kılınmıştır” buyuruyor. Yine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim akşam namazından sonra altı rekât Evvabin namazı kılacak olur ise, anasından doğduğu gün gibi günahları af olur” buyuruyor. Abdullah Babam Evvabin namazıyla ilgili “Bütün peygamberlerin kılmış olduğu namazdır” buyururlardı.

Cennet Mekân, “Yatsı namazının son iki rekât sünnetini de dört rekât olarak kılın. Eğer böyle yapacak olur iseniz hayırlı evlatlar listesine yazılırsınız.” derdi. Şimdi yine türediler çıktılar. Üç vakit namaz vardır, falan diyorlar. Cennet Mekân’la sohbet ederken demişti ki “Oğlum bazı ihtiyarlar namaz bizden sakıt oldu. Unu eledik eleği astık, diyorlar. Bu hususta ne dersin” deyince, Efendim siz daha iyi bilirsiniz, dedim. Dedi ki mübarek: “وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ – Ölüm sana gelinceye kadar ibadet ve taatlerine devam et” (Hicr/99) diyor ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ. Sakın ha oğlum! Öğle namazı vakti girmiş olsa, sen de öğle namazının vaktini geçirmiş olsan, emri hak vaki olup ölmüş olsan, Allah o öğle namazının hesabını senden sorar, derdi.

Cennet Mekân, asla ve asla namazdan taviz verdirmezdi. Ancak şunu söylerdi: “Namazlarınız ihlas ile kılınmadığı için miraç olmuyor. Muallakta kalıyor. Onun için evladım yapmış olduğunuz zikrullahı veya kılmış olduğunuz namazları muhakkak ki başta Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) olmak üzere bütün peygamberlere ‘Silsile-i Şerife’mize muhakkak bağışlayın. Çünkü namazınızın, zikrinizin nuru alnınızda durur. Şeytan-ı aleyhillane o nuru alabilmek için uğraşır durur. Ama siz onu bağışlayacak olursanız şeytan sizden ümidini keser.”

Hala Cennet Mekân Abdullah Babam, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin Efendimizin bir gün beraber bir seyr-i sülûğundan bahsetti. Gerçi Yunus Emre “Mürşid-i kâmilin sırrını sakla. İlikten, kemikten, kandan içeru” diyor. Ama insanlığa faydası olduğu için söylüyorum. Hazreti Hasan’la Hazreti Hüseyin Efendimiz âlem-i manada baktılar ki namaz kapısında, oruç kapısında, zekat kapısında, sadaka kapısında, hac kapısında insanlar hep fevc fevc duruyorlar. Bir kapının boş olduğunu gördüler. Dediler ki “Bu kapı ne kapısıdır?”, “Burası hiçlik kapısıdır.”, “Hiçlik kapısına insan nasıl ulaşır.”, “Bütün yaptığı ameliyelerin sevabını bağışlayacak olursa o hiçlik kapısından içeri girer.” dediler. Düşünsene oğlum, derdi, Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselama gittiler, dediler ki “Ya Muhammed (aleyhissalatü vesselam) falanın oğlu falan ümmetinden falanın oğlu falan bugünkü öğle namazının sevabını Sana bağışladı derse, Allah’ın Rasulünün cevabı ne olur, derdi. Rahmet Peygamberi “Ya Rabbi ümmetimden falanın oğlu falana yedi yüz misli, yedi milyon karşılık ver Allah’ım.” der mi? Ben zannediyorum ki Rahmet Peygamberi olduğu için der Efendimiz aleyhissalatü vesselam. Öyle olunca Efendim Cennet Mekân’ın bu tavsiyesine de inşallahu Rahman uyalım da inşallah eksiklerimizi tamam etmiş olalım.

Onlar vazifesinin başında elhamdülillah. Efendi Hazretleriyle ilgili yüzlerce mesele anlatabilirdik. Kerametleriyle ilgili yaşanan olağanüstü haller ile ilgili, ancak bu kadarını yeterli görüyoruz. Şu kadarını söylüyorum: Allah’ın zikrini yapınız ve insanlara telkin ediniz. “وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى – Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirecek olursa dar bir geçim veririz.” (Tâhâ/124) Burada  “مَع۪يشَةً ضَنْكاً ifadesi sadece yemekle ekmekle alakalı değildir. Gönül darlığı meydana getirir. Hanzeb şeytanı sürekli vesvese gönderir. Hannas şeytanı sürekli görüntü gönderir ve insanı yoldan çıkartır. “اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ – Şeytan sizi fakirlikle korkutur.” (Bakara/268) diyor. Zira Kur’an-ı Kerim’de yüz otuz üç yerde şeytana dikkat edilmesi hususunda Allah’ın ikazı var. Çünkü kalbimizde havatır dediğimiz bir yön var. İlham-ı Rabbani var. Allah’tan gelen bir kapı var içimizde.”  “هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ – Allah müminin kalbine sekine indirir” (Fetih/4) diyor. Sonra “وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ” (Şems/7-8) İlham kapısı vardır. Meleklere aittir. Nefis kapısı vardır. Hevacis kapısı vardır. “إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ – Nefis şiddetli şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) Bir de visvas kapısı vardır. “مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ – Vesvese veren Hannas şeytanı ki” “الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ  Ki o, insanların kalplerine hep vesvese verir.” (Nas/4-5) diyor.

Ve Efendim Cennet Mekân, Allah’ı zikretmedikleri için toplumda korkunç intiharlar göreceksiniz derdi. Bugün antidepresan ilaçlarının sebebi Allah’ı zikretmedikleri için: “الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم – Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı zikriyle huzura erer.” (Ra’d/28) ayet-i kerimesini tanımadıkları için, diyor. Rabbim zikrinde daim kılsın inşallahu Rahman. Onlar vazifesinin başında inşallah biz gereğini yerine getirelim.

Belh diyarı; Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin doğmuş olduğu, babası Bahaeddin Veled Hazretlerinin “Sultan-ul Ulema” lakabını aldığı ve büyük büyük dedesi İbrahim bin Ethem’in tahtının ve tacının olduğu belde. Orada bir âlim zat var. Kendisi Mesnevi Şerif ile ilgili; Arapça, Farsça ve İngilizce olarak, dünyanın birçok yerinde konferanslar veren bir kardeşimiz. Mevlana Hazretlerine âşık olmuş, Kadiri, Rufai tarikatlarına gidiyor. Ama “Mevlana Hazretlerinin memleketinde Mevlevilik yok” diye gece gündüz ağlarmış bu adam. Büyük bir âlim.

Bir gece rüyasında Mevlana Hazretleri; “Konya’ya gel.” diyor. Bunlarda bir heyet halinde Konya’ya geliyorlar. Mevlana Hazretlerini ziyaret ediyor. Yarım saat falan ağlamış yanında. Sonrada yanından gülerek ayrılmış. Mevlana Hazretleri diyor ki “Evladım taa Belh diyarından geldin, hoş geldin. Şu yanımdaki duran zatın ismi Abdullah Baba’dır. Şu yanında ki duran da bizim vekilimizdir. Adı da falandır. Bizim yolumuz Abdullah Baba’nın usulleriyle devam eder. Şimdi ikamet ettiğin yere git. Orada falancanın ismini sor. Sana söyleyecekler. İstediğin orada verilecek.” diyor.

Sevinerekten ayrılıyor. Otele varıyor, otelde soruyor. Gerekli cevabı aldıktan sonra orada diyorlar ki “Evet, biz onları tanıyoruz. Mevlana Hazretlerinin arkasında Abdullah Baba Vakfı var. Şems ve Mevlana Derneği var. Orada bulunurlar.”

Heyet halinde Abdullah Baba Vakfı’na geliyorlar. Konya’da elli altmış kişinin içerisinde o âlim zat, Mevlana Hazretlerinin işaret ettiği üzere, koşaraktan varıyor. Ağlayarak sarılıyor: “Sizin adınız falan falandır. Mevlana Hazretlerinin, Abdullah Baba’nın selamı var. Bana ders verecekmişsiniz.” diyor. Garip olan da şu, o zat da onun geleceğini bir gün önce rüyasında görüyor. Ve o insana ders verildi.

Şu anda Afganistan’ın Belh şehrinde Abdullah Baba Hazretlerinin dergâhı devam ediyor elhamdülillah.

Hani diyor ya:

“Kim Ahmet seni uzaktan tanır.

Kimi yaklaşır da kör olur gider” diye.

Rabbim kör olup gidenlerden eylemesin inşallahu teâlâ.

Üstadımızın himmetinden feyzinden bereketinden ayırmasın. Devletimize, milletimize, askerimize kuvvet, kudret versin.  İnşallah-u teâlâ ahir zaman fitnelerini Üstadımızın himmet ve feyziyle aşmayı nasip ve müyesser eylesin. Rabbim hepimizden razı olsun. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun.

Esselâmu aleyküm.

Abdullah Baba Hz.lerinin 13. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.

“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” [1]

Vahdet İlinden Tenezzül Eyleyip Dünyamızı Şereflendiren, Marifet İlinin Padişahı, Yirmi Birinci Asrın Aşk Membâı Muhterem Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin ahirete irtihalinin 13. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim Üstadımızın himmetinden, feyzinden, bereketinden, hikmet denizinden bizleri ayırmasın inşallahu Rahman.

“Ahir Zaman” fitnelerinin ayyuka çıktığı bir zamanı yaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanında Müslümanlar tarifsiz ezâ ve cefâ çekiyor. İnsanlığın atası Âdem aleyhisselam döneminden beri süre gelen hak ile batıl mücadelesi, her geçen gün şiddetini arttırarak devam ediyor. Kuvvet ve kudretiyle tüm mahlûkata hükmeden Rabbimiz Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Azimüşşan’da yaşadığımız bu hadiselere ışık tutarak şöyle buyuruyor:

“İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.” [2]

Allah-ü Teâlâ imanımızdaki sadakatimizi ölçmek, bizleri sınamak ve kâinatta Allah’ın şahitleri olabilmemiz, şehitlik mertebesine erişebilmemiz adına bazı kâfirleri bize musallat eder. Bazen kâfirleri Müslümanlara galip getirir bazen de Müslümanları kâfirlere galip getirir. Dünya kurulduğundan beri bu düzen böyle devam etmiştir. Çünkü bu âlem “Dârul İmtihan”dır, “Dârul Fiten”dir. İmtihan âlemidir. Rabbim güzel sonuçlarla Kendisine varmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin.

Tabi cereyan eden hadiselerin temeline baktığımız zaman, bu hadiselerin ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bir parçası olduğunu görüyoruz.

İlm-i Ledün Sultanı Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri bu meseleyi izah ederek:

“Ehli küfrün gözü her zaman Türkiye’nin üzerindedir. Bunun sebebi; kâfirlerdeki Osman Gazilerin, Fatihlerin, Yavuzların ve Kanunilerin evlatlarının, İslâmî bir dirilişle tekrar küfür âlemine tahakküm edeceğinin korkusu ve endişesidir.” buyururlardı.

Maneviyat Güneşi Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri, Medine-i Münevvere‘de Ebu Bekir (ra) Hazretlerinin evladından mürşidi kâmil bir zatı ziyaret ediyor. O zatın, Efendim Hazretlerine hususi bir şekilde hürmette bulunması ve hizmette kusur etmemesi etrafındakilerin çok dikkatini çekiyor. Kendisine, “Efendim Abdullah Baba Hazretlerine göstermiş olduğunuz hususi hürmet ve hizmetin sebebi hikmeti nedir?” diye sormaktan kendilerini alamıyorlar.

O Mübarek kalpleri titreten şu muazzam cevabı veriyor:

“Bu meclise manevi olarak Allah’ın Resulü Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hulefâ-i Raşidin Hazretleri ile gelen bir zatın yanında oturuyorsunuz. Duasını isteyiniz.

Sonra Üstadımıza dönerek can-ı gönülden şöyle buyuruyor:

“Allah-ü Teâlâ sizleri o kadar çok seviyor ki Türkiye’yi o kadar çok seviyor ki…” 

Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri:

“Deliliniz nedir? Bizi sevdiğinin alâmeti nedir?” 

O zat da şöyle cevap verdi:

“Cenab-ı Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz Konstantiniyye’nin fethini müjdeledi. Bu müjdeye mazhar olabilmek için öyle kimseler talip oldu ki, Allah-ü Teâlâ nasip etmedi. Ancak atanız Fatih Sultan Muhammed Han Hazretlerine Rabbim lütfetti.  

Ne yazık ki Osmanlı’yı Abdülhamit Han Hazretleri döneminde uyuşturdular. Eğer Osmanlı’yı bir  aslana benzetecek olursak size bir uyuşturucu iğne vurdular. Uyuşuk bir halde idiniz. Ancak şimdi o aslanın ön ayakları kalktı. Sırada arka ayakları var. Arka ayakları da bir kalkarsa ki Allah-ü Teâlâ aslanı ayağa kaldıracak. Ümmeti Muhammed’in başına yine sizler geçeceksiniz.” Onun için Rabbim bu gayeyle o güzel günleri bizlere görmeyi nasip ve müyesser eylesin.

Osmanlı padişahlarının hepsinin başında bir mürşidi kâmil vardı. Mürşidi kâmillerin işaret ettiği şekilde hareket ettikleri için altı yüz küsur sene dünya hâkimiyetini sağladılar. Osmanlı Devleti, mürşid-i kâmillerden uzak kalmaya başlayınca da çöküş dönemi vuku bulmaya başladı. Zira Osmanlı’nın temelini maneviyat atmıştı. Bu hususta rivayet odur ki;

Ertuğrul Gazi Hazretleri, oğlu Osman Gazi ile Konya Selçuklu Sarayını ziyarete gitmişti. Bu sırada Konya’nın manevi mimarı Mevlâna Hazretlerini de ziyarete ediyorlar. Mevlâna Hazretlerinin sohbet meclisine ve zikrullah halakasına katılıyorlar. Daha on dört veya on beş yaşlarında bir delikanlı olan Osman Gazi Hazretleri ve Mevlâna Hazretleri dua ediyor. Mevlâna Hazretleri duanın arkasından şöyle buyuruyor:

“Evladım öyle bir hükümdarlık kuracaksınız ki adı Devleti Âliye’yi Osmaniye olacak. Rabbim Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri altı asır senin evladını dünyaya hâkim kılacak. Allah, devletini mübarek etsin.” 

Onun için Osmanlı Devletinin temelinde de maneviyatın himmeti ve duası vardır. Bu itibarla, maneviyat erbabının olmadığı dönemlerde hep hüzün, hep gözyaşı ve hep zulüm görülmüştür. Rabbim, Üstadımızın himmet ve feyziyle bizleri bu sıkıntılı zamanlardan selamete çıkarsın inşallahu Rahman.

Peki, günümüzde vuku bulan hadiseler böyle cereyan edip gidecek mi? Belki daha beter hadiseler yaşanacak. Ancak Allah-ü Teâlâ’nın izni inayetiyle âti (gelecek) İslam’ın, akıbet muttakilerin olacaktır.

Peki, Müslümanlar olarak bizim bu zaman dilimi içerisinde ne yapmamız gerekiyor?

Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) elinden ve eteğinden tutmamız gerekiyor. Bu ümmet ne zaman ki Hazreti Peygamber’den uzak kaldı, yolunu ve izini şaşırdı.

Günümüzde iman ettiğini söyleyen öyle zümreler türedi ki havsalalar alır gibi değil. Kimisi, “Allah’ın benim ibadet ve taatime ihtiyacı yok ki” diyor. Ötekisi, “Siz, bizim kalbimize bakın kalbimize, örtüyle, şunla bunla İslam olmaz” diyor. Bir başkası da, “Ben insanları öldürerek sevaba gireceğim, Cennete ulaşacağım” diyor. Diğer ayrılıkçılar da türlü türlü sözler söylüyor. Oysa İslam dini, “Tevhit” dinidir. Sana göre İslam, bana göre İslam olmaz. Biz, Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam nasıl iman ettiyse o şekilde iman etmek mecburiyetindeyiz. Burada keyfiyet değil, zaruret vardır. Onun içinde Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Ey Ashabım size iki şey bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı Kur’an, ikincisi Benim Sünnet-i Seniyye’mdir. Kim bunlardan bir tanesini terk edecek olur ise delalete düşer” buyurmuştur.

Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri de bu fitneciler hakkında;

“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar.” [3]

“De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” [4] buyuruyor.

Yani “Allah’ın kitabı Kur’an’a, Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnet’ine tabi olun. Eğer yüz çevirirseniz, Allah, o kâfirleri asla ve asla sevmez” buyuruyor. Öyle olunca Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam Efendimizin yoluna biz bende oluruz, kurban oluruz. Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam ve ashabı nasıl iman ettiyse biz öyle iman ederiz. Misal verecek olursak:

Ashabın ileri gelenlerinden Sıddık-i Ekber Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh):

“Ya Rasulullah! Benim şu gözümün gördüğünün hiç bir önemi, kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Ya Rasulullah! Sizin ağzınızdan çıkan, benim için elzem olan şeydir.” buyurarak Efendimiz aleyhissalatü vesselama imandaki sadakatini çok net ve veciz bir şekilde göstermiştir.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam vefat etmişti. Naaşı yıkanıp defin için hazırlanmıştı. Gönlü alev alev yanan Hazreti Ömer radıyallahu anh, Efendimizin naaşının yanına dizüstü oturmuş:

“Ya Rasulullah! Allah-ü Teâlâ; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” [5] ‘Bana iman etmek isteyen Muhammed’ime tâbi olsun’ diyerek Senin fazâil ve kemâlâtını yüceltmiştir. Ya Rasulullah! Öteki âlemde de Cehennem ehli; “Keşke Allah’a ve Resule itaat etseydik” [6] diye nedametini bildirecek. Onlar böyle söylerlerken bu Ömer nasıl ağlamasın!” diye gözyaşları döküyordu.

Onun için “Ya Rabbi! Hazreti Ebu Bekirlerin, Ömerlerin, Osmanların ve Hazreti Alilerin iman neşesine bizleri de ulaştır.” diye dua ediyoruz.

Allah-ü Teâlâ Hazretleri, Efendimize ümmetinin şu anda yaşadığı ve yaşayacağı durumları âlemi mânâda göstermişti. Ümmetinin bu çetin imtihanlarını gören Rasulullah Efendimiz mahzun olmuş, ümmet-i için endişe duymuşlardı. Burada sözü Asrımızın Mevlana’sı Üstadımız Abdullah Baba Hazretlerine bırakıyorum:

“Cibril-i Emîn, A’raf suresinden, Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardı.” [7] ayeti kerimesini getirince Efendimiz mahzun oldular, üzüldüler. Hâbir ismi ile haberdar olan Allah-ü Teâlâ dedi ki;

‘Ey Cibril Muhammed’imi mahzun kılan durum nedir?’

Cibril-i Emin Efendimize sorunca Efendimiz Allah-ü Teâlâ Hazretlerine niyaz ederek;

İlahi Ya Rabbi! Bu güne kadar iki yüz yirmi dört bin peygamberini, kullarını irşat için gönderdin. Ben ise hem bütün insanlara ve cinnilere gönderildim. Benim ümmetimin hem ömrü kısa, hem de günahkâr. Onların hali nice olur! Sen bilirsin Ya Rabbi! Gafur’ur Rahîm’sin, Ya Rabbi!” dedi.

Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ: 

“Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.” [8] ayeti kerimesini indirince Efendimiz mütebessim oldular, sevindiler.”

Cibril-i Emin şöyle devam etti: Ya Rasulullah dahası var;

“Senin ümmetinin âlimleri, Şeriat’la amel edip, Tarikat’a sülûk eden, ihlâslı, takva olan âlimlerdir ki, bunlar Senin varislerindir. Veraset-ül Enbiyadır. Bunlar beni İsrail peygamberlerinin muadilidirler.”

Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalatü vesselam daha çok sevindi. Sahabeyi kirama döndü ve dediler ki, ‘Ulemâi ümmetike enbiyâi beni İsrail: Benim ümmetimin evliyaları İsrail oğullarının peygamberleri gibidir’

Bu kutsi hadise bazen de ‘Evliyau ümmitike enbiyai beni İsrail’ şeklinde de mana veriliyor. Rabbim, o manaya ulaşmış olan zatların şefaatlerini üzerlerimizde daim kılsın inşallahu Teâlâ.

Bu ilâhi müjdeye mazhar olarak mürşid-i kamillik makamına ulaşan yani Efendimizin varisi olan zatlardan ilki Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anhdır. Hicret esnasında mağaradayken Hazreti Ebu Bekir’in telaşlandığını gören Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Mahzun olma ya Ebu Bekir! Allah bizimle beraberdir. Dilini damağına yapıştır. Allah’ı zikirde daim ol. Kalbini de kalbime rabdet ki Rabbimin füyuzat-ı rabbaniyesi gönlüne, kalbine şerha şerha insin.” buyurmuş ve ona kalb-i zikri telkin etmiştir. Efendimizin manevi terbiyesi altında Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretleri, kemâlât makamına erişince o neşe ile “Allah’ım, beni o kadar büyüt ki Cehennemi doldurayım da La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah diyen hiç kimse Cehenneme girmesin” diye dua etti.

Hazreti Ömer Efendimiz de mürşidi kâmil bir zat idi. Efendimiz aleyhissalatü vesselam, ona, dili ile nefesini tutarak vurgulu bir şekilde zikrullahı telkin etti. O mübarek nefsini terbiye edip kemâle erince Efendimiz aleyhissalatü vesselam şöyle buyurdular;

“Benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı o, Ömer olurdu.”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam harfsiz ve kelimesiz olarak zikrullahı Osman-ı Zinnureyn Hazretlerine telkinde bulundu. Hazreti Osman Efendimiz de kemâlât makamına ulaşarak Allah-ü Teâlâ Hazretlerinde fâni oldu. Böylece Rasulullah Efendimizin hakikî varisi oldu. Burada Aşk Eri Mevlana Hazretlerine müracaat ediyoruz. Mevlana Hazretleri, Hazreti Osman Efendimizin bu hususiyetini şöyle ifade ediyor:

“Hilafeti döneminde Hazreti Osman Efendimiz kürsüye çıktı. Sahabeyi kirama vaazu nasihat ediyordu. Vaaz esnasında “Elhamdülillahi Rabbil Âlemin” dedi. Sahabeyi kiram ağlamaya başladı. “Essalâtü vesselâmu alâ rasulinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn” dedi. Sahabeyi kiram hıçkırıklara boğuldu. Osman-ı Zinnureyn orada konuşamadı, kürsüden indi. Mevlana Hazretleri burada sual ediyor “Acaba orada Hazreti Osman ne konuştu da sahabe ne anladı?” ve devamında sualini cevaplayarak ve şöyle buyuruyor; “Hazreti Osman Nuru Muhammediye’yi temsil ettiği için orada Nuru Muhammediye’si ile bir göründü de sahabelerin tamamı mest-ü hayran oldu.”

İşte Efendimiz aleyhissalatü vesselamın varisi, temsilcisi olan mürşid-i kâmillerin böylesi hususiyetleri vardır.

Kendisi de mürşid-i kâmil olan Mevlana Hazretlerinin şu ifadeleri bunu daha iyi izah eder:  “Bugün Ahmet benim dünkü Ahmet değil, bugün Muhammed Mustafa’nın Nuru benim. Fakat ben Muhammed Mustafa değilim. Ben, bugün Allah’ın sıfatları ile görünen bir şahsiyetim ama haşa Allah değilim” Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, Hazreti Ali (keremallahu veche) Efendimize “7 Sahih” verdikten sonra şöyle buyurdu:

“Ya Ali! Benim yaptıklarımı yap. Şeriat Allah’ın emir ve nehiyleridir. Benim sünnetim de Allah’a vuslat kapısıdır. Kelime-i tevhidi oku, Allah’ı zikret ya Ali!”

Hazreti Ali Efendimizde kemâlât makamına Mekke-i Mükerreme’de erişti. Efendimiz aleyhissalatü vesselam Mekke’yi fethedince Kâbe-i Muazzama’nın içerisine girdiler. Elinde asası ile Hak geldi batıl zail oldu.” (İsrâ/81) ayeti kerimesini okuyor ve bütün putları yüz üstü çeviriyordu. Bir put vardı ki, Efendimiz aleyhissalatü vesselam bir türlü putu yere indiremiyordu.

Efendimiz:

“Ya Ali! Omzuma çık da şu putu indiriver.”

Hazreti Ali Efendimiz:

“Ya Rasulullah! Hayâ ederim. Siz, benim sırtıma çıkın.”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Arz Beni zor taşıyor ya Ali, sen nasıl taşıyacaksın. Ya Ali! Emir, edebin üstündedir. Omzuma çık.” buyurdu.

Hazreti Ali Efendimiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin omzuna çıktı. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın omzunda iken o büyük putu aşağıya indirdiler. Bir ara Hazreti Ali Efendimizin yüzü sarardı ve titremeye başladı. Rasulullah Efendimizde bu hali hissedince yukarıya doğru mübarek cemalini kaldırdı:

“Ne oluyor ya Ali!” dedi.

Yaşadığı muazzam hal içinde Hazreti Ali Efendimiz, “Yere bakıyorum “Kadem-i Rasulullahı” görüyorum. Karşıya bakıyorum “Cemal-i Rasulullahı” görüyorum. Yüzünüze bakıyorum “Allah’ı görüyorum ya Rasulullah” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalatü vesselam büyük bir memnuniyetle:

“Allah’tan ve Benden başka Ali’yi, Ali ile Benden başka Allah’ı bileniniz yoktur.” buyurdu.

Daha burada bahsedemediğimiz sahabeyi kiramdan birçok zat, Fenafillah makamına ulaşarak Rasulullah Efendimizin varisi olmuş, mürşidi kâmillik makamına ulaşmıştır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin tatbik ve telkin ettirmiş olduğu usuller ile nefsini terbiye ederek mürşid-i kâmillik makamına ulaşan birçok zat vardır. Selman-ı Farisiler, Hasan-ı Basriler, Sırrî-i Sekatiler, Cüneyd-i Bağdâdîler, Abdülkadir-i Geylaniler, Rufailer, Bedeviler, Dussukiler, Mevlanalar, Abdullah Babalar, Kuddusi Babalar… Bunların hepsi mürşidi kâmillik zincirinin müstesna halkalarıdır.

Özellikle dikkat edin; çaycıdan, çorbacıdan, dalkavuklardan bahsetmiyorum. Allah’ın sıfatlarında fani olmuş, sîretine ve suretine şeytanın giremeyeceği, Rasulullah Efendimizin hakîkî varisi olan zatlardan bahsediyorum.

Mürşid-i kâmiller, insanları nefsin ve şeytanın esaretinden kurtararak kâmil imana eriştirmek, kâmil insan yapmak için manevi olarak vazifelendirilmiştir. Onlar, Efendimiz aleyhissalatü vesselama varis olmuş şahsiyetlerdir.

Günümüzde bazı profesörlerden; (Allah muhafaza) “Allah ile kulun arasına kimse giremez” gibi söylemler işitiyoruz. Eğer hakikat böyle olmuş olsaydı, Allah, Kuran-ı Azimüşşan’ı kulunun kalbine indirmekten aciz miydi? Niye Muhammed-ül Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi bizim önümüze rehber koydu? Neden “Muhammed’im size neyi veriyorsa onu alın, neden sakındırıyorsa ondan da kaçınınız.” [9] diye emretti? Allah bize şah damarımızdan yakın değil mi? Tabi ki yakın. Öyle olmasa Allah olur mu? Ama ne acıdır ki kul Allah’a uzak… Bakınız, bu âlem vesileler âlemidir. “Siz vesileye yapışınız” buyuruyor Cenab-ı Hak. Hastalandığımız zaman doktora gidiyoruz. “Şâfi” olan Allah-ü Teâlâ değil mi? Biliyoruz ki o doktor, Allah’ın yaratmış olduğu şifa sıfatını okumuştur, kendini geliştirmiştir ve Allah’ın “Şâfi” ismine mazhar olmuştur. İşte Allah’ın evliyaları da Allah’ın veli isminin mazharı olan şahıslardır.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, “Fatiha’yı Şerife’siz namaz olmaz” buyuruyor.

Namazda Fatiha’yı Şerife’yi okurken:

“Allah’ım, bizi doğru yola ilet. Allah’ım doğru yola ulaştırdığın in’âm ve ihsan ettiğin kulların yok mu? Onların yoluna ulaştır.” diyoruz.

Peki, Allah’ın in’âm ettiği, ihsan ettiği kulları kimler;

“Kim Allah’a ve Resulüne tabi olursa Allah’ın in’âm ve ihsan ettiği kullarıyla beraber olur.”

Kim onlar? 

“Onlar peygamberler, şehitler, salihler ve sadıklardır. Onlar ne güzel yoldaştır ne güzel arkadaştır.” [10] buyuruyor.

Onun için, Üstadımızın yolundan ve izinden göz açıp kapayıncaya kadar bizi ayırma Allah’ım.

Mezhep sahibi, emsalsiz alim İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri hangi ilmi eksik bıraktı da “Cafer-i Sadık Hazretlerine varmasaydım hüsrandaydım” dedi.

İmam-ı Şâfi Hazretleri, İmam-ı Ahmet Bin Hanbelî Hazretleri ikisi de mezhep sahibi olmalarına rağmen, çoban olan Şeyban-ı Râî Hazretlerinin dizinin dibine oturup da neyi tahsil ettiler? İlmi olmayan Şeyban-ı Râî’den ne aldılar?

Öteki taraftan Ümmü Sinan Hazretleri, adı üzerinde ‘ümmî’ ilmi olmayan zât demektir. Dönemin dev âlimi Niyazı Mısrî Hazretleri, ilmini bir tarafa bırakıp Ümmü Sinan Hazretlerine müntesip oldu da neyi tahsil etti?

Niyazı Mısrî Hazretlerinin mısraları versin cevabı:

“Savm u salat hac ile,

Sanma zahit biter işin.

İnsan-ı kâmil olmaya,

Lazım gelen irfan imiş.”

 

Yani “Siz Kur’an ilmini bir hocadan, hadis ilmini bir muhaddisten, İslam hukukunu bir fakihten öğrenebilirsiniz. Ama insan-ı kâmil olabilmeyi ancak bir “Mürşidi Kâmil”den tahsil edebilirsiniz.”

Onun için Aşk Eri Mevlana’mız yüzyıllar ötesinden yeryüzünü titreten şu ifadelerle gönüllerimize seslenir:

“Ey Allah’ı arayan kişi! Allah’ı yırtık kitaplarda, tozlu raflarda bulamazsın. Allah’ı bulmak istiyorsan; “Dağlara, taşlara, engin denizlere sığmam. Mü’min kulumun kalbine sığarım.” dediği, gönlü nazargâhı ilâhî kıldığı bir mürşidi kâmilin gönlünde ara.”

Ya Rabbi! Cennet Mekân Üstadımızın yolunda ayağımızı sabit kıl.

Maalesef, mürşidi kâmil olan zatların, evliyaullahın varlığını inkâr için öyle çok çalışıyorlar ki… Toplumumuzu mürşid-i kâmillerden, evliyaullahtan, onların sevgi ve muhabbetinden uzak tutmak için büyük gayret sarf ediyorlar. Çünkü bunlar bizim manevi dinamiklerimizdir. Toplumumuzun, ülkemizin bu manevi dinamikleri yavaş yavaş ayağa kalktığı için kâfirde ayağa kalkıyor, “Osmanlı ruhu tekrar geliyor?” diye telaşa kapılıyor.

Ecdadımız öyle değil miydi? Şeyh Edebali Hazretlerinin himmet ve feyzi altında Osman Gazi Hazretleri yürümedi mi? Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri, Akşemseddinlerin manevi terbiyesinde yürümedi mi? Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerinin vb… Bütün Osmanlı Sultanları bu manevi dinamiklerle yetiştiler ve hareket ettiler.

Ülkemizde de elhamdülillah bu diriliş muştusu ortaya çıktığı için kâfirin tâ orada dizleri titremeye başladı. Sebep nedir biliyor musunuz? Şöyle ifade edelim:

Cenab-ı Peygamber aleyhissalatü vesselam Hazretlerine verilip diğer peygamberlere verilmeyen beş husus vardır. Efendimiz bunlardan birini şöyle ifade ediyor:

“Eğer (kâfirler) ümmetimde bir uyanış bir hareket görecek olursa; Benim imanımın, Benim ümmetimin imanının korkusunu dünyanın öteki ucundan hissederler” Onun için şu anda Batı’da Osmanlı’nın tekrar ayağa kalkması endişesi ve korkusu vardır. Rabbim inşallahu Rahman; “Hansların, Conilerin acziyet içerisinde kalıp bize sığındıkları günü göstersin.” diye dua ediyoruz.

Söz “Mürşidi Kâmil”di ya bu hususta geçen haftalarda Konya’da irad edilen bir hutbeye reddiye olsun diye, bir iki söz söylemek istiyorum. Hutbede özetle, “Hazreti Peygamber’den başka kimse sahih rüya göremez. Gaybı Allah’tan gayrı kimse bilmez. Keramet yok.” gibi sözler sarf ettiler. Şöyle ki, “Gaybı Allah’tan gayrı kimse bilemez, amenna ve saddakna” ayeti kerimede:

Allah’tan gayrı gaybı kimse bilmez, Allah’ta gaybını kimseye bildirmez” [11] buyuruyor. Ayetin devamında:

Ancak razı olduğu resul müstesna” [12]

Dikkat ediniz burada “resul”den kast olunan “peygamber” değildir. Resul genel bir ifadedir. Çünkü ayeti kerimede Rabbimiz:

“Allah, meleklerden ve insanlardan resuller seçer” [13] buyurmuştur.

Hepimiz Yasin-i Şerif’i okuyoruz. Yasin-i Şerif’in ikinci sayfasında Allah-ü Teâlâ Hazretleri:

“Onlara  ashab-ı karyeden şehir halkından misal ver. Biz onlara mürsel gönderdik iki kişiyi gönderdik” [14] buyurmuştur. O iki kişi İsa aleyhisselamın havarilerindendir. Buradan anlıyoruz ki resul kelimesi, sadece peygamber manasına gelmiyormuş. Dolayısıyla hiç şüphesiz Allah-ü Teâlâ razı olduğu kullarına gaybı bildirir. Ehlisünnet vel Cemaat’in bu husustaki anlayışı şudur:

Gaybı Allah bilir. Dilerse Allah kuluna bildirir. Efendimiz aleyhissalatü vesselam buyuruyorlar ki; “Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi.” (Yani, hadiselerden haber veren keşif keramet sahibi insanlar vardı.) “Ömer de O kimselerdendir” [15]

Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri ile Konya’da bir meclisteydik. Zikrullah yapıldı. Cennet Mekân zikrullahtan sonra müsaade etti. Bazı arkadaşlar yanında kaldık. Otururken bir sessizlik oldu. Cennet Mekân Abdullah Baba’m döndü dedi ki.

“Oğlum şu Müslümanlara eziyet eden Raşit Dostum yok mu? Afganistan’da şu anda karargâhını bombaladılar.” Biraz durdu, “Öldü diyecekler ama o ölmedi. Türkiye’ye getirip burada tedavi edecekler.” dedi.

Tabi Efendimin zaman zaman bu tür çıkışları olurdu. Eve geldik, televizyonu açtık. İlgili bir haber göremedik. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra tekrar haberlere baktığımızda “Raşit Dostum öldü” diye alt yazı geçti. Efendim dedi ki “Oğlum böyle diyorlar ama değil” O gün akşam oldu. “Raşit Dostum’u Katar Hastanesine getirdiler” diye, haberleri dinledik.

Şunun ısrarla altını çiziyorum; Konya neresi, Kabil neresi, mezarı şerif neresi. Bu hadiseler vuku bulurken biz, Cennet Mekân Abdullah Baba’mla Konya’da herhangi bir evde oturuyorduk. Demek ki Allah-ü Teâlâ dostlarına bildirdiği zaman evliyaullah da bilir. Ne diyordu Rabbimiz: 

“Kulumu sevdiğim zaman, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O, Benimle görür. Benimle işitir. Benimle tutar. Benimle yürür. Bana sığınırsa onu himaye ederim. Benden bir şey isterse kendisine veririm.” [16] Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallahu Rahman.

Rüya haktır kardeşlerim. Peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Vahiy yirmi üç yılda geldi. Yirmi üç yılı kırk altıya böldüğünüz zaman altı ay ortaya çıkar. Vahyi ilâhî Efendimize altı ay rüya yoluyla geldi.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Benden sonra mübeşşirat kapısı açıktır, Nübüvvet kapısı kapalıdır.” buyuruyor.

Sahabe:

“Nedir Ya Rasulullah mübeşşirat kapısı?” dediklerinde.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ümmetimin görmüş olduğu sahih rüyalardır” buyuruyor.

Rüyayı Allah-ü Teâlâ dilediğine gösterir. Allah’ın gayrısında kimse rüya gösteremez. Rabbimiz Kur’an-ı Azimüşşan’da rüyadan bize şöyle haber veriyor:

Firavun dedi ki Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum.” [17]

Kim gördü bunu? Firavun gördü. (Firavun eski Mısır’da hem kraldır hem de ilah olduğuna inanılan kişi demektir.) Firavunun rüyası doğru çıktı mı? Allah-ü Teâlâ, Yusuf aleyhisselama rüyanın tabirini yaptırdı. Yedi yıl bolluk, yedi yıl da darlık olduğunu gördü de firavun iman etti. İsmi de “Akineton” oldu. Akineton, Allah’a inanan kimse demektir.

Unutmayınız! Allah, kevni ayetlerini göstermek için kâfir bile olsa rüyayı sahîhâ gösterir. Allah-ü Teâlâ dilediğini dilediğine gösterir. Bundan acziyet duymaz. Zira her şey Allah’ın elindedir.

Kanser hastası olan kardeşlerimizden biri bir rüya görmüştü. Rüyasını şöyle anlattı:

“Beni uzun bir eleğin üzerine yatırdılar. Başta Abdullah Baba’m olmak üzere Geylani Hazretleri, Rufai Hazretleri, Mevlana Hazretleri de dâhil bütün piranlar vardı. Beni o eleğin üzerinden bastırıyorlardı. Eleğin altına etlerimin kıyması çıkıyordu. Çıkan kıymalar aşağıda tekrar bütünleşiyordu. Bütünleşenleri tekrar eleğin üzerine koyuyorlardı. Bu şekilde ezâ ve cefâ çekiyordum. Sabah kalktığımda yatağımın içerisi terden su olmuştu.”

Bu rüyayı Abdullah Baba’ma anlattığımda Asrımızın Maneviyat Sultanı Cennet Mekân buyurdular ki:

“Oğlum, ahirete günahsız gitsin diye, Allah-ü Teâlâ günahlarını ruhuna azap olarak çektirmiş. Şimdi selamete çıkmış inşallah.”

Demek ki insan rüyada imtihan da oluyormuş. Cennet Mekân Abdullah Baba’m bu hususa büyük ihtimam gösterir, dikkat çeker ve:

“Allah, kaderinize tahakkuk etmiş bir bela ve musibet varsa rüyanızda geçirsin evladım” diye dua ederdi. Rabbim şefaatine nail kılsın inşallahu Rahman.

Keramet haktır. Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri, ikram ve iltifat olarak sevdiği kullarına bu şekilde olağanüstü halleri gösterir.

Keramet hususunda Cennet Mekân Abdullah Baba’m şöyle buyururdu:

“Hiçbir peygamber hiçbir evliya, şu iki şeyi yapamaz: Bir topraktan âdemi meydana getirip canlandıramaz. İkincisi babasız bir insanı meydana getiremez.”

Bazılarınızın aklına takılabilir; İsa aleyhisselam çamurdan kuş yaptı, uçurdu diye. Kuşlarda yani hayvanlarda ruh olmaz, onlarda can olur. Ben ruhtan bahsediyorum. Ayet-i kerimede Rabbimiz ruhla ilgili Ruhtan sorarlar. De ki: Rabbimin katında bir ilimdir. Ruh başka bir şeydir. Allah’ın ilahi nevhâsıdır.” [18] buyurmuştur.

Keramete dönecek olursak şüphesiz Rabbimiz evliyasına olağanüstü haller verebilir. Sahabeyi Kiram Efendilerimizden örnek verecek olursak:

Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anh hutbe irad ederken bir ara durdu. Müseylemetül Kezzap isimli sahte peygamberin, Müslimi Havlânî radıyallahu anh Hazretlerini esir aldığını gördü. Müseylemetül Kezzap “İslam dininden dön, dönmezsen seni ateşe atacağım.” diyordu.  Müslimi Havlânî Hazretleri de iman şahikası şu sözlerle cevap veriyordu; “Lâ ilâhe illallâhül melikül hakkul mübîn Muhammedün rasulullâhi sâdikul vâdiul emîn. Asla davamdan dönmem. At beni ateşin içine” Müslimi Havlânî Hazretlerini ateşin içerisine attıklarında Ebu Bekir Efendimiz, sahabeyi kirama dönüp diyor ki, “Elhamdülillah, İbrahim aleyhisselamı ateşin yakmadığı gibi ümmeti Muhammet’ten de ateşin yakmadığı kimseler var. Müslimi Havlânî ikindin buraya gelecek. O kardeşimizi karşılamak için hazır olunuz.”

Hazreti Ebu Bekir Efendimiz arada üç dört günlük yol mesafesi olmasına rağmen hadiseyi sanki canlı yayın seyreder gibi seyrediyor…

Hazreti Ömer Efendimizde de benzer bir hadise vuku buluyor. Kürsüde vaaz ettiği sırada bir anda perde açılıyor. Nihavent’te İslam ordularının başındaki Sare isimli İslam kumandanının zorda olduğunu görüyor: “Ey Sare! Cebele cebele! İslam düşmanları, arkandan geliyor. Dikkatli ol.” diye ikaz ediyor.

Bunlar hep Allah’ın ikram ve iltifatıdır. Çünkü bunlar, Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselamın mucizesi olarak onlara geçmiştir.

Bir defasında Efendimiz aleyhissalatü vesselam oturuyorlar. Bu sırada İslam ordusu savaşta, Hazreti Ali Efendimiz de orduda. Efendimiz savaş meydanını müşahede ediyor. Bir anda Efendimizin yüzünün rengi değişiyor. “Ya Ali! Arkana bak, arkana” diyor. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın yüzü tekrar mütebessim… Sohbetine devam ediyor. İki ay sonra Hazreti Ali savaştan dönünce soruyorlar; “Ya Ali! Yaşadığın en garip hadise nedir?” O da diyor ki; “Vallahi düşmandan o kadar yorulmuştuk ki bir kenara geçtim, oturuyordum. Tam uyumak üzereydim ki Allah’ın Rasulünün sesini duydum. “Ya Ali! Arkana bak” dedi. Hemen kalktım. Arkama baktığımda düşman askerini gördüm ve hemen onu bertaraf ettim.” Allah’ım şefaatlerine nail kılsın inşallahu Rahman.

Konyalı kardeşlerimizden birisi bundan dört yıl önce babasına diyor ki; “Baba, Üstadım Abdullah Efendi Hazretlerini anma programına gidiyoruz. Senide götüreyim, türbesini bir ziyaret et. Himmetinden, feyzinden istifade edersin.”

Babası da “Tamam oğlum” diyor. Beraber geliyorlar. Babası, Efendimi ziyaret ediyor. Nevşehir’den tekrar Konya’ya dönüyorlar. Kardeşimizin babası bir müddet sonra hastalanıyor. Doktorlar müdahale etseler de ellerinden bir şey gelmiyor…

Kardeşimizin babasının ağrıları git gide artıyor. Bununla birlikte büyük bir korku ve endişe oluşmaya başlıyor. Kardeşimiz diyor ki “Sabahleyin kapıyı açtım. Babamın yanına girdiğimde, babamın gayet mutlu ve neşeli olduğunu gördüm. Baba “Hani senin ağrıların ne oldu?” dedim. Babam da, gel oğlum gel, sana bir şey anlatacağım:

“Bugün sabah ezanı Muhammediye okunurken Üstadın Abdullah Efendi yok mu? Kapıyı açtı. İçeriye girdi. Selam verdi. Elini karnıma koydu. ‘Evladım, sen Bizi ta oralara gelip ziyaret edersin de Biz seni böyle sıkıntılı anında yalnız bırakır mıyız? Hem endişe etme. Öğleden sonrada senin emanetini alıp götüreceğiz’ dedi. Oğlum ne ağrım kaldı. Ne korkum kaldı.” Oğlu da bunu telefona kaydetmiş. Aynen dediği gibi öğleden sonrada ahirete irtihal etti ve cenaze namazına katıldık.

Ben, bir “Mürşid-i Kâmil”den, Kaldırım Mezarlığında yattığını zannettiğiniz bir “Mürşid-i Kâmil”den bahsediyorum. Asıl kör olan, asıl ölü olanlar bu hakikatleri görmeyenlerdir. Onun için kardeşlerime diyorum ki maddi manevi her sıkıntınızda, “Himmet Üstadım” deyiniz. Size kimse şirktir falanda diyemez. Zira Allah’ın dostları ölü değildir. Onların ruhaniyetleri daima hazır ve nazırdır. Rabbimiz: 

Senin Rabbinin askerlerini ancak senin Rabbin bilir.” [19] buyurmuştur.

İbni Kesir Tefsirine de bakabilirsiniz. Bu hadiseyi Hazreti Ali (kvc) Hazretleri rivayet ediyor:

Hazreti Peygamberi defnettik. Aradan üç gün geçmişti. Arabî bir delikanlı geldi. Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselamın kabrinin üzerine yattı. Gözyaşları içinde:

“Ya Rasulullah! Rabbim, Nisa suresinde,

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.” [20] buyuruyor. Gördüm ki Sen topraklar altında yatıyorsun. Benim bu günahlarım ne olacak Ya Rasulullah.” dedi.

O delikanlı ağladı ağladı, gitti. Kapıdan çıkmak üzereydi ki Cenabı Peygamber aleyhissalatü vesselam karşıma dikiliverdi. Dedi ki:

“Ya Ali! O delikanlıya söyle, Biz ölü değiliz. Anasından doğduğu gün gibi günahlarını Allah affetti.”

Onun için ayeti kerimede:

“Biliniz ki O Allah’ın Rasulü sizin aranızdadır” [21] buyuruyor.

Onun için kişilerin bedenleri şu gördüğümüz mülk âleminden çekilir. Ancak âlemi ervahta sürekli hazır ve nazır olur.

Nerde olursa olsun Abdullah Baba’mdan istimdat isteyiniz, himmet dediğiniz zaman gelir. Abdestsiz olduğunuz zaman biraz yavaş olur. Ancak üç İhlas bir Fatiha’yı Şerife’yle himmet dilerseniz anında gelir.

“Efendim, çok acil bir durumum olduğu zaman ne yapayım?” diye sormuştum.

Cennet Mekân:

“Ya Muin Dahilek Abdullah Baba, dersen oğlum Bizim tellallarımız var. Allah’ın izni inayeti ile sözün bitmeden yanında olurlar” buyurmuştu.

Bir de atamız, dedemiz Fatih Hazretlerinden de şu nükteyi yapayım sohbeti sonlandıracağım.

Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri:

“Büyük sıkıntılar içerisinde kuşatmayı bir türlü fethe dönüştüremiyordum. Bunun endişesi içerisindeydim. Bir ara dedim ki “Ya Rabbi! Senin Ricalül Gayb Erenlerin nerede?” Sonra da “Ey zamanın kutbu olan şahıs! Neredesin? Yetiş de bize imdat et” dedim. “Karşımda beyaz at üzerinde nurânî bir zatı gördüm. Bizimi çağırdın sultanım” dedi. “Siz kimsiniz?” diye sordum. “Benim adım Ubeydullah Ahrar” dedi” (O dönemde zamanın kutbu Ubeydullah Ahrar Hazretleriymiş.) “Efendim ben bir ordu çağırmıştım, maneviyat ordusunu… Tek başınıza mı geldiniz?” dedim. “Atından indi. Cübbesini bir açtı ki arkasında Bedir’in Aslanları dahi saf saf olmuş İslam orduları vardı.”

Biz Çanakkale’de de, Kıbrıs Harbi’nde de, ölülerimizle beraber bu vatan topraklarını müdafaa eden bir topluluğuz. Rabbim akıbetimizi bu neşe üzere daim kılsın inşallah-ü Teâlâ.

Rabbim Abdullah Baba’mın himmetinden, feyzinden, bereketinden bizleri göz açıp kapayıncaya kadar ayırmasın.

Allah hepinizden razı olsun. Haklarınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah.

[1] (Ankebut/2)

[2] (Âl-i İmran/140)

[3] (Bakara/137)

[4] (Âl-i İmran/32)

[5] (Nisâ/80)

[6]  (Ahzab/66)

[7] (A’râf/159)

[8] (A’râf/181)

[9] (Haşr/7)

[10] (Nisa/69)

[11] (Cin/26)

[12] (Cin/27)

[13] (Hac/75)

[14] (Yasin/13)

[15] (Tirmizi)

[16] (Buhari, Ibnu Mace) 

[17] (Yusuf/43)

[18] (İsrâ/85)

[19] (Müddessir/31)

[20] (Nisa/64)

[21] (Hucurat/7)

Abdullah Baba Hz.lerinin 12. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Muhterem kardeşlerim;

Bugün, Allah dostu, peygamber varisi, yolumuzu aydınlatan, muhterem üstadımız Hâdim-ül Fukara Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretlerinin âhirete irtihalinin on ikinci yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim Üstadımızın himmetinden, feyzinden, bereketinden, nurundan nasiplenen kullarından eylesin.

Varlığın vücudu sebebi, insanın bu âleme gelmesi, insanın vücudu sebebi de Allah’ı bilmesi ve Onun rızasını kazanmasıdır. İnsanın Allah’ı bilmesi, nerden gelip nereye gittiğini; niçin, neden ve nasıl yaratıldığını, kısaca nefsini bilmesi ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) “Men arafe nefse hû fegat arafe Rabbeh: Kim nefsini bilirse Rabbini bilir.” buyurmuşlardır. Onun için insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri bizim varlığımızı bize şöyle beyan buyuruyor.

“Andolsun ki Biz insanı topraktan süzülmüş bir damla nutfeden yarattık. Sonra o bir damlacık suyu sağlam bir karargâhta ana rahmine yerleştirdik. Sonra Biz o nutfeyi bir alakaya bir yapışkan et haline çevirdik. Sonra onu bir çiğnem et haline çevirdik. Sonra o hücreler topluluğunun içerisine kemikler yerleştirdik. Sonra o kemiklerin üzerine de kaslar yerleştirdik. Öyle ki insanı bambaşka bir varlık olarak ortaya çıkartan Allah yaratanların en güzelidir. Onun şanı ne yücedir.” (Müminun/13-14)

İşte bu, insan denilen varlığın biyolojik yani dış kalıbıdır. Rabbimiz bize bunu haber veriyor ve sonra buyuruyor ki:

“Onun şeklini tamamladığımda ona ruh nefyettim” (Secde/9)

Rabbimiz Zülcelal Hazretleri bakın insanoğlunun yaratılışını merhale merhale bize beyan buyuruyor. İnsanın bu hakikatini bilmeden Allah’ı ve Rasulünü bilmesi mümkün değildir.

Öyle olunca ruhun nasıl nefyedildiği hususunda da Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerine müracaat ediyoruz. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam buyuruyorlar ki,

“Anne rahmine atılan bir damla nutfe kırk gün gibi bir zaman içerisinde evrilir alakaya çevrilir. Sonra kırk gün içerisinde o alakadan döner mudga haline gelir. Sonra da o artık insanî surete bürünmeye başlar. Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri görevli bir melek vasıtasıyla ilahi bir emirle o ruhu alır anne karnındaki cenine “Ve nefahtu fîhi mir-rûh: Ruh nefyettik.” ayeti kerimesinin fehvasınca o ruhu o anne karnındaki cenine lütfeder.

Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri sonra onunla birlikte insanın ömrünü, ecelini, rızkını, sait mi-şaki mi olduğunu da ilahi bir program olarak (kader programı olarak) o insanın üzerine yükler.”

O olgunluk devresini bitirdikten sonra sevki ilahi gelir ve anne rahminden yeryüzüne düşer.”

Yeryüzüne düştüğü vakit ilk esma “Hay” esmasıdır. Ölürken de “Hu” esması ile çıkışını yapar. İnsan sadece dünya hayatını devam ettirmeye gelen bir varlık değildir. Gelmesi ve gitmesi mukadder olan bir varlıktır ki:

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ

 “İnsan başıboş bir halde bırakılacağını mı zannetti?” (Kıyamet/36) diyor Rabbimiz. Öyleyse insan sınırlı ve sorumlu bir varlıktır.

Peki, insanın bu âlemdeki varlığının amaç ve gayesi nedir?

Rabbimiz Zülcelâl Hazretleri:

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ ۙ

“Hanginizin hayırlı işler yapacağını sınama adına ölümü ve hayatı yarattık.” (Mülk/2) diyor.

Rabbim “Dar-ül Fiten, Dar-ül İmtihan” denilen bu âlemden kolay çıkışlar nasip ve müyesser eylesin.

İlk peygamber Hazreti Adem Safiyullah ki Allah-u Zülcelâl Hazretleri varlığını ve birliğini, emir ve nehiyler mecmuasının cümlesini Adem Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri ile birlikte bildirmeye başlamıştır. Yüz yirmi dört bin enbiyanın vazifesi de bu olmuştur. Peygamberlerin aralarında da o peygamberlere varis olan zâtlar göndermiştir, mürşidi kâmiller göndermiştir.

Rabbimiz bize şöyle haber veriyor:

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ           

“Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.” (A’raf/159)

İşte insanlığın medarı iftiharı peygamberlerin hatemi ve seyyidi olan Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam, bu peygamberlerin sonuncusu olarak ahir zaman ümmetine yani bizlere Allah-u Zülcelal Hazretlerinin lütfu olarak gönderilmiştir. Bizi, Efendimizin bu varlığıyla ve Ona ümmet olma şerefiyle şereflendiren Rabbimize hamdü senalar ediyoruz.

Rabbimiz buyuruyorlar ki:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ

“İçinizden size ayetlerimi okuyan, sizleri tertemiz kılan, kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah mü’minlere büyük bir ihsanda bulunmuştur.” (Âl-i İmrân/164)

Onun için Rabbimize hamdü senalar ediyoruz. Yolundan izinden ayırma Allah’ım diye dua ediyoruz.

Ama maalesef gerek Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın şahsında, gerekse Onun varisleri ve Allah dostları hususunda bir proje başlattılar ki peygambersiz bir İslam anlayışı, hadislerin olmadığı… Öyle diyorlar ya “gönderilene değil indirilene bakınız!” Yani gönderilen Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselam indirilen de Kur’an-ı Azimüşşan… “Siz Kur’an’a bakın. Çünkü o da bir beşerdir.”  Üstadımız Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri bu sözün karşılığında; “Zerreden kürreye kadar âlemin her zerresine nurunu, o âlemin varlık sebebi olarak ortaya koyan, ortaya konulan bir peygamberi siz nasıl sıradan bir beşerle aynı kefeye koyarsınız” diye hayıflanırdı. “Evet, O da bir beşerdir ancak, Hayr-ul Beşer.” derdi Cennet Mekân. Onun için biz Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselamın izinde, yolunda, ayağının tozunda şeref bulan bir ümmetiz elhamdülillah.

Hani diyorlar ya Onun sözleri de bir beşer olduğu için haşa pek itibar edilecek sözler değildir. Bu hadislere falan da itibar etmeyin diyorlar ya; Rabbimiz ayeti kerime de şöyle buyuruyor:

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

“Muhammedim (sallallahu aleyhi ve sellem) hevâ ve hevesi ile konuşmaz. (Bakın, orada okumaz falan demiyor, konuşmaz) O ne konuşuyorsa Bizim bildirdiklerimizdendir.” (Necm/3-4)

Nasıl olur! Bir vahyi ilahinin olduğu gibi geldiği hal vardır ki Efendimiz asla müdahale etmez, buna “Vahyi Metlü” denir. Bir de Allah’ın özel olarak Efendimize bildirmiş olduğu hususiyetler vardır ki bunlarda “Gayri Metlü” olarak değerlendirilir. Bunlar teknik mevzulardır. Ama Hazreti Peygamber Aleyhissalatü Vesselam, hevâ ve hevesi ile konuşmaz. Evet, onların dediği gibi indirilene bakıyoruz yani Kur’an’a bakıyoruz.

Rabbimiz diyor ki;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ

“Ey iman edenler! Bana tabi olun, Muhammed’ime (sallallahu aleyhi ve sellem) de tabi olun.” (Nisa/59)

Nasıl tâbi olacağız Efendimiz Aleyhissalatü Vesselama? Yine Kur’an cevabını veriyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

“Andolsun ki o Muhammed’imde sizin için çok güzel örnekler vardır.” (Ahzâb/21)

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ

“O Muhammed’im size neyi veriyorsa alın, neden sakındırıyorsa da kaçın” (Haşr/7) diyor.

Bunun gibi nice ayetler nice ayetler onların bu sözlerini boşa çıkartıyor. Ama biz o ayete böyle mana vermiyoruz, diyorlar.

Efendimizde, sahabeyi kiramda ve bu yolun büyükleri de bize böyle buraya kadar ulaştırıyorlar. Oraya çeksen de buraya çeksen de mana değişmiyor. O zaman diyoruz ki yine Kur’an’ın ifadesiyle:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ

“Hevâ ve hevesini ilah edineni görmedin mi?” (Furkan/43)

Yaa! Rabbim yolundan ayırma…

Kur’an, hakikatin harfe ve söze bürünmüş halidir; Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam da ete kemiğe bürünmüş halidir. Onun içindir ki Ayşe Annemiz radıyallahu anha buyuruyorlar ki, “Hazreti Peygamberin hali, durumu, ahlakı, edebi, adabı Kur’an’ın kendisiydi. Eğer siz Kur’an’a bakmak istiyorsanız Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselama bakın”

Cennet Mekân Abdullah Babam öyle derdi: “Biz Allah’ın Rasülünün sahih hadislerini de, sahih değildir diye şüpheyle bakılan hadislerini de kabul ederiz. Çünkü ona edepsiz bir hale düşmekten Allah’a sığınırız.”

Evet…

Yani ben Allah’ı bulayım, Allah’ı seveyim, Allah da beni sevsin, hakikate ereyim diyorsa bir insan; illaki Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselama uğrayacak. Hani Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, “Âyinedir bu âlem her şeyi Hak ile kaim, Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.” buyuruyorlar ya; kâinatta zerreden küreye ne varsa hepsi Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ile varlığını devam ettirir. Ama Allah’ı bulmak ve bilmek isteyen Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın aynasına yani O bir mü’min, mü’min mü’minin aynası, onun haliyle hâllenmeden Allah’ı bilmeniz bulmanız mümkün değildir, diyor. Sözü uzatmak istemiyorum. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “O Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselamın fazâil ve kemâlâtını şerh etmeye çalışsam, nice kıyametler koparda o güzelin güzelliğini vasf etmeye zaman yetmez.”

Gelelim Allah’ın dostlarını sevme hususuna, Hazreti Musa Kelimullah’a Rabbimiz soruyor;

“Ya Musa! Benim için ne yaptın?”

Musa Aleyhisselam:

“Ya Rabbi oruç tuttum, zekât verdim, namaz kıldım vs. vs.”

Rabbimiz:

“Ya Musa, senin kul olman için bunlar elzem olan şeylerdir. Benim için ne yaptın, ya Musa!”

Musa Aleyhisselam sükût ediyor. Ve Rabbimiz diyor ki,

“Ya Musa! Benim dostlarımı dost düşmanımı da düşman bildin mi ya Musa?”

 Onun için biz Allah için “Hubbi Fillah, Bûğd-i Fillah” diyoruz; Allah için severiz Allah için de Allah’ın düşmanlarına buğz ederiz. Bu bizim İslam’ımızın şiarındandır, alametlerindendir. Onun için biz Allah’ın dostlarını severiz. Eğer kastettiğiniz Hazreti Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar ve Hazreti Aliler, sahabeyi kiram hazeratı, mezhep imamları, Davudi Tâîler, Maruf el-Kerhiler, Geylaniler, Rufailer ve Bedeviler eğer bunlarsa biz bunların hepsini aşk ve muhabbetle seviyoruz. Çünkü onları sevmek izzettir.

وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ

“İzzet Allah’a aittir, peygamberine aittir, onun dostlarına onları tanıyanlara aittir.” (Münafîkun/8) diyor.

İzzetin zıttı, zillettir. Öyle olunca Allah’ım bizi zelillerden eyleme…

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ

“Kim Allah’a ve Rasulüne tabi olursa, Allah’ın kendilerine in’am ve ihsanda bulunmuş olduğu peygamberlerle, şehitlerle, sıddıklarla, salihlerle birlikte olur. Onlar ne güzel arkadaşlardır.” (Nisa/69) diyor Rabbimiz.

Rabbim bizi yollarından ayırma…

İmam-ı Rabbani Hazretleri, kendisi bir mürşidi kâmildir. Şöyle bir hadise anlatıyor, diyor ki; “Manevi evlatlarımızdan birinin yakın bir akrabası vardı, hastaydı. Onun ziyaretine gittik. Sekerat halindeydi. (Mürşidi kâmiller son nefeste, kabirde, haşırda, mizanda ve sıratta beş yerde şefaat etmeye yetkilidir. Biraz sonra değineceğim. Allah-u Teâlâ Zülcelal Hazretlerinin emri ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerinin nuruyla buna yetkili kılınırlar.) İmam’ı Rabbani Hazretleri diyor ki, “O sekerat olan hastanın kalbine bir nazar ettim; baktım ki kalbindeki zulmaniyet göndermiş olduğum o nur ile gitmedi. Bir daha teveccüh ettim, nazar ettim yine gitmedi ve bana gayıptan şöyle ilham oldu: “Ey imam! Sen istediğin kadar nazar edebilirsin ancak o zulmaniyet çıkmaz. Zira Allah’ın safında olmayanların sevgi ve muhabbetini gönlüne dolduran bir kimsenin zulmaniyeti ancak Allah’ın Cehennem ateşi ile bertaraf edeceği bir husustur.”

Allah’ım hıfzı muhafaza eylesin.

Ya Rabbi sevdiklerini sevdir, yerdiklerini de bize yerdir ya Rabbi…

            يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً

Rabbimiz “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab/45) buyuruyor.

İşte Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın sehmi nübüvvetine, sehmi velayetine varis olan Allah’ın dostları vardır. Bunlara “Mürşidi Kâmil” denir. Şeriatla amel ederler, tarikatla sülûk ederler ve Allah-u Zülcelal Hazretlerinin sıfatlarında fani olurlar. Çünkü Rabbimiz onlar için;

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ

“Sabredip Bizim ayetlerimize yakîn olarak iman ettiklerinde, emrimizle onların içinden Allah’a davet eden önderler kıldık” (Secde/24) diyor.

Ayeti kerimede “yakîn” ifadesi var. İman üç şekilde olur. Bir, “ilmel yakîn” olarak ilimle, bilgiyle, nakille inanır Allah’ın varlığına birliğine, peygamberlerine, kitaplarına; bu “ilmel yakîn”dir. İkincisi, “aynel yakîn”dir. Aynel yakîn demek; tekâmül eder nefis meratiplerini,  mutmain makamına geldiğinde gerek rüyasında gerek halinde ve yakaza halinde o insan inandığı peygamberi rüyasında görür veyahut da manasında görür. Cenneti görür, cehennemi görür buna “yakîn iman” denir. “Aynel yakîn” denir. Birde “hakk-el yakîn” vardır ki Allah’ın sıfatlarında fani olur. Rabbimizin kutsi hadisinde beyan buyurduğu şekliyle “Gören gözü, tutan eli, konuşan lisanı” olur. İşte böyle olan zatlar için Rabbimiz, “Bizim emrimizle Allah’a çağıran Onun yoluna davet eden önderler olarak çıkarttık.” diyor.

Allah’ın emriyle bir mürşidi kâmile görev nasıl tevdi ediliyor? Tabi biz bunu Üstadım Abdullah Efendi Hazretlerinden defaten dinlemiştik. Ama itiraz olur diye ben eserlere de baksınlar diye “Müftahül Kulub” eserini işaret edeceğim. Eserin sahibi Sırrı Şemseddin Nuri Hazretleri vardır. Kendisi İstanbul’da Yahya Efendi’nin hemen yanında metfundur. Nakşibendi tarikatının mürşidi kâmilidir. O, eserin mukaddimesinde şöyle diyor:

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri bana buyurdular ki ‘Evladım, Benim ümmetimin yolunu kesmeye çalışan haramiler vardır. Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet nedir? Evliya nedir? Nasıl vuslat bulunur? Bunlar hakkında bir risale yaz’ dedi. Onun için ben bu eseri yazdım.” diyor. Bu eserin, “Sırrı Hilafet” babına merak edenler bakabilirler. Diyor ki orada, “Allah-u Zülcelal Hazretleri fenafillaha ulaşmış olan bir zatı peygamber varisi seçeceği zaman, Hızır Aleyhisselama emreder; Muhammedime haber ver, falan oğlu falanı Onun varisi tayin ettim. O, Hazreti Peygamberin yanına varır. Efendimize durumu bildirir. Efendimizde (anlayacağımız manada söylüyorum) bir cübbe verir, mürşidi kâmil olacak zata gidilir. Bir manevi divan toplanır. Efendimiz başta olmak üzere bütün enbiyaların, mezhep imamlarımızın, itikatta ve amelde mezhep imamlarımızın aynı zamanda piri piran hazeratının tamamı toplanırlar. O zatı muhtereme manevi görev tevdi ederler. Der ki; evladım, sen Benim bundan sonra varisimsin. Var git Benim ümmetimi irşad ve ikaz et. Onun velayet nurunu da beraberinde verir.” diyor.

Nasıl ki peygamberler ismet sıfatıyla masumdur. Aynı şekilde mürşidi kâmiller de bu velayet nuruyla muhafaza altına alınırlar. Nasıl peygamberlerin suretine şeytan giremez ve kabirde çürümezler; böylesi zatların da şekline ve suretine velayet nuruyla şeytan giremez. Kabirde onlar çürümez. Aynı zamanda Abdullah Babam gibi bir de evladı resulse, bir de veraset nuru verilir. Manevi icazetini mühürlerler ve ona kıyamet sabahına kadar müntesip olacakların cümlesi Hazreti Peygamberin huzurunda gelir. Hala Cennet Mekân derdi ki, “Oğlum anne karnındaki ceninden daha annesi, babası, dedesi, doğmamış insanları ben gördüm orda. Yani Allah bilir 2050 de mi dünya ya gelecek, bunları dahi gördüm.” derdi Cennet Mekân. Orada huzuru Rasulullah da biat ederler ve manevi evlat olurlar. Mürşidi kâmiller böylesi zâtlardır. İşte benim üstadım Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri de böylesi bir zâttır. Rabbim şefaatine nail kılsın.

Nakşibendi Hazretleri buyuruyorlar ki, “Allah bir kulunu kendine seçtiği zaman bir mürşidi kâmile evlat kılar. Onu manevi olarak yetiştirir. O kadar, o kadar olur ki, o kadar ileri gider ki azametine uygun bir edep ile edeplendirir. Eğer senin de yolun böyle bir mürşidi kâmile ulaştıysa müjdeler olsun. Sen Allah’ın dostusun.” Rabbim bizleri dost etsin inşallah.

Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “Taş olsan, mermer kesilsen bir mürşidi kâmilin manevi terbiyesine girdin mi inci olursun. Öyle bir zatı bulursan onun sevgi ve muhabbetini gönlüne şerha şerha indir. Sakın ümitsizliğe kapılma! Çok ümitler var. Sakın karanlığa gitme! Ne güneşler var.” diyor.

Nasıl ki zahir âlimler insanların aklına ve mantığına hitap ederse mürşidi kâmiller de insanların gönüllerine hitap ederler. Kalp doktorlarıdır. Tıpkı Mevlana Hazretlerini yetiştiren Şems Hazretleri gibi…

Mevlana Hazretleri bütün ilimlerin hepsini tahsil etmesine rağmen Şems-i Tebrizi Hazretlerinin manevi terbiyesi altına girdikten sonra: “Ey! Allah’ı arayan bulmak isteyen kişi! Yırtık kitaplarda, tozlu raflarda Allah’ı bulamazsın. Allah ancak, Allah’ı bulmuş bir erin gönlünde olur.” diyor. Tabi sonra kendisi kemale erince de âleme meydan okuyor. Diyor ki,

“Bu gün Ahmet benim, dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim buğday yiyen kuşcağız değil.” Yani “Bu gün Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru benim, ama Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) aslı değilim. Onun ancak varisiyim. Sakın beni ete kemiğe bürünmüş bir beşer olarak görme, zira ben Allah’ın nuruyla bakan, Onun konuşmasıyla konuşan, Onun tutmasıyla tutan bir Allah eriyim.” diyor. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ

Ayet-i kerimede Rabbimiz, “Onların kalplerinde hastalık vardır.” (Bakara/10) buyuruyor. Hepimizde vardır: Kin, kibir, gazap, öfke, riya, ucup vs… Bunların hepsi kalbî hastalıklardır. Bu hastalıkları mürşid-i kâmil; velayet nuruyla, himmet ve nazar ile bertaraf eder. Hani diyor ya İmam Rabbani Hazretleri, “Onların az bir himmeti, onların az bir nazarı kalplerinizdeki bütün hastalıkları söker atar.” Çünkü insan Allah ile yedi perdeyle perdelenmiştir. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Safiye. Her birinin ayrı ayrı özellikleri vardır. İmtihan gereği Allah-ü Teâlâ bu şekilde vermiştir. Çünkü bizde bir ruh vardır Cemali sıfat, birde nefis vardır Celali sıfat. Biri Allah’a ve Resulüne âşıktır; öteki de esfele sâfilindir. Aşağıların aşağısıdır. Sürekli, hani Rabbimiz ayet-i kerimede buyuruyor ya, اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓ “Nefis şiddetli bir şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) İşte Mevlana Hazretleri şöyle ifade ediyor: “Nefis seni aşağıya çekmeye çalışır, Ruh da, Allah’a ve Rasülüne muhabbet etmeye çağırır. Nefis araya bir girer, Allah’ı seviyorum diye! Kadına, paraya, makama mevkiye öyle bir sevgi ve muhabbet hâsıl olur ki Allah’ı unutuverirsiniz. Ta ki yarın öldükten sonra kıyamette bir bakarsınız ki sevdikleriniz sizden, siz sevdiklerinizden kaçıyorsunuz.” İşte mürşidi kâmiller “Mûtû Gable Ente Mût” diyor Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Ölmeden önce ölünüz.” Ölmeden önce kişiyi öldürüyorlar. Bu hastalıkların hepsini tedavi ediyorlar. Neden,

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

 “O günde mallarınız ve evlatlarınız fayda vermez. Ancak Rabbinize getirdiğiniz selim bir kalp müstesnadır.” (Şuarâ/88-89)

Sadece nefisle bitmiyor. Birde insanın apaçık düşmanı olan şeytan vardır. Kalbimize dört pencere girer. Ruh’a ait olan sekine kapısı vardır. Meleğe ait olan ilham kapısı vardır. Nefsimize ait olan hevacis kapısı vardır. Şeytana ait olan visvas kapısı vardır. Hani vesvâsil hannas diyor ya. O hannas şeytanı nasıl giriyor. Bunların hepsi hepimizde olan şeylerdir. Herkes bunları inşallah duysun da kendi nefsine muhasebe etsin. Efendimiz buyuruyorlar ki, “Şeytan insana musallat olmak istediği zaman kalbe yaklaşır. Eğer Allah’ın zikri varsa oradan uzaklaşır. Yoksa insanın içerisine yerleşir ve o şeytan artık insana rehberlik etmeye, yol göstermeye başlar.” diyor. Bugün toplumun en büyük sıkıntılarından bir tanesi de budur. Şeytan vesvese vermeye başlıyor. Zaman içerisinde öyle bir noktaya geliyor ki arkadaşlarını çağırıyor. Vehin şeytanı da geliyor. Ondan sonra adam giriyor. Çok af buyurun. Tuvalette banyo da bir saat oturuyor. Ev temizliği yaparım diyor; hiç durmadan orada temizlik yapmaya başlıyor. Abdest alıyor, sağ ayağını unuttun sol ayağını unuttun. Bu türlü vesveseler vermeye başlıyor. Namaza duruyor vehin şeytanından kurtuluyor, hades şeytanına varıyor. Allah-u ekber kıbleye duruyor, ceset kıble de. Evet,  şeytan bunu bir alıyor, başlıyor gezdirmeye. Çarşıda, pazarda alışveriş yapıyor. Acaba iki mi kıldım üç mü kıldım, yoksa dört mü kıldım. Bu sefer diyor şunu eksik kıldım. Amma bunu böyle mi yapsak ki diye de fıkhi mevzularda danışmaya başlıyor. Peki, bunların tedavisi ne? İşte mürşidi kâmiller bunların tedavisini de Allah’ın (cc) zikriyle;

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ

“Onlar iman etmiş ve kalpleri Allah’ın zikriyle yatışan kimselerdir.” (Ra’d/28)

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“Biliniz ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan olur.” (Ra’d/28)

Onun için Üstadımızın verdiği bu “Evradı Şerife”leri nizami olarak çekersek onun nuru ve feyziyle, vermiş olduğunuz bu gayretin karşılığında, himmet ve feyizle Allah’ın izniyle ne nefis galebe çalabilir ne de şeytanı aleyhilane musallat olabilir.

Üstadımıza daima muhabbet etmeliyiz zira kimi severseniz ona benzeşirsiniz. Zaten ayeti kerime öyle diyor,  تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ “Onların kalpleri birleşti” (Bakara/118) diyor. Yumuşadı birbirine yakın oldu. Küfür de böyledir, imanda böyledir. Mevlana Hazretleri:

“Sakın ha o üstadın olan mürşidi kâmilin muhabbetinden ayrılma! Zira o, Ashabı Kehf, yani mağara arkadaşları, Allah’ı arayan o erlerin gönüllerinde Allah aşkı vardı ki (yanlarında olan “çok af buyurun” köpek) Kıtmir, onların yanından ayrılmadı da o da Allah’ı sevenlerden, arayanlardan oldu. Kur’an’a adını yazdırdı” diyor. Rabbim yollarında daim kılsın.

Üstadımız Abdullah Babamızın alametlerinden birisi de (mürşid-i kâmilin Marifetullah da alametleri vardır.) dervişini manen irşad eder ikaz eder. Derdi ki Cennet Mekân:

“Derviş olan bir insanın üstadı muhakkak ki yanlışını söylemeli veyahut da güzel bir şey yaparsa onu tasdik etmeli. Bu hali derviş yaşamalı.”

Kardeşimizin bir tanesi diyor ki, borçlu bir durumdaydım. Yılbaşı piyangosu aldım. Gece yattım. Cennet Mekân Abdullah Babam geldi, “Kâdiri mutlak olan Allah’tan sen ümidini kestin de bu pis işlerden mi medet umuyorsun” dedi öyle bir tokat vurdu ki Hocam, uyandığım zaman yüzümde tokat izi vardı, diyor. Manada yaşanan maddeye taşınabilir. Güzel amel işleyen bir kadın sabah kalktığında eli kınalı olabilir vs. bu tür durumlar olabilir. Hâsılı kelam bende olmuyor bunlar diyenler o zaman kendi hallerini bir gözden geçirecekler. Kime bağlandıklarına dikkat edecekler. Derslerini nasıl çektiklerine dikkat edecekler ki o manevi himmet ve feyzden istifade etsinler. Çünkü Abdullah Babamın şuan da kaldırım mezarlığında var olan cesedi ama hakikatte içimizde olan, çünkü mürşidi kâmillerin ruhları “Hay”dır. Allah-ü Teâlâ onları serbest bırakmıştır. Âlemde istediği gibi tasarruf etme yetkisini Rabbim onlara lütfetmiştir. Çünkü onlar peygamber varisi zatlardır. Geçenlerde bir ilahiyatçı kardeşimiz anlatıyor. Diyor ki, “Hocam! Abdullah Babam Cennet Mekânı hanemizde misafir ettik. Üvey annem vardı, hastaydı. Sabah annem ağırlaştı. Ama yüzünü sürekli eliyle kapatıyordu ve başını sağa sola sallıyordu. Abdullah Babama (cennet mekâna) durumu bildirmek istedim. Mübarek odasından çıktı, annemin yanına geldi, “Oğlum annenin bağrını da şu başını da bir güzelce kapat” dedi. Kapattım. Cennet Mekân annemin başucunda durdu. Annem sakinleşmeye başladı. Sonra annem, “Allah, Allah, Allah…” diyerek ruhunu teslim etti, diyor. Annemi defnettik. Ertesi gün, “Efendim annemin o hali neydi? Izdıraplı bir hali vardı. Bir eksiği mi vardı?” diye sordum. Abdullah Babam dedi ki “Evladım annenin bağrı açıktı, saçları da açık bir haldeydi. Ruhunu kabzetmeye geldiklerinde melekler annenin bu durumundan rahatsız oldular ve annenin yüzüne vuruyorlardı.” diyor. Hadise böyle.

Bakın Rabbimiz ne diyor:

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

“Onların ruhunu, onların canlarını melekler alırlarken onların yüzlerine ve arkalarına vuraraktan hadi bakalım Allah’ın azabını tatmaya derken onların hallerini bir görseydin” (Enfal 50)  Ayeti kerimede Rabbimiz وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Kitabı ve hikmeti” (Bakara/129) kitapta ayeti kerime bu şekilde beyan buyuruyor. O beyan buyurulanın hikmet boyutunu da o peygamber varisi olan Abdullah Babam bize böyle gösteriyor. Rabbim yolundan ayırmasın inşallah.

Söz ölümden açılınca, Cennet Mekânla bir gün sohbet ediyorduk, “Efendim dervişin ölümü nasıl olur?” diye sorduk. Dedi ki “Oğlum, derviş öleceği zaman Azrail aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın suretinde gelir. Güzel bir surette, insanı mest eden bir halde gelir. Bazen Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam teşrif eder, makam ve derecesine göre. Ancak, bağışlama yaptığınız o piri piran hazeratının cümlesi şeyhiyle birlikte o ölecek olan kişinin başına gelir.” (Efendimin şu anlattığı mevzunun hepsine vefat etmiş olan bir kardeşimizin başında şahit olduk elhamdülillah.) “Sonra onun ruhu kabz olunur. Sonra defin işleri yapılır. Münker, Nekir melekleri onun ruhunu göremezler. Bir telaş ile bir üst makama müracaat ederler. O kişinin ruhunu bulamadık, sorguya çekemedik derler. Onlar karşıdan cevap verirler. ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ “Muktedir olan melikin indinde sıddıkiyet makamındadır.” (Kamer suresi 55) Ayeti kerimesinin fehvasınca, Allah onu âli makamlara çekti.”

Sorduk “Efendim, dervişin ruhu nereye gitti?”

O halde derdi ki Cennet Mekân “Oğlum, piri pirandan veyahut da üstadına olan muhabbetinden dolayı onlardan bir tanesi onun ruhunu alır ve kendi makamına götürür.”

Allah’ım ruhlarımızı onların ruhları ile komşu eyle…

Şimdi bu sözü söyledik. Zaten hadislere, Efendimize dahi inanmıyorlar bu mevzuyu şerh etme babında bir tane de tarihten örnek vereyim de en azından kendimizi kurtaralım.

Süfyan-ı Servi Hazretleri şöyle anlatıyor:

Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ediyordum. Baktım bir derviş orada yatıyordu. Bana dedi ki

“Ey Süfyan! Ruhumu teslim edeceğim ama benim kefenim yok. Bana bir kefen al, dedi. Hay hay, dedim. Kefeni aldım getirdim. Baktım ruhunu teslim etmiş. Onu, yıkadık kaldırıyoruz. Ruhuyla bir türlü irtibat kuramadım. Döndüm dolaştım ve bana bir münadi şöyle dedi, “Ey Süfyan! Onu Münker Nekir arıyordu. Malik de Cehennemde aradı bulamadı. Rıdvan Cennet’te aradı bulamadı. Şeytan nereye gitti diye dünyanın dört bir tarafını aradı bulamadı. O Allah’ın tayin ettiği âli makamdadır.”

İbnül Arabi Hazretleri öyle diyor,

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam ve Onun varisi ve emsallerinin hepsinin Arşı Âzam’da kürsülerine şahit oldum.”

Rabbim yolundan izinden bizleri ayırmasın. Bu şekilde bir ölümü de cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah.

Günümüz ahir zamanın fitne ve fücurunun ayyuka çıktığı bir zamandır. Üstadımızın bugünlere işaret eden bir iki tavsiyesi var. Bunları da söyleyip anlatıp sözüme son vereceğim.

Cennet Mekân buyurdular ki:

“Evladım! İçerden ve dışardan ihanet şebekesi bu ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyecekler. Böyle bir zamana geldiğinizde sakallarınızı uzatmayın, dışarıda haydariye ve sarıklarınızı sarmayın. Bir ekmek bulamayacağınız güne doğru gidiyorsunuz. Sakın! Dervişlere söyle, yukardan yüksek binalardan ev almasınlar, karga yuvası olacak. Elektrik olmayacak, su olmayacak, arabalarınıza yakıt dahi olmayacak. Onun için temkinli hareket edin. Beş vakit namazınızı kılın ve evradı şerifelerinizi aksatmayın. Ancak bu şekilde Mehdi Resule kadar olan süreci geçirmiş olursunuz.  

Öyle ki kâfirler ittifak edecekler Kürt devletini kuracaklar. Türkiye, İsrail ile ittifak edecek Suriye’ye saldıracak. Türk ordusu namluyu İsrail’e çevirecek. Bunun üzerine İsrail Yunanistan’ı devreye sokacak. Marmara Bölgesinde sanayi tesisleri vurulacak. İstanbul işgal edilecek. Sonra Mehdi Aleyhisselam İstanbul’u fethedecek…”

Cennet Mekân bir de,

“Ümmeti Muhammedi duadan eksik bırakmayın. Yüz İhlas-ı Şerife’yi okuyun ve deyin ki, ‘Ya Rabbi! Bu yüz İhlas-ı Şerifelerden yaratmış olduğun melekleri İslam ordusuna ilhak eyle Allah’ım!’ diye dua edin.” derdi. Onun için yüzer İhlas okuyoruz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve dünyanın dört bir yanında bulunan Müslümanlara, Bayırbucak Türkmenleri dâhil…

“Ya Rabbi ordumuza ve askerimize yaratmış olduğun ihlas meleklerini ilhak eyle Allah’ım” diye inşallah dua ve niyazda bulunacağız.

Bunu şöyle anlatırdı Cennet Mekân:

“Konya’dan, Antalya-Manavgat tarafına doğru giderken Seydişehir’de 1900’lerin başında vefat etmiş olan Abdullah Efendi Hazretleri isminde bir mürşidi kâmil, bir maneviyat sultanı var. O mübarek zâtla ilgili şöyle bir hadiseyi şöyle anlatmıştı Cennet Mekân:

“O muhterem Nakşibendi tarikatının Hâlidiye kolundandır. Sabah namazından sonra Allah’ı zikrederlermiş, sonra dervişlerine dermiş ki ‘Yüzer İhlas-ı Şerife okuyunuz.’ Herkes yüzer tane ihlas-ı Şerife’yi okuyunca dermiş ki ‘Ya Rabbi! Bu yüz tane okumuş olduğumuz ihlas-ı Şerifelerden hâsıl olan, yaratmış olduğun melekleri ve hâsıl olan sevabı, Rusya da çarpışmakta olan Şeyh Şamil Hazretlerinin ordusuna ilhak eyle Allah’ım” diye dua edermiş. Bu mübarek zat hac farizası için Medineyi Münevvere’ye gidiyor. Medineyi Münevvere de Şeyh Şamil Hazretleriyle karşılaşıyorlar. Şeyh Şamil Hazretleri diyor ki “Ne zaman ki çarın ordusu bize galip gelecek olsa, bizi sıkıştıracak olsa yeşil sarıklar sarmış melaikeyi kiram hazeratı gelir, Moskof gâvurunu bertaraf ederdi. Aman Ya Rabbi, bunu kim gönderiyor diye bakardım, Konya’dan Abdullah Efendi ve dervişlerini görürdüm. Allah ondan razı olsun.” diyor.

Onun için ecdadımız Yavuz Sultan Selim Han ki, Cennet Mekân Üstadım öyle buyururlardı: “Osmanlı İmparatorluğunun içerisinde iki mürşidi kâmil vardı. Biri Abdülhamit Han Hazretleri, Şazeliye tarikatı; birde Yavuz Hazretleri…” Bu günü gördükleri için keşif ve kerameten oraya Bayırbucak Türkmenlerini yerleştirmişlerdir. O kardeşlerimizin de yardımı için bu yüz İhlas-ı Şerifeleri inşallah okuyacağız. Askerimize de polisimize de inşallah yardım olması için bağışlama yapacağız.

Rabbim ahir zamanın fitne ve fücurundan cümlemizi hıfzı muhafaza eylesin. Üstadımızın himmetinden, feyzinden bereketinden istifa eden kimselerden eylesin;

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

“Dualarının sonu ise, “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Yunus/10) sözleridir.

El-Fatiha mâ salavât…

Abdullah Baba Hz.lerinin 11. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil âlemin. Vel âgîbetü lil müttegîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefîînâ Muhammed. Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

Euzü billahimineşşeytânirracîm Bismillahirrahmanirrahim

“Yâ eyyühellezine âmenüttegullahe ve künümeassadigîn” sadegallahül azim…

Muhterem Üstadımız Abdullah Gürbüz Kaddesallahul Aziz Hazretlerinin ahirete irtihalinin 11. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim manevi istimdatları ile gönüllerimizi pür nur eylesin. Uzaktan ve yakından binlerce kardeşimiz ile Abdullah Babamızın manevi daveti üzerine bir araya geldik. Onlar davet etmeselerdi biz buraya gelemezdik.

Biz hep yazı yazanı kalem olarak biliriz de kalemi tutan eli asla ve asla görmeyiz. Bunu şunun için söylüyorum: Vaktiyle Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin bir dervişi Mübareğin ziyaretine geliyor. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri o dervişe, “Evladım, bizi sevdiğin için mi geldin yoksa biz seni sevdiğimiz için mi buradasın?” diyor. Derviş, “Efendim, ben sizi çok seviyorum. Onun için geldim.” diyor. Derviş, bu hadise yaşandıktan bir yıl sonra Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri ile karşılaşıyor. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, “Ne oldu oğlum, bizi sevmiyor musun artık?” deyince o derviş hatasını anlıyor, “Aman efendim, himmet buyurun. Bir yıldan beri sizin yanınıza gelmek için uğraşıyorum da bir türlü nasip olmadı. Efendim özür dilerim. Siz seviyormuşsunuz da biz onun için geliyormuşuz.” diyor. Evet, onun için onların manevi davetleri üzerine bugün buraya geldik.

Cennet Mekan buyururlardı ki “İsteyen değil istediklerimiz gelir evladım.” Rabbime hamdü senalar ediyorum. Böyle bir meşayıhın davetinde bizleri bir araya getirdi. Aşk Eri Mevlana’mız öyle diyor, “Seviyorsanız biliniz ki seviliyorsunuzdur. Eğer onlar sevmeseydi siz zaten sevemezdiniz.” Rabbim yollarından ayırmasın inşallah.

Bir Arabî geldi. Efendimiz aleyhissalatü vessalam Hazretlerine dedi ki, “Ya Rasulullah! Bize şu kimse hakkında bilgi verir misin? Bu kimse, bir kişiyi bir topluluğu çok seviyor da onlar gibi olamıyor, onlar gibi amel işleyemiyor.” Efendimiz aleyhisselatü vesselam kıyamet sabahına kadar bütün müminleri mutlu edecek şu müjdeyi verdiler, “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Onun için biz Hazreti Muhammed aleyhisselatü vesselamı da Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretlerini de Hazreti Ömer Efendimizi, Hazreti Osman Efendimizi, Ali Efendimizi, sahabeyi kiram hazeratını, tabiin, tebeüt tabiin, İmamı Âzamlar, Şâfiler, Mâlikiler, Hanbeliler, Davud-u Tâîler, Maruf el-Kerhiler, Cüneydi Bağdâdiler, Geylaniler, Rufailer, Kuddusi Babalar, Somuncu Babalar, Mevlanalar, Emir Sultanlar, Üftadeler, Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri ve hakeza ve hakeza hepsini seviyoruz.

Rabbim yolundan ayırmasın inşallah. Rabbim kendisinden razı olsun. Cennet Mekân Abdullah Babam, “Efendimiz aleyhisselatü vesselamın ashabı suffesi Efendimizden manevi olarak almış olduğu terbiyeyi, edep ve adabı silsile yoluyla günümüze kadar aktardılar. Ben de size emanetimi tevdi ettim. Oğlum bundan sonrası size ait.” derdi. Bunu şunun için söylüyorum, ahir zaman fitnelerinin içerisine düştüğümüz şu zaman diliminde sahte şeyhlerin, sahte hocaların, sahte profesörlerin ayyuka çıktığına ve binlerce, milyonlarca insanı arkasından sürüklediğine şahit oluyoruz. Kimi şefaati inkâr ediyor, kimi zikri inkâr ediyor, kimi evliyayı inkâr ediyor, kimi sünneti Rasulullahı inkâr ediyor… Rabbim bunların şerlerinden hıfzı muhafaza eylesin.

Onların arkasında gidenler için de Geylani Hazretleri öyle diyor, “Kuşlar kendi cinsleriyle beraber uçarlar. Sen karganın kartal ile uçtuğunu göremezsin.”

Bir gün Ankara’da bir sahte şeyh ile karşılaştık. Dedim “Efendim, etrafındakiler zayi oluyorlar.” Efendim Cennet Mekan’da buyururlardı ki “Hayıflanma oğlum, adam adamını bulur. Oda ona yakın da onun için yanında olur.” derdi.

Rabbimiz “De ki herkes kendine yakışan işleri yapar. Fıtratına uygun insanlarla hemhal olur.” buyuruyor. Cennet Mekan Abdullah Babam bu sahte şeyhler sahte hocalar için derdi ki “Yarın Mehdi Resul geldiğinde bu sahte insanlardan yüz bin kişinin kellesini vuracak.” derdi. Rabbim şerlerinden hıfzı muhafaza eylesin. Konuyla ilgili bir hadisi şerif okuyuvereyim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki, “Bir topluluk içerisinde doksan dokuz kişi olsa doksan dokuzu da münafık olsa bir tane de içinde mümin olsa dışardan bir mümin gelse o yüz kişinin içerisindeki mümini arar bulur. İçerde doksan dokuz mümin olsa bir münafık olsa dışardan da bir münafık gelse o yüz kişinin içerisin de gider o münafığı bulur.” diyor. Rabbim muhafaza eylesin inşallah.

Tabi bunların böyle olması hakikat erbabının önüne perde çekmez. Güneş balçıkla sıvanmaz. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki “Allah’ın öyle kulları vardır ki siz onlar hürmetine rızıklanırsınız. Başınıza gelecek musibetler ve belalar da onlar hürmetine def olur. Onların içerisinde üç yüz tane ruh vardır ki Adem’in meşrebi üzerinedir. Onun ahlakı gibidir. Bunların içerisinde kırk ruh vardır ki Musa’nın meşrebi üzerinedir. Yedi ruh vardır ki İbrahim’in kalbi üzerinedir. Bunlardan üç ruh vardır ki İsa aleyhisselamın kalbi üzerine bir başka rivayette de bir ruh vardır ki Muhammed-ül Mustafa aleyhisselatü vesselamın meşrebi üzeredir.” İşte bunlar halk arasında üçler, yediler, kırklar dediğimiz meşayıhı kiram hazeratıdır. Bundan sonra ki sözü Abdullah Babama bırakıyorum. Cennet Mekan Abdullah Babam:

“Böylesi zatları bilmenin alametleri, nişaneleri var, derdi. Yeni ifadeyle kriterleri vardır.  Bunların şeriattaki alameti, bu konuşmalar hep internette vesaire de dinlendiği için insanların da bunu bilmesini istiyorum. Çünkü karganın arkasında gidiyorlar. Zira çöplüğe varınca akılları başlarına gelecek ki Rabbim onları da zayi etmesin.

Şeriattaki alameti vardır ki Kur’an ve Sünneti Rasulullaha harfiyen uyarlar. Haneleri herkese açık olur. Efendimiz aleyhisselatü vesselam gibi cömert olurlar. Bunlar şeriattaki alametidir.

Tarikatta alametleri vardır. Bu zatlar görüldüğünde Allah hatıra gelir. Söyleyeceğini, soracağı soruyu unutur. Onun bir sözünü duyduğu zaman o sözün direk kendisine tesir ettiğini fark eder.

Birde hakikatte alameti vardır. Bu mübarek insanların hakikatteki alameti kendisine sorulur. Sana bu vazifeyi kim verdi: Efendimiz aleyhisselatü vesselam sana manevi görev tevdi etti mi? Nasıl aldın bu vazifeyi?  Son nefeste imanla götürebilir misin? Kabirde Münker-Nekir’in yanında şefaatin var mı? Yarın mahşer sabahında Livaül Hamd Sancağına götürebilir misin? Yarın mizanda şefaatçi olabilir misin? Sırattan karşıya geçirebilir misin? Beş durakta sen bana yardım edebilir misin? 

Bir gün Efendim Hazretlerinin devamı olduğunu iddia eden bunu hala internette de yayınlayan, şeyhliğini ilan eden bir zatın, nasıl şeyh olduğunu öğrenme anlamında onun davetine gittik. Oturduk. Şeyh efendi gürlemeye başladı. Anlatıyor… Tabi kriterleri biliyoruz. İçimizden birisi “Efendi, son nefeste imanla götürmeye yetkin var mıdır” diye sorunca dedi ki “Hayır böyle bir yetkim yok.” diyoruz ki adamın adı kâmil olabilir de mürşidi kâmil olamaz. Böylesi insanlara böylesi insanlara itibar edilmez. Cennet Mekan buyururlardı ki “Zahirde nasıl insanı öldürene katil derlerse manevi olarak insanın yolunu kesene de katil derler oğlum.”

Dördüncü bir alameti daha vardır ki o zata sorulur. Marifette ki alametidir: Ey üstad! Ey şeyh! Sen daraldığım zaman bana yardıma gelebilir misin? Dahilek Geylani, dahilek Rufai, dahilek Abdullah Babam dediğimde sen gelebilir misin? Var mı sende böyle bir yetki? Var derse amenna değilse olmaz. Ondan kâmili mürşit olmaz. Bu söylediğim söze takılabilirler. Ama yine de söyleyeceğim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki:

Ey ashabım! Siz daraldığınızda, sıkıntıya düştüğünüzde yahut da devenizi kaybettiğinizde şöyle deyiniz, ‘Ey Allah’ın dostları! Bana yardım ediniz.’

İmam Nevevi Hazretleri büyük hadis alimidir, “Bu hadisi şerifi duydum, garibime gitti. Bir gün pazar yerinde dolaşırken devenin birinin huysuzlandığını gördüm. Üzerimize doğru gelmeye başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Derken bir anda aklıma hadisi şerif geldi. Dedim ki ‘Ey Allah’ın erleri! Yetişin ve şu deveyi durdurun’ E vallahi sanki önüne bir duvar çekilmiş gibi deve olduğu yere çakılıverdi. Dedim ki ya Rasulullah! Ne buyurduysanız hak ve hakikattir.” buyuruyor.

Bunlar “Rical-ül Gayb Erenleri”ne ait marifetlerdir.

Telefon açtılar dediler ki hocam bir bayan kardeşimizin epilepsi rahatsızlığı var. Kendisine ders verebilir miyiz? Dedim ki, “İnşallah dersini çeksin. Onlar nöbet geçiriyorlar. O nöbeti de geçirmez inşallah.” Kardeşimiz ders çektiği müddetçe herhangi bir kriz geçirmiyor. Dersini bir ay falan tehir etmiş. Bu kardeşimiz yolculuk yaparken otobüsün içerisinde kriz geçiriyor. Otobüs duruyor, kapılar açılıyor. Havalandırıyorlar. Derken kardeşimizi de arka koltuğa yatırıyorlar. Arka kapıdan nurani bir zat otobüsün içerisine biniyor. Çekilin diyor. Kız çocuğunu okuyor ve nefes veriyor, nefesliyor yani buna İslam’da rukye denir. Kız çocuğu kendine gelirken o hengâmenin içerisin de o nurani zat otobüsün arka kapısından tekrar dağın başında iniyor. Şu hacı abi okudu da kalktı falan derlerken ortadan kayboluyor. İşte o zat Abdullah Baba’dır. Evet, mürşidi kâmil budur. Söz ile mürşidi kâmil olunmaz. Evet, onlar vazifelerini yapıyorlar da bizler onların müntesibi olarak Üstadımız Abdullah Babamızın evladı olarak niye hak ve hakikate doğru yol alamıyoruz? Onlardan da bahsetmek istiyorum.

Geçen bir psikiyatrist yani bir profesör diyor ki kaba tabirle söyleyeyim, hani ruh hastalıklarıyla uğraşan doktorlardan bahsediyorum. O profesör, “İnsanın içerisinde bir canavar var. O canavarı eğitmedikten, tedavi etmedikten sonra insanın eğitimle falan düzelmesi mümkün değildir.” diyor. Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselam on dört asır önce sesleniyor, “Ey ashabım! En büyük düşmanınız iki çatınızın arasındaki nefsinizdir.” diyor. Aşk Eri Mevlana’mız, “Aklını başına topla da bir maneviyat erbabının eteğinden sıkıca yapış. İçindeki nefis denen ejderhanın boğazından sımsıkı yapış ki yarın kuvvet bulduğu zaman seni alt etmesin. Yadeyse doksan dokuz başlı ejderha seni kabirde sarıverir. İşte onun adına nefis derler” diyor.

En ufak bir beyaz eşya dahi alsak evimize ilk önce kullanma kılavuzunu açıyoruz bu nasıl çalışır, bu nedir ne değildir diye… Ancak insan denen hazreti insan denen bu varlığın nasıl bir varlık olduğunu hiçbir zaman anlamaya çalışmayız. Çocuğumuzun yemesini, içmesini, giymesini, düşünürüz de manevi olarak nasıl yetiştirilmesi gerektiğini bilemeyiz. İşte bu hususları Abdullah Babamın bize anlattığı şekliyle anlatmaya çalışacağız inşallahu Rahman.

Adem aleyhisselatü vesselamın şeklini Allah-ü Teâlâ tamamladı. Kuru bir testi gibiydi.  Sureti Adem’di ama kuru bir testi gibiydi ve Allah-ü Teâlâ “Adem’i yarattım, şeklini şemailini düzenledikten sonra ona ruh nefyettim.” diyor. Allah-ü Teâlâ, Adem aleyhisselama Cemal sıfatıyla ruh vermiştir. Ruhu nefyeder nefyetmez Adem aleyhisselamın belinden itibaren aşağıya kadar ayakucuna doğru kan yürüdü. Canlandı. Allah’ın Cemal sıfatıyla verdiği bir yönümüz var. Bu insanı ahseni takvime ulaştıran, Kâbe Kavseyn makamına ulaştıran bir yöndür. Sonra Allah-ü Teâlâ yedi kat cehennemin zulmaniyetine Celal sıfatıyla tecelli etti. Nefsi yarattı. Adem aleyhisselamın isteği üzerine onu da Adem aleyhisselama yükleyiverdi. Ruh ile nefis insanoğlunun bedeninde evlilik yaptı. O da (nefs) esfele safilin tarafıdır, insanın alçaklık tarafıdır. Bir yönüyle ulvi bir yönüyle de süflidir. Bu da Celal sıfatının tecellisidir. Onun için Rabbimiz şeytana diyor ki “Ya iblis! İki elimle Cemal ve Celal sıfatımla yarattığım Ademe seni secde etmekten alıkoyan nedir?” Çocuk doğar iki yaşına geldi mi benliği oluşmaya egosu enaniyeti oluşmaya başlar. İki yaşına geldiğinde eşyasını falan kıskanmaya, kardeşini kıskanmaya başlar. Akılbali olana kadar müsavi olur. Bu anlattığım mevzular farzı ayındır. Hepimize lazım olan şeydir. Anlatılan insandır. İnsanım diyene lazım olan şeylerdir. Allah-ü Teâlâ böyle tarif ediyor. Akılbali olana kadar ikisi eşit gider. İyi tarafı da kötü tarafı da eşit olur. Akılbali olduktan sonra hani buyuruyor ya Efendimiz, “Her insan İslam fıtratı üzere doğar. Annesi, babası onu ya yahudi ya putperest yahut hristiyan olarak şekillendirir ve yahut da ona göre yetiştirir.” İşte hangi tarafa doğru meylettiyse çocuk orada o istikameti kazanmaya başlar.

İlk basamağı nefsi emmaredir. Kafirlerin, münafıkların, putperestlerin hepsi bu nefsi emmarededir. Allah’ın “Mudil” ismi vardır. Mudil isminin mazharı olanlar bu makam da olur, buna da delalet ehli derler. Fatiha-yı Şerife’de “Ğayril mağzubi aleyhim veleddallin” derken biz bu dalalet ehlinden bahsediyoruz. Buna nefsi emmare denir. Yedi nefis meratibi Fatiha’nın içerisindedir zaten. Kâfirler, münafıklar burada dedik. Rabbimiz onlara diyor ki “Onların kalplerine, kulaklarına küfrü mührettik. Gözlerine de bir perde çektik. Büyük bir azap da onları bekliyor.” Kâfirler buradaymış. Birde Müslümanların “Benim büyük babaannemin de saçı kapalıydı. Aslında biz İslam’a karşı değiliz de haşa şeriata karşıyız.” diyenleri varya… Biz başörtüsüne karşıyız diyenler varya… Allah bizim namazımızı ne yapacakmış; Allah bizim kalbimize bakıyor değil mi diyenler varya, işte bunlar da bu nefsi emmare denilen hastalığa düşmüş kimselerdir. Onlar için de Rabbimiz bakın ne diyor “İnsanlardan ve cinlerden büyük bir topluluğu andolsun ki cehennem için yarattım. Kalpleri var anlamaz, gözleri var hakikati görmez, kulakları işitmez. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Onlar işte gafillerin ta kendileridir” Rabbim muhafaza eylesin. Eğer nefsi emmareden yukarıya tekâmül ederse derece alır, aşağıya doğru inecek olursa orada da dereke alır. Aşağısı derekedir. Dipsiz bir kuyu gibidir. İşte tırnak kadar çocuklara tecavüz edenler, kadınları kızları yakanlar, yüksek yerlerden atanlar, çoluğunu çocuğunu madur edenler bunların hepsi hani diyor ya psikolojik rahatsızlığı var diye işte nefis hastalıkları bu nefsi emmarededir. Peki, hocam buradan kurtulmak için ne yapmak lazım? Allah’ın hidayetine mazhar olmak lazım. Allah’ın hidayetine mazhar olabilmek için de vesilelere yapışmak lazım. Vesileye yapıştığı zaman insan, Allah hidayet etti mi alnı secdeye gelmeye başlar.  Allah-ü Teâlâ’yı anmaya başlar, kul olmaya başlar. Bundan sonrası dervişlere aittir, avamdan bahsetmek istemiyorum.

Dervişlerin seyrinden bahsetmek istiyorum. Derviş bir mürşidi kamile müntesip olduğu zaman dervişi iki türlü seyir bekler:

Birincisi bu adamın biraz inancında zayıflık var ise bu adamın basiret gözü açılır. Rasulullah Efendimizi görür, Kabe’yi görür. Ben şurada zikrullah yapıyordum, şunu gördüm bunu gördüm der. Eğer Efendime sımsıkı yapışacak olursa selametlikle bu hal üzere devam eder. Ama Cennet Mekan “Bu hal üzere olup da bozulmayanı ben pek görmedim oğlum.” derdi. Rabbim muhafaza eylesin. Bu hal üzere olanlar genelde bozulmaya, gevşemeye başlıyorlar. Zakirlerin etrafına toplanıyorlar ve diyorlar ki “Abi ben meydanda şunu gördüm. Efendim sana şunu söyledi, bunu söyledi. Adam da arkasına düşüyor, gidiyor…” Kardeşim beşinci makama kadar nefis karışır bu işin içine. İtibar olmaz ki. İkinci şekilde gidenler vardır ki gizli gidenlerdir. Basiret gözü kapalı olarak gidenlerdir. Bunlarda da gevşeme başladı mı insanda vehim hastalığına düşmeye başlar, en büyük sıkıntımız bu. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki “Ahir zaman geldiğinde dağ gibi akıl sahipleri vehim ve hayal girdabına kapılmışlardır. Kötülük tufanı dağları aşarken Nuh’un Gemisine binenden başka kimse kurtulamaz. Vehim öyle bir hastalıktır ki hakikatin önünü kesti de ümmet yetmiş iki fırkaya ayrıldı.” Şöyle misal vereyim kardeşimiz diyor ki, “Abdullah Babam ile namaz kılıyorduk sünneti kılacaktık. Bir anda içimde Allah’a bir yakınlık hasıl oldu. Geçtim kendi kendime dedim ki ‘Niyet ettim senin rızan için namaz kılmaya’ diye. Tam niyet ettim Cennet Mekan bi döndü, kerameten benim içimden aldığım niyetime dedi ki ‘Evladım niyet ettim Allah rızası için namaz kılmaya diye niyet edeceksin. Yadeyse öteki nefsinden olur.’ dedi.” Anlıyor muyuz?  Şeriatı Ahmediye’den zerre kadar taviz veremeyiz. Çünkü kalbe gelen havatırlar vardır. Cennet Mekan buyururlardı ki içimizde olanları bak anlatıyor: Efendim Cennet Mekan, “Oğlum ruhun kapısı vardır. Ezan okununca hadi namaz kılmaya, sabah ezanı vakti geldi mi hadi kalk abdest al da namaz kıl, diyen içimizde ki bu ruhtur oğlum. İkinci bir kapı daha vardır ki buna nefis kapısı derler, hevacisdir, “Nefis şiddetli şekilde kötülüğü emreder” içimizdeki bütün tembellikler, içimizdeki hevacis kapısından gelir. Birde meleklerin ilham kapısı vardır. Abdullah Babam gibi zatların himmet ettiği kapı vardır ki buna ilham kapısı denir, “Müminlerin imanını kat be kat artırmak için Rabbin sekine indirir” diyor. O kapıdan gelir. Bir de visvas kapısı vardır, şeytan oradan üfler; “Vesvese veren hannas şeytanı”  şeytan oradan girmeye başlar. Cennet Mekan derdi ki bayan kardeşlerimiz de burada bu tür hastalıkların birçoğu da bayan kardeşlerimizde olur derdi. Cennet Mekan şeytanın tayfalarından bir tanesi evlatlarından bitanesi de velhandır, derdi. Velhan nedir Efendim, derdim. Evham hastalığına yakalattırır. Abdest alır bir daha abdest alır, ayağını yıkar bir daha yıkar, yıkadım mı yıkamadım mı? Evde temizlik hastalığına tutulur hiç durmadan suyu akıtır,  hiç durmadan sağı solu silmeye çalışır, derdi. Cennet Mekan, bu evham hastalığına yakalandı mı kurtulması zor olur, derdi. Evham hastalığına yakalananların da sonları çok sıkıntılı oluyor.  Nasıl kurtulabiliriz? Cennet Mekan derdi ki “Allah’ı çok zikredin oğlum, Allah’ı çok zikrederseniz bu şeytanı aleyhillanenin kapısı kapanır.”

Televizyonlarda görmüşünüzdür beş yaşında çocuk diyor ki ben bundan elli yıl önce falan adamdım, trafik kazasında öldüm, benim adım falan falandır… Bu çocuğu götürüyorlar, gidiyorlar, o çocuğa o adamın ailesini bulduruyorlar. Herkes on yaşındaki çocuğun etrafında oturuyor. Eski hayatında şuymuş diyorlar. Reenkarnasyon varya mirasçı bile kılıyorlar. On yaşındaki çocuğun da elini öpüyor, bu bizim babamız diye… Her insanın şeytanı var. Adam öldükten sonra onun şeytanı ayrılıyor, o çocuğun visvas kapısından başlıyor üflemeye. Çocuk konuşuyor. Ağzı dualı muhlis bi insan bi Ayet-el Kürsi okusa o çocuk kesilir, konuşamaz. Bununla da mal bulmuş mağribi gibi yok insan öldükten sonra bir daha gelirmiş, sen öl de nasıl geri geliyormuşsun bi bak bakalım. Allah-ü Teala meydan okuyor, mealen söylüyorum, “Çıkmakta olan ruhu geri katsınlar da göreyim” diyor. Rabbim bunlardan muhafaza eylesin. Derviş burada üstadına sımsıkı yapışacak. Şeriatı Ahmediye’den zerre kadar taviz vermeyecek. Efendimiz öyle buyuruyorlar, “Nefsinizi muhakkak hesaba çekiniz.” biraz önce          Hafız Osman kardeşim okudu. “Al bakalım kitabımı bir oku ne yaptığını hep içinde bulacaksın” diyor ayeti kerime. Onun için diyeceğiz ki “Ya Rabbi! Ya Rabbi! Dostlarının yolunda bizi daim kıl. Bizi nefsimize, hevamıza, hevesimize bırakma Allah’ım.” diye dua ve niyazda bulunacağız inşallahu Rahman. Üstadımız neyi veriyorsa alacağız inşallah.

Bakın bir hatırayı anlatayım: Efendim Cennet Mekan rahmetullahi aleyh ezanı Muhammediye okunduktan sonra hani diyoruz ya “Allahümme Rabbe hezihiddağvetid daemmeh” diye, Efendim bunun arkasından birde Fatiha-yı Şerife’yi okurdu. Fatiha-yı Şerife’yi okuduktan sonra Efendimiz aleyhisselatü veselamın ve Bilal Habeşi Hazretlerinin ruhuna bağışlardı. Bizde Efendimden bu şekilde öğrendik. Biz arkasına birde Abdullah Babamı ekliyorduk. Onun ruhuna bağışlama yapıyorduk. Ama hep diyordum ki “Acaba bunun hikmeti nedir? Cennet Mekan niye bu Fatiha-yı Şerife’yi okuyor?” Ve karşımıza şöyle bir durum çıktı:

Bilal Habeşi radıyallahu anh Hazretleri duvarın dibine oturmuş hüngür hüngür ağlıyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam “Ey Bilal! Ne seni böyle ağlatıyor, nedir derdin?” deyince, “Ya Rasulullah! Benim hiç çocuğum olmadı. Ben vefat ettikten sonra benim arkamdan Fatiha-yı Şerife’yi okuyacak kimse de yok.” diyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam bakın ne diyor, “Ey Bilal, üzülme! Bizden sonra öyle insanlar öyle güzel insanlar gelecek ki her ezanı Muhammediye’nin arkasında seni de Beni de Fatiha’dan eksik etmeyecekler” Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Evet…

Sayu gayret ederse derviş nefsi mülhimeye ulaşır, “Nefse birtakım kabiliyet ve ilham edene and olsun” diyor. Artık derviş öfkeyi sabra çevirmiştir. Kibri tevazuya çevirmiştir. Yalanı doğruluğa çevirmiştir ve Allah’ın her dem kendisini gördüğünü, işittiğini bilmeye başlar. Hani diyor ya Efendimiz, “İhsan odur ki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ve taatte bulunmanız  Allah’ı görmeseniz de her dem Onun sizi gördüğünü bilmenizdir.” Derviş bu hal üzere olur ve yavaş yavaş görünenin gerisindeki hakikatleri kavramaya başlar. Bir misal veriyorum:

Kırmızı ışıkta duruyorsunuz. Yeşil ışık yanar, bir iki saniye sonra önünüzdeki araç gider. Devam edersiniz, elli metre ilerde bi bakarsınız ki ihtiyar bir zatın yavaş yavaş yolu geçtiğini görürsünüz. Tam siz oraya doğru gelirken o da kaldırıma çıkmış olur. Bakarsınız ki muazzam bir sevki ilahi var. Yapan biziz ama bide bizi sevk eden var ve derviş Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretlerinin o durumunu yavaş yavaş müşahede eder. Nedir o, “Hiçbir nesne görmedim ki o nesnede önce Allah’ı sonra nesneyi görmeyim” diyor. Hakikatleri görmeye başlar. Tabi bu makama geldi mi derviş bir takım haller zuhur eder. Hu, Hu, Hu Allah telkin edilir. Bazı derviş kardeşlerimiz de böyle gece rüyalarında Efendim bize “Hu Allah” dememizi telkin etti, diye geliyor. Doksan beş yılıydı. Efendim Cennet Mekan’a biri geldi. Dedi ki “Efendim bana Hu esmasını okumamı telkin ettiniz.        Mübarek durdu, sonra tebessüm etti. Dedi ki “Oğlum, namazlarını kılmıyormuşsun da Hu olan Allah’a yönel demek istemişim sana. Yadeyse hu makam kim sen kimsin” dedi. Onun için bunlara da hiç aldırmamak lazım. İstikamet üzere yürümeye çalışmak lazım. Bu makamdayken kısmi olan bazılarında Rasulullah Efendimizi görme hali olur. Ama Cennet Mekan derdi ki “Ne kökü ne de dalı olmayan bir ağacın meyvesini görme gibidir oğlum. Fazla itibar olunmaz. Ancak üstadına sıkı sarılırsa belki Rasulullah Efendimize sorduğu sorudan cevap alır.”

Mevlana Hazretleri bu makamdayken şöyle bir hadise yaşıyor: Biri geliyor Mevlana Hazretlerine diyor ki “Efendim filan hadiste şöyle ek var diğer hadis de bu ek yok. Hangisi sahih?” Mevlana Hazretleri, “Şu anda kitap yanımda değil, medreseye gidelim, orada bakalım hadis kitaplarına” diyor. O sırada içeriye de Şems Hazretleri giriyor. Şems Hazretlerine soruyor. Mübarek de diyor ki “Niye sözün sahibine sormuyorsun?” Mevlana Hazretleri murakabe ediyor, soruyor. Cevabı verdikten sonra diyor ki “Üstadım Allah sizden razı olsun. E vallahi Efendimiz aleyhisselatü vesselamın bu hadisi şerifi sahabeyi kiram hazeratına okuduğu yeri gördüm elhamdülillah.”

Bunlar olur mu Hocam? Allah diledi mi neler olur, neler olur, neler olur. Rabbim ulaştırsın inşallah.

Nefsi mutmain makamına ulaşır itminan olan nefis demektir. Bu makama geldi mi kişi veli olur. Kabir haline vakıf olur. Bir kabrin yanından geçerken kabir ehli der ki, “Nereye gidiyorsun? Hiç selam sabah vermiyorsun?” Nasıl zahir de insanları görüyorsa manevi olarak da görmeye başlar. Kabir haline vakıf olur. Efendimiz aleyhisselatü vesselama İbni Ömer geliyor, “Ya Rasulullah! Mezardan biri çıktı. Bana dedi ki ‘Ey Abdullah bana bir su verir misin?’ Sonra iki tane siyah giysili kimse çıktı, ‘Yoluna devam et bunun su içmeye hakkı yoktur’ dedi ve azap ede ede onu kabre indirdiler” diyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam “O ebu cehildi, yanındakiler de zebanilerdi. Kıyamet sabahına kadar ona azap ederler. Senin bu gördüğüne de kabir haline vakıf olma derler.” diyor. Evet, bu makam böyledir. Bu makamda nagib ve nagibi nugabalık makamları tevdi edilir. Abdullah Babam, “Oğlum, ben nagibim iddiasında olan varsa, mezar taşını sök, bu mezarda bulunan adam hakkında bilgi ver de senin nagibliğini bileyim. Eğer adam cevap veremiyorsa o adamlara görev teberrüken verilmiştir. Makam olarak verilmemiştir.” derdi Cennet Mekan.

Bu makam da yine nefis kişinin arkasında kendisini takip eder. Asla buna kolaylık vermez. Abdullah Babamın bir hatırası vardır: “Oğlum, yine böyle seçimlere yakın bir dönemde ben Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin zakiriydim. Şu anda ismini vermeyeceğim Türkiye’de çok büyük bir cemaatin -rahmetli oldu- mutmain makamında vefat eden ders şeyhi bir zat vardı, onun dervişi. O zaman o zat da hayattaymış. Diyor ki Üstadımız bize dedi ki “Müslümanların partisi yüz küsur tane milletvekili çıkartacak.” Bende dedim ki “Benim Üstadım Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri on küsur tane milletvekili anca çıkartacaklar oğlum” dedi. Görelim bakalım dedi, diyor. Pazar günü seçim oldu. Pazartesi günü bu kardeşimizle karşılaştık. Bana selam vermedi. Çünkü Benim üstadımın dediği gibi on küsur tane milletvekili çıkarttılar. Mahcup bi halde bana selamı da kesti. Kafama takıldı Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine sordum. Üstadım bu hal nasıl olur oysa o zat da veli, diye sorunca dedi ki “Oğlum bazılarının dürbünü beş kilometreyi gösterir, bazılarının dürbünü beş bin kilometreyi gösterir. Onun gönlünden öyle geçmiş de öyle görmüş. Oğlum ama hakikat penceresinden baktın mı hadise dediğimiz gibidir.” dedi diyor. Anlıyoruz değil mi? O hani ben şeyh oldum falan diyenler varya hep buralardan bakıyorlar. Onun için Rabbim ayırmasın, istikamette daim kılsın inşallahu Rahman. Çok anlatılacak mesele var vaktinizi de almak istemiyorum.

Bir üst makamı da söyleyeyim radiye makamına ulaştı mı insan bu makama ulaştı mı kırklar divanına girmeye başlar. Radiye makamına geldiği zaman bu makamda enteresan bir şey olur. Efendimiz şöyle anlatmıştı: efendimiz aleyhisselatü vesselama “İçinizden geçenleri açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi muhakkak hesaba çekecektir” ayeti inince sahabeyi kiram, Efendimizin evinin etrafına toplandılar, “Ya Rasulullah! O kadar ağır bir ayet indi ki biz bununla nasıl amel edeceğiz? İçimizden neler geçiyor neler” dediler. Efendimiz biraz durduktan sonra dedi ki “Ey ashabım! İçinizden bir iyilik geçerse bir sevap, o iyiliği yaparsanız Allah-ü Teâlâ on iyilik ve yedi yüze kadar karşılık verecek. Bir kötülük geçerse herhangi bir günah yok, eğer o kötülüğü yaparsanız sadece bir günah yazılır” ve devamında “Hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemeyiz” ayeti kerimesi indi. Efendim “Beşinci makamın sonuna gelen kimseler kalplerinden geçenlerden mesul olur oğlum” derdi. Oysa Kuran âlimleri, uzmanları diyorlar ki nasuh-mensuh mevzuu vardır, neshedilmiş ayetlerdir. Abdullah Babam böyle söylediği için anlatıyorum. Bu makam böyledir, hala şunu anlatmıştı: Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin beşinci makamda bulunan bir dervişi varmış, isim vermiyorum. Yine kendisine bir bayan gelmiş daha doğrusu bir bayanı görmüş. Bayanın da dul olduğunu duymuş. Aklından, bu bayanla nikâh edebilirim inşallah, demiş. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin yanına girince, “Falan efendi diyor Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, senin dersini aldım. Senin bütün makamlarını aldım. Şimdi burayı terk edip gidebilirsin. Artık bizim hiçbir şeyimiz değilsin.” diyor. Beşinci makamda içinden sadece geçirdiğinden dolayı… Onun için ben şeyhim diyenler, uçanlar, kaçanlar bunlar öyle kolay işler değildir. Cennet Mekan elini sallardı. Hala bir şeyh efendi vardı da Efendimle Ankara’da beraber bulunmuştuk. Şeyh efendinin yanında dedim ki “Efendim o şeyh efendi Buharalı şeyh” dedim vefat etti. Ah oğlum şimdi gördü şeyhliği orda dedi. Onun için bu işler lafla olmuyor. Üç günlük dünyada bu tür şeylere tenezzül etmemek lazım. Züğürt adamın zenginim diye bağırmasına benzer bu.

Bir üst makama çıkar ki mardiyye makamıdır. O makama çıktı mı artık, “Allah’ın dostları için hiçbir korku yok mahzun da olmazlar” ayetinin muhatabı olur. Cennetle müjdelenenlerin makamlarıdır ve kendisi Hafız ismini ile taltif olunur, muhafaza altına alınır. Bu makama geldi mi kişinin şeytanı dahi ya iman eder yahut da kişiyi terk eder derdi Cennet Mekan. Efendimize soruyorlar “Ya Rasulullah! Herkesin şeytanı var diyorsunuz. Sizin de var mı” diyorlar. “Tabiki var” diyor Efendimiz aleyhisselatü vesselam, “Çocuk kız çocuğu doğarsa erkek, erkek çocuğu doğarsa dişi olaraktan cin taifesi verilir, şeytanlardan verilir kendisine” buyuruyor. “Ya Rasulullah! Sizin şeytanınız ne yapıyor”, Efendimiz aleyhisselatü vesselam “Eh, o da Benim imanıma takat getiremedi de İslam oldu” diyor. Bu anlatılanlar hikaye değildir. Bunlar bir mürşidi kâmilin yaşadığı ledünni ilimle aktardığı meselelerdir.

Sonra safiyet makamına ulaşır ki Efendimizin Miraç’da çıktığı o yolları ruhi olarak tekrar çıkar. Allah’a ruhu arz olunur. Ruhu arz olunduktan sonra fenafillah derler ki Allah’ın bütün sıfatlarında fani olur. İşte bu makama ulaşan kimseye derviş derler. Dervişlik makamı budur. Eğer bu zatların içerisinden bir mürşidi kâmil, peygamber varisi bir kimse seçilecek olursa bu zata kutbul aktab derler. Eğer bunların içerisinden bir başka, derecesi bi düşük olan seçilecek olursa Ebu Bekir Efendimizin varisi olarak gavsül azam derler. Eğer bir başkası seçilecek olursa sırrı hilafet makamı Hazreti Ali kerremallahu veche olur. Eğer Hazreti Ömer ile Hazreti Osman Efendimizin varislerine yani onların ruh hali gibi olursa onlara da kümmeleyni evliya derler. Bunlar tâ beşinci, altıncı makamdan itibaren seçilmeye başlarlar. Bunlara da Ricalül Gayb erenleri derler. Evet, Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah. İşte Abdullah Babamız buraları hep geçen ve dervişlerini buralara ulaştırmaya çalışan bir hakikat erbabıdır.

Yav sizin üstadınız da vefat etmiş… O zaman şöyle bir misal vereyim. Hasan el Harakani Hazretlerinin dervişi hastaymış, geliyor: Evladım niye telaş ediyorsun? Can kuşu bedenden çıkacak diye korkuyor musun, diyor. Evet efendim, diyor derviş. Korkma, korkma bir şey olmaz. Biz ölsek, aradan otuz yıl geçse, biz yine geliriz de yine seni alır gideriz dünyada ki gibi. Bizim için o âlem bu âlem fark etmez evladım, diyor. Aslında mübarek büyük bir sır veriyor orada. Hasan el-Harakani Hazretlerinin dervişi iyi oluyor. Hasan el-Harakani Hazretleri vefat ediyor. Otuz yıl sonra o derviş hastalanıyor. Sekerat haline geliyor. Oğlu da başucunda bekliyor, “ve aleyküm selam efendim”, diyor babası. Oğlu diyor ki, “Hayırdır baba ne oldu?” “Oğlum, Hasan el-Harakani Hazretleri ile ahirete irtihal etmiş dervişler geldiler de gidecez dediler. Hakkını helal et.” diyor. Ruhunu teslim ediyor. Evet bir sohbetinde bulunmuştum, rahmetullahi aleyh Tahir Büyükkörükçü Hoca Efendi öyle diyordu, “Ben üstatlarımdan duydum. Mehdi Resul Konya’ya, Mevlevi dergâhına gelecek. Cehri olarak Allah’ı zikredecek. Biatları kabul edecek değerli Müslümanlar” diyordu. Geçen Cübbeli Ahmet Hoca Efendi de aynı mevzuları söyledi. Abdullah Babam bundan yıllar önce şöyle demişti, “Bazı mahrem mevzular var anlatamam onları ama Mehdi Resul illaki gelecek, illaki gelecek. Burada biatlar alacak. İslam dünyasının dirliği birliği beraberliği için burada muazzam kararlar alınacak. Bizim dergâhımızın ne olduğu o zaman ortaya çıkacak oğlum, göreceksiniz.” derdi Cennet Mekan. Evet. “Niye efendim böyle” derdim. Cennet Mekan derdi ki “Mirac’a çıktığında Efendimiz aleyhisselatü vesselama Allah-ü Teâlâ dedi ki “Ya Muhammed! (aleyhisselatü vesselam) Tayyibe’yi mi istersin, Dımaşk’ı mı istersin, Kınnesreyn’i mi istersin, dedi. Efendimiz aleyhisselatü vesselam Tayyibe yani Medine’yi Münevvere’yi isterim Ya Rabbi! Dımaşk (Şam) değil, Kınnesreyn (Konya) çift başlı kartalın olduğu yerde değil. Bu üç şehir beldeyi muhayyere oğlum, derdi. Cennet Mekan Alpaslan Hazretleri Anadolu’ya girdi. Konya’yı başkent yaptılar. Muhiddin el-Arabi Hazretleri Konya’ya geldi. Ertuğrul Gazi Hazretlerin manevi terbiyesi için biliyorsunuz kendisi bizatihi ilgilendi. On yedi yaşında Osman Gazi Hazretleri geldi. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin dergahında Fatiha’yı şerifeler okudular ve dualar ettiler. Mevlana Hazretleri Devleti Osmaniye hayırlı mübarek olsun, dedi. Deccaliyet asrına kadar devam edecek, dedi. Konya’da karar aldılar, bizim hicretimiz dahi Konya’ya oldu oğlum. Mehdi Resul’de buraya gelecek. Bizim dergahımızın ne olduğu da o zaman ortaya çıkacak. En basit dervişimizin manen alacağı vazife kuru bir ağacın yanına vardığında Allah’ın izniyle meyve ver dediği zaman şakır şakır meyvesini verecek.” derdi Cennet Mekan. Rabbim ulaştırsın inşallahu Rahman. Ama tabi o zamana kadar aşk ve muhabbetle gitmek önemli. Aşk Eri Mevlana’mızdan bir misal daha vereyim, sözü bitirmek istiyorum. Mevlana’mız diyor ki Hazreti Osman-ı Zinnureyn Efendimiz hutbe irad etmek için çıktı. Sahabeyi kiram ve tabiinden insanlar vardı. Minbere çıktı. O “Elhamdülillahi Rabbil âlemin essalatü vesselamü ala rasulina Muhammed” diyordu (aleyhisselatü vesselam) Bütün sahabe hıçkırıklar içerisinde ağlıyordu.

Diyorlardı ki “Biz niye ağlıyoruz?”

Sonra içlerinden biri dedi ki “Görmüyor musun? Muhammedi nuru bezenmiş bir er görüyoruz karşımızda.

Evet kardeşlerim. O, Abdullah Babamın nurunu bezenmiş bir halde Mehdi’ye ulaşmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah. Allah hepinizden razı olsun. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah…

Abdullah Baba Hz.lerinin 10. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn. Velagıbetülilmüttegîn.Vessalatü vesselamü alâ seyyidina venebiyyina ve şefîina Muhammed. ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn. Euzübillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim.

Vemimmenhalaknaümmetüyyehdünebilhakkîvebihîyağdılün. Sadakallahülazim.

Vebelliğna rasulunennebiyyül kerim ve nahnü ala zalike mineşşakirineşşahidinebi kalbin selim.

İslam ve Tasavvuf dünyasının müstesna bir ferdi olan Hadim-ül Fukara Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin Hakk’a vuslatının onuncu yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Muhterem Üstadımız, Allah’a karşı tam bir teslimiyetle birlikte almış olduğu manevi vazife ile ümmeti Muhammed’in irşat ve ikazına ömrünü harcamış müstesna bir şahsiyettir. İçinde bulunmuş olduğumuz deccaliyet asrında, Muhterem Üstadımızın himmetine, feyzine, bereketine daha fazla muhtaç durumdayız. Zira ahir zaman fitnelerinin ümmeti Muhammed üzerine sağanak bir şekilde bir zamanı ve dönemi yaşıyoruz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem mucizeyi peygamberiye olarak ümmetinin bugün başına gelen hadiseleri bindörtyüz küsur sene önce haber vermiş, ümmetini dikkatli olmaya davet etmiştir.

Huzeyfe (ra) Hazretleri buyuruyorlar ki:

“Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdı ve bize sohbet etmek için minbere çıktılar. Taki öğle vakti girene kadar Efendimiz aleyhisselatü vesselam sohbet ettiler. Sonra bize namazı kıldırdılar. Sohbete kaldıkları yerden devam ettiler. İkindi vakti girdi. Tekrar namazı kıldırdılar ve ümmetinin başına kıyamete kadar gelecek bütün hadiseleri tek tek anlattılar.

Bizde kendisine dedik ki “Ya Rasulullah, bahsetmiş olduğunuz bu felaketler bu sıkıntılar ümmetin başına ne zaman gelecek?”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Gününüzden arta kalan kadardır.”buyurdular. Biz güneşe baktığımızda nerdeyse dağın arkasına doğru geçmek üzereydi.

Rahmet Peygamberi biraz sonra zikredeceğim hadiseleri ümmetine ahir zamanda meydana gelecek tuzaklara düşmemesi adına öğütlemiştir.

Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyurdular ki, “Ümmetim ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak”,(meşayıhı kiramın şöyle bir ifadesi var,“Bu hadisi şerif ile ilgili belki Efendimiz aleyhisselatü vesselam çokluktan kinaye olarak yetmiş iki dedi. Belki bin fırkaya ayrılacak dediler.”)Yetmiş ikisi fırkayı daalle sadece bir tanesi fırkayı naciyedir.”

Sahabeyi kiram sordular “Ya Rasulullah! Bu bir fırkayı naciye kimdir?”Selamete çıkanlar kimlerdir, dikkat edin buraya,

Allah Rasulü Benim ve Ashâbımın yolu üzere olan fırkadan başka hepsi cehenneme gider.” (Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sâğîr)buyurdular. Şimdi ehlisünnet velcemaat olduğunu iddia eden ama şeytanın tuzaklarına düşmüş olan farklı meşrep ve mezhepte karşımıza çıkan nice insanları görüyoruz.

İbni Mesud (ra) Hazretleri şöyle bir hadise anlatıyor:

Allah’ın Resulü ile sohbet ediyorduk. Efendimiz aleyhissalatü vesselam yere düzgünce bir çizgi çizdiler ve dediler ki,“Ey ashabım, işte bu sıratı müstakim olan yoldur.”Sonra kenarına çizgiler çizmeye başladılar ve “Şu yollarda başında şeytanın bulunmuş olduğu sıratı müstakimden ayıran yollardır.” dediler ve şu ayeti kerimeyi okudular:

“Bir de bu benim dosdoğru yolumdur; hep onu takip edin, sizi onun yolundan saptırıp parçalayacak başka yolları takip etmeyin! Duydunuz ya, O, korunup takva sahibi olasınız diye bunları size emretti.” (En’am/153)

Maalesef günümüzde Efendimiz aleyhisselatü vesselam Hazretlerinin işaret buyurduğu gibi sıratı müstakimde olduğunu söyleyipde belki dile bile alamayacağımız acayip garaip hadiseleri işitir oldum. Rabbim ümmeti Muhammed’e hidayet etsin inşallahu Rahman. Bu sapıtmışlıktan bir tanesi Hazreti Muhammed aleyhisselatü vesselam Hazretlerini yok saymaktır. Efendimiz aleyhissalatü vesselam Hazretlerine,“Siz O Muhammed’e tâbi oluyorsunuz aslında siz, O Muhammed’e tapıyorsunuz.”diyorlar. Siz onun hadisi şeriflerini aslında tatbik ediyor diyorsunuz da gerçek de siz Kuran’dan başka kitaplara tabi oluyorsunuz ona inanıyorsunuz diyorlar oysa Rabbimiz Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri;

“De ki: Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez”(Al-i İmran/32) diyor.

Gerçi bu ifadeleri Yahudiler, Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselamın döneminde de söylüyordu. Medineyi Münevvere’de Efendimize dediler ki,

“Ya Muhammed(aleyhisselatü vesselam) biz zaten Allah’ı seviyoruz. Allah da bizi seviyor. Sen ne oluyorsun ki biz Sana tabi olacağız?”

Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Hazretleri tekrar ikaz etti. Efendimizin şahsında bindörtyüz küsur sene sonra yine kullarına hitap ediyor,“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”(Âl-i İmran/31)

Demek ki muhabbetullaha vasıl olmak Hazreti Muhammed-ülMustafa’nın yolunda gitmekle mümkündür. Onu sevmekle mümkündür. Ona tabi olmakla mümkündür. Onun karşısında irade koymamakla mümkündür. Şimdi profesörler çıkıyorlar, siz peygambere tapıyorsunuz, diyecek kadar küstahlaşıp televizyon ekranlarında insanlara sözüm ona vaaz ediyorlar. Bakın Aşk Eri Mevlana’mız ne diyor:

Cenabı MuhammedMustafa’ya, sahabeyikiramla bir hurma bahçesinde oturdukları sıradabir karpuz getirdiler.Sahabeler de onu suyun içerisine koydular.Efendimiz aleyhisselatü vesselam biraz sonra dediler ki,ey ashabım şu karpuzu getirseniz de yesek.Sahabeden bir tanesi dedi ki, ya Rasulullah biraz daha soğusa da yesek miki?Birbaşkası da, ya Rasulullah yemeği yiyelim üzerine yesek olmaz mı?

Efendimiz aleyhisselatü vesselam Hazreti Ali Efendimizin yüzüne baktı. Hazreti Ali Efendimiz hemen gitti, karpuzu getirdi.Efendimiz aleyhisselatü vesselamın önünde kesti. Buyur ya Rasulullah, dedi.

Sahabeler dediler ki ya Ali o kadarını biz de yapardık. Ama Efendimiz daha iyisini yesin diye biz böyle söyledik. Dikkat edin buraya,Mevlana Hazretleri ne diyor, Hazreti Ali Efendimizi nasıl konuşturuyor, diyor ki,

Aklını Hazreti MuhammedMustafa’nın yolunda kurban et.Hasbiyallah de ki OAllah sana yeter.Hazreti MuhammedMustafa senin kadar bilmiyor mu, diyor.

Evet, Müslümanlar bizde Hazreti Muhammed-ülMustafa’nın yoluna tabi olmak mecburiyetindeyiz. Yani sadakatlebağlanmak mecburiyetindeyiz. Nasıl bir sadakat? Sıddıkiyet makamının sultanı Hazreti Ebubekir(ra) Hazretleri gibi…

Biliyorsunuz, Efendimiz Miraç’tan dönünce müşrikler,“Biz bu hadiselere pek inanmadık da gidelim bir de Ebubekir’e soralım” dediler. Ebubekir Efendimize vardılar ve dediler ki “Gördün mü senin adam bir gecede Mescidi Aksa’ya, oradan göklere, Cennet’i Cehennem’i gezmiş gelmiş. Böyle bir şey mümkün mü?”

Ebubekir Efendimiz dedi ki, “Onu eğerMuhammed-ül Mustafa söylüyorsa doğrudur.

Ve doğruca Efendimiz aleyhisselatü vesselamın yanına geldi. Efendimiz mübarek cemalini Ebubekir Efendimize döndürdü. Şöyle diyordu hal lisanıyla,

“Ya Rasulullah, Benim şu gözümün gördüğünedeğil Sizin ağzınızdan çıkan söze itibar ederim. Teslimiyet ve sadakat ancak bunu gerektirir.”

Onun için diyor ki Aşk Eri kendi lisanında söylüyorum:

Men bende-i Kur’anem eger can darem

Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem

Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem

Bizarem ez u vez an suhen bizarem

Sağ olduğum müddetçe Kuran’ın bendesiyim ben

Hazreti Muhammed Mustafa’nın yolunun tozu toprağı yine ben,

Biri benden bundan başkasını naklederse,

Ondan da onun sözünden de şikâyetçiyim, diyor Mevlana Hazretleri. Rabbim yolundan ayırma bizleri.

Evet, Muhterem Üstadım Abdullah Babam:

“Tabi ki Hazreti Muhammed-ül Mustafa bir beşerdir. Ancak sıradan bir beşer değil. O”Hayrul Beşer”dir. Onun sözleri sıradan söz değil, Allah’ın kelamı ilahiyyesidir, derdi ve “O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.”(Necm/3-4) ayeti kerimesinin fehvasınca Allah’ın konuşturmasıdır.”derdi. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

Aşk Eri Mevlana Hazretleri öyle diyor,“Sen Onu sıradan bir beşer olarak görme. Ebu cehil de bir insan evladıydı. Muhammed-ül Mustafa da bir insan evladıydı. Ancak putların önüne gelince ebu cehil eğilir, putlara secde ederdi. Muhammed-ül Mustafa putların önünden geçerken bütün putlar Ona secde ederdi.”

Belki birileri karşınıza çıkabilir. Bu ahir zaman fitnelerini sürekli salık olarak veriyorlar, “Hadisi şeriflere fazla da itibar etmeyin. Çoğu sahte sahih değil.”Diyorlar. Bunlara sakın itibar etmeyiniz. Çünkü Efendimiz aleyhisselatü vesselam,“Karınlarınız tok sırtlarınız da bir yere yasladığınız bir halde emir ve yasaklarıma dair benimle ilgili bir haber geldiğinde ya hadisi şerifleri Onun sözlerini de bırakın da biz Kuran’daki İslam’a bakarız dediğiniz bir halde mahşer gününde karşıma gelmeyiniz” (ebu davud, sünnet, 5(6), imaret,33; tirmizî, ilim, 10; ibn mace, mukaddime, 2; darimî, mukaddime,49; ahmed b. hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8)diyor.

İbni Mesud (ra) Hazretleri sahabeyi kirama sohbet ediyorlarmış. Sohbet esnasında kadınlarla ilgili şöyle bir meseleden bahsediyor:

Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki vücuduna dövme yaptıran kadınlar (O dönemde vücutlarına ben yaptırırlarmış. Güzelleşme uğruna kaşlarını aldıran kadınlara, dişlerini törpületen kadınlara, bedenlerini beğenmeyip de bedenlerine müdahale ettiren kadınlara Allah lanet etmiştir.”buyuruyor.

Tabi bu hadisi şerif Medine’yi Münevvere’de Esedoğullarından Ümmü Yakub isimli bir kadının kulağına gidiyor. İbni Mesud Hazretlerine geliyor diyor ki “Sen böyle bir hadisi şerif okumuşsundoğrumu?”O da diyor ki “Tabiki doğru”Bunun üzerine kadın(bakın burası çok önemli)“Ben Kuran’ın içerisinde böyle bir yasağa rastlamadım. Kur’an’da böyle bir şey yok ki!” diyor.

İbni Mesud Hazretleri,“Demekki sen Kur’an’ı okumamışsın. Zira Haşr suresinde Allah-ü TeâlâZülcelal Hazretleri,“Peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının”(Haşr/7) ayetini demi okumadın, diyor.

Onun için diyeceğiz ki Efendimiz aleyhisselatü vesselam bize neyi emrettiyse alır başımıza taç ederiz neden men ettiyse biz ondan da kaçarız. O Amentü’deki “verusuluhi” diye okuyoruz ya o imanın muhtevasında bunlar da vardır.“Feintevellev”in(yüz çevirmesinler) içinde bunlar da vardır. Rabbim, Efendimiz aleyhisselatü vesselama hakkıyla bağlananlardan eylesin.

Misyoner faaliyetleri gösteriyorlar ve Türkiye’de bazı maşalarıyla birlikte bir takım gündemler oluşturmaya çalışıyorlar. Bunların içerisinde şöyle bir şeyi de ümmetin içerisine salık vermeye başladılar,“hırıstiyanlar da yahudiler de Cennet’e gideceklerdir” diyorlar. Allah-ü Teala Hazretleri“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır.”(Âl-i İmran/85) diyor.

Efendimizden önce bütün peygamberler kabilelere ve kavimlere gelmiştir ancak Muhammed-ülMustafa âlemlere gelmiştir. Bütün peygamberler Efendimize hazırlanmıştır. Bütün suhuflar bütün kitaplar, Kur’an’a hazırlanmıştır. Son inen ahkâm son inen kanundan sonra önceki kanunların hiçbir hükmü kalmamıştır. Onun için Rabbimiz,“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’dan razı oldum.”(Maide/3)buyuruyor. Ama onlar (biliyorsunuz testis inancı vardır hırıstiyanlarda: baba, oğul, kutsal ruh diyorlar) bu adamların Cennet’e gideceğiniiddia ediyorlar. Allah-uZülcelal Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de, “(Allah’ın bir mucizesi olarak İsa şöyle) dedi: «Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı.»”İsa Aleyhisselam ey Allah’ım Ben ancak ve ancak Senin kulunum, diyor. Allah’ın oğlu olurmu? Onun denkliği olmaz. Doğmaz, doğurulmaz. Haşa olmaz öyle şey. Onlara bir de Efendimizin üzerinden mesaj vermek istiyorum:

Efendimizin o güzel ahlakıyla ahlaklanmak için çocuklarını hep Efendimizin yanına hizmet etmeleri için gönderirlerdi. Yahudiler dahi gönderiyorlardı. Bir Yahudi çocuk geldi. Efendimize hizmette bulundu. Bir zaman geçti. Çocuk gelmemeye başladı. Efendimiz aleyhisselatü vesselam merak etti. Nerde bu çocuk diye sordu. Dediler ki “Ya Rasulullah! O şu anda hasta.”Efendimiz aleyhisselatü vesselam da gittiler çocuğu ziyaret ettiler. Efendimiz çocuğa dedi ki “İstermisin sen Muhammed’in dinine giresin?”Çocuk gayri ihtiyari döndü, babasına baktı. Babası dedi ki “Seni serbest bırakıyorum. Nasıl istersen öyle hareket et.”ve çocuk Efendimizle birlikte kelimeyi şahadet getirdi. Allah’ın Rasulü, mübarek gözlerinden yaş akarken ellerini kaldırdı,“Bu çocuğu Cehennem ateşinden kurtarıp ta İslam nuruyla nurlandıran Allah’a hamdolsun.” diye dua ettiler. Demek ki yahudiler cennete gidemiyorlarmış.

Bu operasyonu Mevlana Hazretleri üzerinden “Gel ne olursan ol yine gel” diye çok yapmaya çalıştılar. Mevlana’mız, Rum diyarında olduğu için o dönemde de çok mücadele etti. Mevlana’mız bir gün yolda giderlerken karşısına bir papaz geliyor. Mevlana Hazretleri papaza bakıyor diyor ki “Papaz Efendi sen mi yaşlısın sakalın mı yaşlı?” diyor. Papaz diyor ki,“Tabi ki ben yaşlıyım, sakalım daha sonra çıktı. Niye sordun ki?” diyor.

Mevlana Hazretleri, “Sakalın kemale ermiş, bembeyaz nur gibi duruyor da sen hala küfür çirkinin içinde simsiyah duruyorsun. Ey papaz efendi! Bu pazarda ne İsa’nın ne Musa’nın akçesi geçer. Devir hazreti Muhammed’in devridir. Bu pazarda Hazreti Muhammed Mustafa’nın akçesi geçer.”Diyor. Onun için devir Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın devridir.

Diyorlar ki biz İbrahim’i dinlerin çocuklarıyız. Çan, hazan ve ezan diyorlar, biz İbrahim’in çocuklarıyız diyorlar.

“İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; fakat O, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran/67) diyor ayeti kerimede. Eğer biz düsturumuzu Kur’an ve Sünnet’ten almış olsaydık dünya menfaati karşılığında böyle bayağı şeylere girişmiş olmazdık. Evet, dinler arası diyalog diye bir şey yoktur. Bakın Rabbimiz kullarını nasıl öğütlüyor,“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar.”(Maide/51)

Ukrayna’da seksen kişi öldü diye Amerika’nın dışişleri bakanı gidiyor, yas ilan ediyorlar. Binlerce yüz binlerce Suriyeli ölüyor kılını kıpırdatmıyorlar. Hani dosttunuz siz? Biz İsa Aleyhisselama Musa Aleyhisselama imanın gereği olduğu için inanırız da onlar Peygamberimize terörist diyecek kadar alçaklaşmışlar, bunu nasıl kabul edebiliriz? Avrupa’da bir kilisede üçü yani Hıristiyan, Yahudi ve sözüm ona Müslüman’ım diyenler toplanıyorlar. Müslümanlar da ezanı Muhammediye’yi  okuyor. Bakın ezanı Muhammediye diyorum Muhammedî ezandır. Müezzin efendi “eşhedüellailaheillallah”, diyor ondan sonra “hayyealessalah hayyealessalah”a geçiyor. Eşhehüenne Muhammeder-rasulullah” demiyor. Niye demedin diye soruyorlar,“E vallahi unuttum” diyor. Unutanı da unuturlar.

Rabbim bunlara fırsat vermesin. Efendimiz Uhud’a savaşa giderken Abdullah ibni Ubeyd üç yüz yahudi ile Efendimizin safına katıldı. Efendimiz İslam ordusuna şöyle bir baktı. Onları görünce buyurdular ki,“Bunlar İslam oldular mı?” Sahabeler, “hayır ya Rasulullah” dedi. Bunun üzerine Efendimiz, “Derhal onları ordunun içerisinden çıkartın. Bunların olduğu bir yere Allah’ın inamı, ihsanı, rahmeti, bereketi inmez.”buyurdular.

Evet böyle diyenlere hadi oradan deyin ve yolunuza sımsıkı yapışıp yolunuza devam edin kardeşlerim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyurdular ki,“Ey ashabım!(Şahsında ey ümmetim)Sizin üzerinizden ilk alınacak şey samimiyetiniz. Huşu üzerinizden gidecek. Sonra namazları terkedeceksiniz. Sonra sapık supuk adamlar çıkacak da diyecekler ki kadınlar özel hallerinde namaz kılabilir, mescide girebilir.Öyleki ey ashabım!Sizler yahudiler ve hırıstiyanlara okadar çok benzeyeceksiniz ki(Efendimiz mübarek nalinini çıkardı)şu nalin diğer naline ne kadar benziyorsa sizde onlara o kadar benzeyeceksiniz.”dedi.Geçen İstanbul’da papaz vaaz ediyor,“Ey hırıstiyan kızları,boğazlarınıza kolye olarak istavroz takınız.Zira sizi Müslüman kızlarından ayırt edemiyorum.”diyor.

“Sizden öyle adamlar gelecek ki beş vakit namaz da neymiş canım üç vakit kılsanız yeter diyecekler” diyor Efendimiz aleyhisselatü vesselam. Eski diyanet işleri başkanı çıkmış, namaz üç vakittir beşi nerden çıkarttılar, diyor.

“Öyle insanlar türeyecekki içimizde münafığın fasığın ne işi var. Bizim imanımız gökteki meleklerin imanı gibidir.”Hani diyorlar ya kalbime bak kalbime diye. Nüfus cüzdanı Müslümanları.“Ey ashabım bu adamları gördüğünüzde iyi bakın. Zira Allah-uZülcelal Hazretlerinin mahşer gününde bunları deccal ile beraber haşretmesi Allah’ın üzerine bir haktır.”diyor. Rabbim muhafaza eylesin.

Peki, ne yapmamız lazım? Niyazi Mısri Hazretleri buyuruyorlar ki,

“Savmu salât-ı hac ile sanma zahit biter işin,

İnsanı kâmil olmaya lazım gelen irfan imiş”

Onun için bir irfan ehline bir mürşidi kâmilin himmet ve feyzine muhtacız. Kitapları okuyup da kitaplardan anladıklarını insanlara din diye yutturanların yoluna değil aklının erdiğini söyleyenlerin yoluna değil, Muhammed-ül Mustafa’nın yolunda süluk etmiş Allah- ı Zülcelâl Hazretlerinin övgüsüne mazhar olmuş kimselerin yoluna. Kim bunlar? Bir kutsi hadiste Allah-u Zülcelâl Hazretleri bakın mürşidi kâmilleri nasıl anlatıyor:

“Kulum Benimle iştigal etmeye başlayınca kulumun fikrini, zikrini, lezzetini, maksadını kendi zikrim üzerine sabit kılarım. Kulum Bana âşık olur Bende kulumu severim. Halkın yanıldığı yerde onlar yanılmazlar. Onların sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Onlar gerçekten benim yiğit ve bahtiyar kullarımdır. Ne zaman ki yer ehline azap edecek olsam onları zikrederim de onlar hürmetine bütün bela ve musibetleri kaldırırım. Peygamberler ismet sıfatıyla masum ve muhafaza altında oldukları gibi peygamber varisi evliyalar da mürşidi kâmil olan zatlar da muhafaza altındadırlar onlara hiçbir korku yoktur. Bunu Rabbimiz söylüyor,“Allah’ın dostları için hiçbir korku yok onlar mahzun da olmazlar”(Yunus/62) buyuruyor. Gerçi kelam ehlinin pek hoşuna gitmez bu söylediklerim. Tabi insanın bunu idrak edebilmesi için mana âlemine, o okyanusa, o ummana bir dalması lazım. Çünkü adamın aklı sadece okuduğu kadarına eriyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam yahut meşayığın görüşü onu hiç ilgilendirmiyor. Rabbim onlara da hidayet etsin inşallahuRahman. Çünkü Abdullah Babam manevi olarak vazifesini aynen devam ettirmektedir. Geçenlerde Avrupa’dan bir kardeşimiz geliyor. Sen, Abdullah Babamın evladımısın, diye soruyorlar. Adam diyor ki “Biz çok sıkıntılı bir aileydik. Gece rüyamızda bir zatı gördüm. O zât bana İslam’ı öğretti. Namaz kılmayı öğretti. Aralıklarla rüyamda gördükçe kendisinden İslam’ı öğreniyordum.

En son Türkiye’ye gelecektim. Efendim sizi nasıl bulabilirim (ben zannediyorum ki kendisi yaşıyor) dedim. Dedi ki “Evladım ben çok oldu ahirete irtihal ettim. İlla ki beni görmek istersen Nevşehir de Kale Camii var. Onun yanında da makamım var. Oraya gel, Beni ziyaret et. Zira Biz vazifemizin başındayız. Nerede daralırsan Ben sana yetişirim.” dedi diyor. Bu konularla alakalı yüzlerce hadise anlatabilirim ama vaktinizi almak istemiyorum. Birde Üstadımızın bir sohbet esnasında yapmış olduğu şu ikazı da yapıp sohbeti sonlandırmak istiyorum. İsterseniz Efendimin anlattığı gibi anlatayım. Cennet Mekân şöyle anlatmıştı:

Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselam sabah namazını kılar, namazdan sonra oturur zikrullah yapar bir de ikindi namazından sonra yaparlardı. Bir sabah namazı sonrası Efendimiz aleyhissalatü vesselam zikrullah yaptırdıktan sonra sahabeyi kirama sordular,“İçiniz de bugün rüya göreniniz var mı?”Sahabeler dediler ki “Biz görmedik.”Efendimiz aleyhisselatü vesselam dedi ki “Ey ashabım! Ben bir rüya gördüm. Sahabeyi kiram dediler ki “Hayrola hayırdır inşallah ya rasulullah”

Efendimiz: “Semadan bir ip inmiş, o ipe sımsıkı tutunmuşum, bir müddet sonra bıraktım. Ebu Bekir sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali tuttu ki Ali tuttuktan sonra o ip koptu, diyor.

Ebubekir Efendimiz diyor ki “Ya Rasulullah! Müsaade eder misiniz rüyayı ben tevil edeyim” Efendimiz buyur diyor.

Hazreti Ebu Bekir:“Vağtesîmü bihablillah”Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ayeti kerimesinin fehvasınca o ip Allah’ın ipidir. Sizden sonra ümmetin irşat ve ikazıyla Ben vazifelendirilsem gerek. Sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali, ancak Ali’ye gelince fitne kopacak ya Rasulullah, diyor.

Efendimiz aleyhisselatü vesselam,“İsabet ettin ya Ebu Bekir” diyor.

Hadise uzun özetliyorum. Taki Sıffin savaşında Hazreti Ali kerremallahu veche Hazretleri Müslümanların Müslümanları kılıçtan geçirdiğini görünce “Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim!” diye bağırmaya başladı. Bunun üzerine sahabeyi kiramdan MüslimeHavlani Hazretleri geldi,“Buyur ya Emir-el Mü’minin, bir emriniz mi vardı.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz,“Seni çağırmıyorum seni çağırmıyorum. Evladımdan Mehdi’yi çağırıyorum. Bu bölük pörçük durum o gelene kadar İslam dünyasından gitmeyecek.”diyor.

Belki buradaşu anda madde madde sayabilirim olacak hadiseleri. Çünkü Efendim kerameten bu hadiseleri hep anlatmışlardı ve şu güne kadar gerek Suriye’degerek Irak’taki hadiseler ve dünyadaki gelişen hadiselerin hepsini Cennet Mekân zaten önceden anlatmışlardı. Ancak bu konuşmalar internet ortamına girdiği için fitneye mahal vermemesi adına bunları detaylandırmak istemiyorum. Ancak önümüzdeki zaman dilimin de büyük bir siyasi çalkantıyla birlikte ümmeti Muhammed’in çok büyük sıkıntılara duçarolacağı bir zamana doğru gidiyoruz. Çünkü burası yani TürkiyeCumhuriyeti toprakları İslam’ın son kalesidir. Hilafet yani İslam’ın anahtarı bu topraklarda kaybedildi. Anahtar kaybedilen yerde aranır. Siyonistler yahudiler bunları çok iyi biliyorlar. Onun için her türlü oyunu ve tuzağı oynamaya çalışıyorlar. Pısırık bir İslam anlayışın da olmayınız. Her birimiz dava insanı olmak mecburiyetindeyiz. Ben namazımı kılıyım dersimi çekiyim de gerisine karışmayım bu pısırık bir İslam anlayışıdır. Birebir hepimizin tek tek insanları ikaz ve irşat etmesi lazım.Yani kısacası herkes dininin görevlisidir.Zira emri bilmagrufnehyianilmünker şeriatın emridir.Bu emir hepimizin üzerinedir.

Rabbim ümmeti Muhammed’i Hafız ismiyle hıfzı muhafaza etsin. Bütün Yahudilerin, siyonistlerin, Hıristiyanların kurmuş oldukları oyun ve tuzakları ve içimizde ki hainlerin tuzaklarını kendi başlarına makûs etsin.

Rabbim cümlemizden razı olsun.

AbdullahBabamın himmeti feyzi bereketi üzerimize olsun.

Allah’a emanet olunuz.

Abdullah Baba Hz.lerinin 9. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel âgıbetü lil müttegîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefîina Muhammed. Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmeîn ve nahnü alâ zalike mineşşakirin eş-şâhidine bi kalbin selim…

Euzü billahimineşşeytanirracîm, Bismillahirrahmanirrahim…

“Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” ﴾Bakara-269﴿

Allah’a karşı fütursuz bir iman ve teslimiyet, Cenabı Muhammed-ül Mustafa Aleyhissalatü Vesselama noksansız itimat ve bağlılığın müstesna örneği olan Üstadımız, Pirimiz Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk’a vuslatının 9. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız.

Üstadımızın ahirete irtihali fani âlemden baki âleme göç olmakla birlikte, bir “Şeb’î Aruz” yani sevenin sevdiğine kavuştuğu, diğer bir ifadeyle aşığın maşuğuna kavuştuğu bir an, bir zaman dilimidir. Şöyle ki:

Üstadımız hastalandıklarında hepimiz dualar ettik; “Ya Rabbi! Hayırlı ömürler ver. Sağlık, sıhhat, afiyetler ver.” diye. O ise bize dedi ki, “Evladım! Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’a gitmeye çalışıyorum. Sizde dualarınızla Beni arkamdan çekiyorsunuz, önüme set koyuyorsunuz. Bırakında çok sevmiş olduğum O Rabbime bir an önce ulaşayım.” Ve nihayet “(Onlar) Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.” ﴾Kamer-55﴿ ayeti kerimesi fetvasınca çok sevdiği Rabbine, aşk ve neşe içerisinde teslim oldu. Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah.

Bu hal, bu durum Cenabı Muhammed aleyhissalatü vesselam Hazretlerinin ümmetine bırakmış olduğu bir mirastır. Aşk Eri Mevlana’mız, Cenabı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerinin şebi aruzunu bize şöyle anlatıyor: “Âlemlerin Efendisi, Rebiulevvel ayında ahirete irtihalinin haberini önceden alınca geceleri uykuyu terk ettiler ve: ‘Ey Yüceler Yücesi Dost! Sana kavuşma zamanı yakın. Allah’ım Beni bir an önce kendine kavuştur.’ diye dua etti.”

Sonra, biliyorsunuz Hicri takvimde Rebiulevvel ayından önce safer ayı gelir.  Bu ay gelince Efendimiz (sav) buyurdular ki, “Kim Bana Rebiulevvel ayının girdiğini haber verirse Bende, Ona Cenneti müjdelerim.”

Sahabeyi kiramdan Ukkaşe (radıyallahu anh) Hazretleri -sahabeyi kiramın mürşidi kâmillerindendir- bir gün dedi ki: “Ya Rasulullah! Bugün Rebiulevvel ayının birinci günü!”

Hazreti Peygamber çok neşelendi ve “Ey Ulu Aslan! Cennet’te Sana mübarek olsun!” dedi. Efendimiz aleyhissalatü vesselam çok sevdiği Rabbine, “Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ – “Ey Allah’ım Yüce Dosta” diyerekten ruhunu teslim ettiler.

Görüyor musunuz ölümü düğün bayram edip aşk ve neşe içerisinde Allah’a gidiyorlar. Ama hidayeti kapalı olanlar da dünyayı gerçek âlem zannedip, dört elle dünyaya tutunuyorlar. Aşk Eri Mevlana Hz.leri diyor ki, “Tatlı suyun kıymetini bilmeyen kör kuşa, acı su Kevser görünür!”

Rabbim bizlere şuur ve idrak versin inşallah…

Şebi aruz yani neşe ile Allah’a kavuşmak sadece erkeklere mahsus değildir. Hazreti Aişe radıyallahu anha Annemiz: “Ben vefat ettiğimde naaşımı bekletmeyin! Tabutum giderken de kuru hurma dallarından yakında öyle götürün.” buyuruyorlar. Bir akşam vakti vefat ediyor. Hemen yıkayıp kefenliyorlar. Giderken de vasiyeti üzerine hurma dallarından yakarak götürüyorlar. Aişe Annemizin bu isteğinin manası şudur:

O gün için Arap toplumların da gelin alayı damat evine giderken hurma dallarını yakarlar, o şekilde gelini götürürlermiş. Yani Aişe Validemiz hal lisanıyla bize şunu anlatıyor:  “Ben çok sevdiğim Rabbime düğün bayram ederek gidiyorum.”

Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Bu şekilde ölümleri de bizlere nasip eylesin inşallah…

Tabi Onlar vefatları ile sadece madde âleminden çekilmişler, mana âleminde yani gerçek âlemde varlıkları devam etmektedir. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri buyuruyorlar ki: “Allah’ın eri mürşidi kâmiller ölmezler! Onlara ölü demek ancak bilmezlikten ve cehalettendir. Gerçi onlar bu âlemden çekilmişlerdir amma kendilerine tâbi olan tebaasını da arındırırlar, paklarlar ve her hallerine de tasarruf ederler. Mürşidi kâmiller bunlardır. Benim sözlerim sana garip gelmesin! Çünkü onlar ehli zikir, ehli safadır, ehli zikrin ancak bedenine ölüm ulaşır.”

Efendim Hazretlerinin türbesini biliyorsunuz. Orada çevre yolu var. Çevre yolunda uygulama yapan polislerden bir tanesi Efendim Hazretleri Cennet Mekân’a 3 ihlas 1 Fatiha’yı Şerifeyi okuyor ve bağışlıyor. Gece Abdullah Babamı rüyasında görüyor. Cennet Mekân polis memuruna diyor ki: “Evladım, namazlarını kılıyorsun ancak surelerinde eksikler var. Onları tamamlayıver de namazın tam olsun.”

İnsan şunu sormadan edemiyor: “Ölü olan kim!”

İmamı Rabbani Hazretleri öyle diyor Mektubat’ında:

“Allah’ın evliyası mürşidi kâmillerin hidayet nurları kâinatın her zerresine yayılır da onlarla ufak bir irtibata geçenlere hidayet, marifet ve iman ulaşır. Onun için Allah erlerine hiçbir şey yapamazsanız onların ismini zikredin.”

Çünkü Rabbimiz Zülcelal Hazretleri “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe-119) diyor. Efendimiz aleyhissalatü vesselam da, “Allah’a yakınlık peyda ediniz! Eğer Allah’a yakınlık peyda edemezseniz, Allah’a yakınlık peyda etmiş dostlarıyla dost olun ki onların bereketiyle Allah’a yakın olursunuz.” buyuruyor.  Onların simasına bakmakta bile Hak katında ecir ve sevap vardır. Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam buyuruyorlar ki, “Ali’nin simasına bakmanız, yüzüne bakmanız, Kabeyi Muazzama’nın kendisine nazar etmeniz gibi sevaptır.” Yani tecelliyatı subhaniyeye mazhar olduğunu, nazargâhı ilahi kılınmış bir gönül sahibi olduğunu anlatıyor. Onun için Aşk Eri Mevlana’mız der ki, “Kabeyi Muazzama’yı Azerin oğlu İbrahim aleyhissalatü vesselam yaptı. Kabeyi Muazzama, Beytullah olarak yani Allah’ın evi olarak geçer. Ama Allah-u Zülcelal Hazretleri orayı yaptığından beri bir defa oraya gitmedi. Şu gönlümde Allah’dan gayrı hiçbir varlık yoktur.” Çünkü Allah, dağlara taşlara engin denizlere sığmam mümin kulumun kalbine sığarım diyor. Ancak Allah erlerinin gönlü nazargâhı ilahidir.

Rabbimiz “Onların, rükû ve secde halinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” (Fetih-29), simalarına bakarsanız onların simalarında itaat izini secde izini kulluk izini görürsünüz onlarda Beni hatırlatacak işaretler vardır, diyor. Geniş anlamda öyle olunca bir mürşidi kâmilin fotoğrafına bile bakmakta ecir ve sevap vardır. Bu söz size acayip gelmesin bir misal vereceğim:

Biliyorsunuz dergimizde Abdullah Baba’mın köşesi var. Abdullah Baba’mın o köşesini yaşlı bir hacı amcamız sürekli okurmuş. Kızı da bizden dersli, Efendim Hazretlerinin evladı… Elhamdülillah Efendimin resmine bakar bakar ağlarmış, Ömrümüz vefa etmedi Seni göremedik. Ama ne güzel bir varlıksın Sen. Allah’ın dostu olduğun simandan okunuyor Abdullah Baba…” diye ağlarmış. Bu hacı amcamız, rahmeti Rahman’a kavuşuyor. Ahirete irtihal ediyor. Kızı rüyasında babasını görüyor ve hacı amca, kızına diyor ki: “Evladım!  Abdullah Baba’dan Allah razı olsun ki ne büyük bir sultanmış! Daha ben ruhumu teslim ederken bana sahip çıktı. Dedi ki, Bizi hüsnü nazar ile seven, Bize muhabbet besleyene Biz fazlasıyla muhabbet besleriz. Onun için gel. Senin yanın, senin yerin Bizim yanımızdır, dedi beni Cenabı Peygamberle bile tanıştırdı.”

Evet, Rabbim yolundan ayırma bizleri. Bu söylediğim sözler tabiki zerre kadar hayrıyla şerriyle kayıtlara geçiyor. Ben söylediğim sözün vebalini taşıyorum ama hakikat şu ki bu sözler Abdullah Babam Hazretleri Cennet Mekânın söylediği sözlerden başka bir şey değildir.  Derviş olabilmek Ona evlat olabilmek de haliyle zor bir iştir.

Mevlana’mız Fihi Ma Fih adlı eserinde şöyle bir hadise anlatıyor:

Hazreti Peygambere adamın biri geliyor,

“Ya Rasulullah! Ben, sizin yolunuzda gideceğim” yani takva yolunda gideceğim, diyor.

Efendimiz adama diyor ki:

“Bu çok sıkıntılı bir yoldur. Bu takva yoludur. Buna tahammül edebilir misin?” 

O da: “Tabiî ki ederim ya Rasulullah!”

Aradan bir zaman geçti. Adam geldi:

“Ya Muhammed aleyhissalatü vesselam, şu dinini de şu yolunu da alda ben başka bir şey istemiyorum!”

Efendimiz adama ne oldu ki deyince,

Adam:

Eh! Senin yoluna girdiğimden beri çekmediğim çile, başıma gelmeyen sıkıntı kalmadı.

Birazda öfkeli söyleyince Cenabı Peygamber Aleyhissalatü vesselam adama döndü ve:

“Haşa! Haşa! Bizim yolumuz öyle bir yoldur ki “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa-79) ayeti kerimesinin fehvasınca onu ancak gönlü temiz olanlar alabilir. Bizim yolumuz insanın enaniyetini, benliğini, kibrini, evlat sevgisini, makam sevgisini (genişleterek söylüyorum) insanı malayaniden ayırmadıktan sonra bu yol Allah’a vuslat buldurmaz. Git! Bizim yolumuzun haricimizde bir yol bul” dedi.

Peygamber aleyhissalatü vesselam Efendimiz şunu demek istiyor, “Bu yol insan olma yoludur. Bu yol meleklerin gıpta ile bakacağı bir yoldur. İnsanın meleklerden daha üstün seviyeye çıkabileceği bir yoldur. Eh zaten oraya çıkamasa ve bu yolda olmasa da Allah muhafaza “Kim, Rahman’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.” (Zuhrud-36) ayetinin muhatabı olur. Bu yol öyle bir yoldur ki insana yapmış olduğu zerre kadar hayrın da şerrin de kendisine döndüğü ve idrakine varabildiği bir yoldur.

Edindiğim tecrübe: Şu karşınıza bir ayna koyuyorlar. Bu yolda eğer aynaya gülümserseniz kendinize gülümsemiş olursunuz. Af buyurun, aynaya eğer tükürecek olursanız kendinize tükürmüş olursunuz. Yaptığınız ne varsa geri hemen size dönüyor.

Bakın Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam nasıl bir hadise yaşıyor: 

Bedir’de esirleri alıyorlar, kollarını bağlıyorlar. Cenabı Peygamber aleyhissalatü vesselam gece yatarken uyuyamıyor. Kollarında bir sızı başlıyor. Yatağından kalkıyor. Cebrail Aleyhisselam geliyor, “Ya Muhammed! Allah’ın Sana selamı var. Muhammedime söyle kolundaki ağrıların sebebi, esirlerin çekmiş olduğu acılardan dolayıdır. Onların kollarını çözsün, dedi.” diyor. Bir peygamber bile olsa, karşıda ki bir küffar bile olsa Allah’ın adalet sıfatının tecellisi her yerde her zaman tecelli etmiştir.

Öyle olunca derviş her halini her nefesini murakabe etmek zorundadır. Çünkü emmare nefsin emredildiği makamdır. Ayeti kerimede “Nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf-53) buyruluyor. Kâfirler münafıklar fasıklar bu nefsi emarededir. Allah muhafaza öldükleri zaman yeri cehennemdir. Bize kitapların anlattığı budur.

Eğer Allah hidayet ederse namaza niyaza başlar. Adam ikinci nefse çıkar Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ bu nefsten, “(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim” ifadesiyle bahsediyor. Herkes de kendini burada kontrol etsin. Namaz kılarsınız. Zikrullah yaparsınız. Arada yalan söylersiniz. Gıybet edersiniz. Hepimiz için konuşuyorum. Bunu da niye böyle yaptım diye levm ederiz. İşte bu “nefsi levvame”dir.

Eğer insan zikrullaha daim olursa, “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Rad-28) ayeti mucibince, Allah ı zikrettikçe bir üst tarafa çıkarsınız öfkenizin yerine sabır gelir kibrin yerine tevazu gelir. Allah-ü Teâlâ bu makam hakkında, “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki!” (Şems 7-8) buyuruyor.

Bu üç makamda bulunan insanlar zor bir durumdadır. Ancak, “Ey huzur içinde olan nefis!” (Fecr-27) ayetinde bahsedilen itminan olan, her şeye rıza gösterecek nefse gelirse o insanın nefsinin üzerine ruh hâkim olmuş olur. Yani yüzde elli bir beden ülkesine ruh hâkim olur. Böyle olduğu zaman bir kabristana bile gittiğiniz zaman, “essalamu aleyküm ve rahmetullah” dediniz; Abdullah Babama ve yahut da başka bir yere gittiniz “essalamu aleyke ya ehlel gubur” dediniz ve eğer cezalı bir ruh değil ise “aleyküm selam” cevabını işitirsiniz. Bu makam kabir haline vakıf olmaktır.

Kulun Allah’tan, Allah’ın kuldan razı olduğu “Radiye ve Mardiye” makamları vardır. Şu beş makamda görünen haller rüyalar dalgalı olur. Nefis ve şeytan karışır. Bu makamlarda görülen hale pek itibar olmaz. Ancak kişi altıncı nefis makamına geldi mi,

 “Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus-62) ayetinin mazharı olur. Aşereyi Mübeşşere’nin makamı altıncı makamdır.

Bu makama derviş geldiği zaman üstadı onu çileyi erbaine sokar. Böylece ona seyri sülûk ettirir. Abdullah Babam seyri sülûkunu anlatırken şu ifadeleri kullanmıştı:

“Altıncı kata çıktım. Siyah bir nur berzahı vardı. Kâfirlerin, münafıkların, fasıkların ruhları oradaydı. Orada azap ediliyordu. Kabre yansıyan sadece güneşin şuası gibi olan hadisedir. Orada o ruhların içerisinde bulundum, önüme büyük bir duvar çektiler. Siyah bir duvardı. Orayı geçemedim. Sonra üstadımı çağırdım, “Dahılek Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri” dedim. Mübarek geldi, “Evladım hadi bakalım diyerek bir esma daha verdi ve Beni altıncı kattan çıkarttı. Sonra münadi, Ya Rabbi! Bu kulun Senden razı oldu. Bütün badireleri geçti, deyince hitabı izzet geldi, “Bende kulumdan razı oldum.”

İşte bu makam sâfiye makamı saflık makamıdır. İnsan bu makama geldi mi hiçbir şey olur. Bu makam bir damlanın bir ummana dahiliyeti gibidir. Kul Hakk’a vasıl olur. Allah-ü Teâlâ tekrar onu halka ulaştırır. Onun için altı nefis meratibi bir binanın altı katına benzer. Üzerindeki çatı da sâfiye makamıdır. Yani yedinci makam oluyor. Öyle olunca yedinci makamda kesinlikle seyri sülûk olmaz. Allah’ın veli isminin mazharı olduğu için velayet cüzünde fenafillah, bekabillah diye devam eder. Peygamberlerde nübüvvet yüzünde devam eder. Bu hadiseler ehline malumdur.

Bazen şunu diyorlar: Abdullah Babamın yolundayız ama biz tefsirde öğrenelim. Tasavvufun dışında şeriat ilimleri de öğrenelim…

E kardeşim Hazreti Ali Efendimizin karşısına Sıffın Savaşında Kuran-ı Kerim’i mızrakların ucuna bağladıkları halde çıktılar ve dediler ki: “Ya Ali! Seni Kuran’a davet ediyoruz”

Hazreti Ali Efendimiz dedi ki: “Yaşayan Kuran Benim. Ben mürşidi kâmilim. Siz gelin eğer Kuran’ı istiyorsanız Benim hayatımda görürsünüz.” Yani şunu anlatmaya çalışıyorum; Abdullah Babamın hayatının her zerresi Kuran’dan bir numunedir. Onun için kişi Abdullah Babama bağlıysa, Üstadının usul ve adabı neyse ona göre hareket etmek zorundadır.

Aşk Eri Mevlana’mız şöyle buyuruyor: “Ot yiyeni kurban ederler, zikrullaha ve hikmet yiyeni de Kuran ederler. Eğer Allah’ı bulmak, bilmek istiyorsan yırtık kitaplarda tozlu raflarda değil Allah’a vasıl olmuş bir kâmili mürşidin gönlünde ara!” Ve Üstadına sesleniyor Mevlana Hazretleri; “Ey Tebrizli Hak Şemsi! Sen olmasaydın, vallahi ne Allah’ı ne de Muhammed-ül Mustafa’yı bilirdim. Çünkü Sen, Bana İslam’ın özünü verdin.” Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

Bu yolda tam bir teslimiyetle Hakka vasıl olunur. Emir Sultan Hazretleri -Abdullah Babamın da büyük dedesidir- bir dervişini bir şey aldırmak için Bursa çarşısına gönderiyor. Derviş gelirken Ulu Cami de Molla Gürani Hazretleri vaaz ediyormuş. Bari şuraya gireyim de vaaz dinleyeyim, diyor. Vaaz dinlerken Ulu Camii sallanmaya başlıyor. Hemen cemaat dışarı kaçışıyor, bakıyorlar ki dışarıda bir şey yok. Molla Gürani Hazretlerine diyorlar ki, “Efendim hadise sadece camiden ibaret.” Hemen murakabe ediyor ve “İçinizde bulunan Emir Sultan Hazretlerinin dervişi derhal dışarı çıksın.” diyerek keramet gösteriyor. Derviş dergâha gidince Emir Sultan Hazretleri “Evladım! Neyin eksikti de tamamlamaya gittin ve yahut da size neyi eksik bıraktık da siz başka yerlerde başka şeyler ararsınız?” buyuruyor. Rabbim ne aradığını bilenlerden etsin inşallah.

Abdullah Babamın himmeti de feyzi de bereketi de ziyadesiyle iniyor. Ama hocam ben alamıyorum! Çalışacaksın kardeşim! Diline sahip olacaksın. Allah’ın zikriyle hemhal olacaksın. Namazı niyazı zamanında, vaktinde yapacaksın. Böyle yaptığınız zaman o mana kapıları açılır. Bakın Hazreti Aişe Validemiz ne anlatıyor:

Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam Uhud şehitlerini ziyarete gidiyor. Geldiğinde, Aişe Validemiz Rasulullah Efendimizi kapıda karşılıyor. Hemen Rasulullah Efendimizin başına elini koyuyor, omuzlarına koyuyor!

Rasulullah Efendimiz diyor ki, “Ne yapıyorsun Ya Aişe!”

Aişe Validemiz, “Ya Rasulullah! Dışarıda yağmur yağıyordu. Ama Sizin üzerinize hiç değmemiş.”

Rasulullah Efendimiz hemen meseleyi anlıyor ve diyor ki, “Ya Aişe! O yağmur yağarken hangi hal üzereydin?”

Aişe Annemiz cevap veriyor: “Ya Rasulullah! Sizin ridanızı şöyle başıma aldım, la ilahe illallah diye Allah’ı zikrediyordum.” deyince, Rasulullah Efendimiz tebessüm ediyor:

“Ya Aişe! Sen dünya rahmetini, dünya yağmurunu görmemişsin; mana rahmetini görmüşsün, gayb âleminin rahmetini görmüşsün. O ancak sadıklar üzerine iner.” buyuruyor.

Öyle olunca demek ki gökyüzünden de baştanbaşa iman, neşe, muhabbet ve feyiz insanın üzerine inermiş. Çünkü Allah-ü Teâlâ “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih-4) buyuruyor.

Huzursuz olursanız, kalbiniz daralırsa ki toplumun şu andaki en büyük hastalığı bu, “Buhran geçiriyorum, bi canım sıkılıyor…” vesaire; böyle durumlarda istiğfar edin. Allah-ü Teâlâ Hz.leri ayeti kerimede “Allah hem sıkar hem açar,” (Bakara-245) buyuruyor.

Mevlana Hazretleri diyor ki “Eğer böyle sıkarlarsa derhal tövbe istiğfar edin ki gönlünüz ummanlar gibi açılıversin.”

Allah’ın zikri dedik. Allah’ın zikrini sakın dilinizden ve gönlünüzden düşürmeyin “Ve onlar gibi olmayın ki Allah’ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. Onlar ki hep fasıklardır” (Haşr-19)

Biri Musa Kelimullaha diyor ki: “Ya Musa! Turi Sina’ya varınca Rabbine de ki, falanca kulun Sana hiç itaat etmiyor, Seni anmıyor, ibadette bulunmuyor, zekâtını vermiyor… Rabbine böylece sor”

Musa Aleyhisselam Turi Sina’ya gidince edep ediyor, soramıyor. Her şeyden Hâbir ismiyle haberdar olan Allah-ü Teâlâ diyor ki, “Ya Musa! Oradaki adamın durumunu anlatmayacak mısın?”

Musa Aleyhisselam: “Ya Rabbi Sana malum” diyor.

Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ya Musa! Ona de ki kendisini kendisine unutturdum. Kendisine ismimi andırmıyorum.  Böyle bir nimetten onu uzaklaştırdım. Dünya onun olsun.”

Rabbim bizleri böyle etmesin, ne istediğini de bilenlerden etsin inşallah.

Son söz olarak:

Aişe radıyallahu anha Hazretleri, Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerini içerde bulamıyor. Odasında bulamayınca acaba diğer hanımlarının yanına mı gitti, diye çıkıyor. Orada da bulamıyor. Rasulullah Efendimizin hususi olarak namaz kıldıkları bir oda varmış. Oraya giriyor, gecede karanlık tabi şimdiki gibi ışıklar yok. Rasulullah Efendimiz kimsin deyince Aişe Validemiz, “Benim ya Rasulullah” diyor.

Efendimiz: “Hayırdır Aişe!”

Aişe Validemiz:

“Ya Rasulullah! Sizi evde bulamayınca dışarılarda aradım. Nihayet buldum.”, diyor.

Rasulullah Efendimizin sözü çok manidar:

“Ya Aişe! Ben kimi ararım Sen kimi ararsın!

Ben karanlık gecelerde Rabbime niyaz ederim, Sende ne ararsın!”

Allah Rasulü bin dört yüz sene öncesinden bize şunu anlatıyor:

Ben ne için var oldum ne için sizlere davette bulundum. Sizler ne arıyorsunuz ne yapıyorsunuz!

Rabbim, Abdullah Babamın hürmetine, Rasulullah (sav) Efendimiz aleyhissalatü vesselam hürmetine bizi istikametten ayırmasın, bu yollarda daim kılsın inşallah.

Allah hepinizden razı olsun. Haklarınızı helal edin.

Abdullah Baba Hz.lerinin 8. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

“Mürşidi Kâmilin Ehemmiyeti ve Lüzumu, Dervişlerin Manevi Seyri”

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel akibetü lil müttegin. Vesselatü vesselamu alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefiina Muhammed ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.  Euzü billahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Ve mimmen halâknâ ümmetün yehdûne bil hakkı ve bihî yâ’dilûn. Sadakallahul azim.  Ve belleğina rasulünen nebiyyühül kerim. Ve nahnü alâ zalike mineşşakirineşşahidine bi kalbin selim.

Değerli Kardeşlerim;

Pirimiz, Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk’a vuslatının 8. yıldönümü münasebetiyle; Üstadımızın himmeti, tasarrufu ve davetiyle, bir araya toplanmış bulunmaktayız. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz, “Allah’ın dostlarının anıldığı yere Allah’ın rahmeti iner, fazlu mağfireti yağar.” buyurmuşlardır. Rabbim cümlemizi rahmetiyle, in’am ve ihsan ettiği fazlu mağfiretiyle yargıladığı kullarından eylesin.

Mürşidi kâmil olan zatlar, ezel âleminde Allah’ın seçtiği ve zat-ı ikramıyla lütufta bulunduğu kimselerdir. Aşk eri Mevlana’mız: “Pir olan zatlar, daha bu âleme gelmeden evvel, ruhları salâvat deryasında yüzen, ilmi ezeliyle Allah’a âşık olmuş erlerdir. Onlar, tenlerinden evvel can nakşını almışlar, denizlerden evvel inciler dermişlerdir. Kâinatın sahibi, âlemlere rahmet kılmak için mürşidi kâmilleri kâinata peyderpey göndermiştir.”, buyurdular.

Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri de, “Tenezzül eyleyip vahdet ilinden, şu kesret âlemini seyrâna geldik!” Yani biz vahdet ilinde, cemali ilahiyenin keyfi içerisindeyken tenezzül ettik de şu çokluk âleminin içerisine girdik, diyor.

Üstadımız gibi mürşidi kâmil olan bir sultanın ehemmiyet ve lüzumunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Cenab-ı Muhammed-ül Mustafa (sav) Efendimize müracaat etmek istiyorum:

Peygamberimiz (sav)’e vahy-i ilahi, 23 yılda peyderpey geldi. Cebrail (as), “Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.’’ (Araf-159) ayetini getirince, Rasulullah (sav) Efendimiz mahzun oldular. Allah-u Teâlâ Hâbir ismiyle haberdar, Âlim ismiyle bildiği halde dedi ki: “Ey Cibril! Muhammed’imi mahzun kılan nedir?” Cebrail (as)’ın suali üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle dedi: “Benim ümmetimin ömrü kısa, amelleri az olacak. Benden sonra da bir peygamber gelmeyeceği için onların dalalete düşmesinden endişe ediyorum.” Allah-u Zülcelâl Hazretleri Araf suresinin 181. ayeti kerimesini indirdiler. “Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren salih kimseler vardır.” (Araf 181) Bu ayeti kerimeyi duyunca Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselamda muazzam bir keyfiyet hâsıl oldu. Çünkü bu ayeti kerime peygamber varisi zatların, Peygamber Efendimizden sonra devam edeceğine dair Allah’ın vermiş olduğu bir müjdeydi ve Allah-u Teâlâ kutsi hadiste: “Şeriatla amel edip Muhammed’imin sünnetini ihya edenleri, israiloğullarının peygamberlerinin muadili kıldım”, buyurdu. Bu müjdeyle Rasulullah (sav) Efendimiz sahabeyi kiramın yanına geldiler ve: “Ey ashabım! Benim ümmetimin evliyaları, israiloğullarının peygamberlerinin muadilidir.” buyurdular.

Bunlar Peygamber Efendimizin varisi olan mürşidi kâmil zatlardır. Sahabeyi kiram hazeratının içerisinde çok mürşidi kâmil zat vardır. Bunlardan misal vermek istiyorum:

Hazreti Ebu Bekir (ra) bunların başında gelir. Mekke’den Medineyi Münevvere’ye hicret ederken Sevr Mağarası’na sığındılar. Allah’ın Rasulüne sıkıntı geleceğinden korktuğu için Hz. Ebu Bekir Efendimizde bir titreme hâsıl oldu. Rasulullah (sav) Efendimiz: “Ya Ebu Bekir! Korkma! Üçüncüsünün Allah olduğu iki kişiyiz, sakın korkma. Dilini damağına yapıştır ve La İlahe İllallah de…” buyurdu ve Hazreti Ebu Bekir’e tek nefeste yirmi bir kere kelimeyi tevhidi okuttu. Hazreti Ebu Bekir’in vücudunu öyle bir hararet bastı ki bütün dünyanın gam ve kederi kendisini terk etti. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz Medineyi Münevvere’ye vardıklarında yine acayip haller içerisine düştüler. Mağarada başlayan seyri süluk kendisini göstermeye başladı. Allah’ın Rasulüne şöyle dedi: “Ya Rasulullah Bende garip bir hal oluyor.” Rasulullah (sav) Efendimiz; “Nedir ya Ebu Bekir?” Hazreti Ebu Bekir Efendimiz; “Nereye bakarsam mübarek cemalinizi görüyorum. Öyle ki eşimin yüzünde dahi cemalinizi görüyorum.” dedi. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Allah mübarek etsin. Buna fenafirresul makamı derler ya Ebu Bekir. Şu esmayı oku, seyri sülukuna devam et.” dedi ve o esmayla devam eden Hz. Ebu Bekir Efendimiz, fenafillâh makamına ulaştıklarında şu ifadeyi kullandı; “Kâinatta hiçbir varlık görmedim ki onda önce Allah’ı, sonra o varlığı görmeyeyim.” Zira Hazreti Ebu Bekir Efendimiz nereye bakarsa Allah gören gözü olmuştu. Buna fenafillâh denir.

Hz. Ömer, Hz. Osman Efendimiz de seyri süluklarını tamamladılar. Onlara çok teferruatlı oldukları için girmek istemiyorum.

Hz Ali (kvc) Hazretleri ki velayetin kapısıdır. Rasulullah (sav) Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır.”, buyuruyor. Cümle evliya olacak zatlar velayetin kapısı olan Hazreti Ali Efendimizden içeri girerler.

Rasulullah (sav) Efendimiz, Cennet ve Cehennem’den bahsederken, Cehennem’in çok şiddetli, mahşer yerinin çok elemli olacağını, fevç fevç herkesin terleyeceğini, babanın evladından, annenin kızından kaçacağı anı anlatıyordu. Hz. Ali Efendimiz bunları düşününce, kendisini bir titreme aldı. Oturdukları mecliste Kur’an tilaveti yapıyorlardı, azap ayetlerinin okunmasının da etkisi ile dayanamayıp, o halde, Rasulullah (sav) Efendimizin yanına geldi. Efendimiz (sav):

            “Ya Ali! Sıtmaya mı tutuldun, nedir bu halin?”, diye sordu.

            Hz. Ali Efendimiz:

“Hayır, Ya Rasulullah! Siz ahiretten, mahşer yerinden bahsedip oranın şiddeti ile ilgili mevzuları anlattıkça, Ben de şu ayeti okudum, azab-ı elimi (sızı verici azabı) düşündüm de çok korktum ve üzüldüm. Onun için ne olur ya Rasulullah, Bana, Allah’a Kurbiyyet (manevi yakınlık) peyda edecek, Allah’a vuslat bulduracak, bir şeyler öğretiniz.”, dedi.

           Efendimiz (sav) de:

            ─Ya Ali, otur! Dizlerini dizlerime, alnını alnıma, burnunu burnuma daya ve ellerimi tut; “La ilahe illallah, La ilahe illallah, La ilahe illallah Muhammedür Rasulullah” de. (Abdullah Babam bu mevzuyu bize aktarırken buraya hep dikkat çekerdi.) Sonra Hazreti Ali Efendimize şu ifadeyi kullandılar; “Ya Ali, Şeriat emir ve nehyimdir. İslam dinidir. Rabbimin Bana emir ve nehyettikleridir. Bunu yapmayanlara azap vardır. Tarik (Allah’a giden yol)’da Benim yapmış olduğum nafile ibadettir. Namaz gözümün nuru, oruç da hüccettir (Allah katında kurtuluş sebebidir). Mideni de harama alıştırma. Kim bu söyleneni yaparsa, Allah-u Teâlâ onu sever. Meleklere emreder; “Ey meleklerim! Ben bu kulumu seviyorum, sizler de sevin!” Ve melekler de onu sever. Melekler sevince, müminlerin de kalbine onun sevgisini koyar ve böylece o kimseyi müminler de sever.”

Rasulullah (sav) Efendimiz bu şekilde telkin ettiler. Hazreti Ali Efendimizin seyri süluku başladı. Tâ ki Mekkeyi Mükerreme’nin fethi gerçekleştiği zamana kadar…

Kabeyi Muazzama’nın içerisinde putlar vardı. Rasulullah (sav) Efendimiz asasını o putlara takıp, yüz üstü kırıyordu. Bu esnada da şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok oldu.” (İsrâ/81) Lat ve uzza denilen o büyük putların yanına gelince, putların boyu çok yüksek olduğu için Hazreti Ali Efendimiz, “Ya Rasulullah! Benim omzuma çıksanız.” deyince Rasulullah (sav) Efendimiz dedi ki, “Ya Ali! Bende nübüvvet mührü var, zaten arz Beni zor taşıyor. Sen Beni nasıl taşıyacaksın. Sen Benim omzuma çık.” Hazreti Ali Efendimiz, “Hayâ ederim Ya Rasulullah. Ben bir peygamberin omzuna basmaktan hayâ ederim.” deyince; Rasulullah (sav)Efendimiz, “Ya Ali! Mürşidin emri edebin üstündedir. Omzuma çık.” dedi.

Abdullah Babam burayı anlatırken şu ifadeyi kullanmıştı:

Hazreti Ali Efendimiz hemen ellerini açtı, “Ya Rabbi! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin bu yüce peygamberinin omzuna basmaktan hayâ ederim. Sana sığınıyorum affeyle…” dedi ve ağladı. Rasulullah (sav) Efendimizin omzuna kademini bastı. Hazreti Ali Efendimiz heyecanlı bir şekilde putları indirmeye çalışırken bir ara dengesi bozuldu, başını şöyle aşağıya doğru indirdi. Rasulullah (sav) Efendimizde mübarek başını kaldırmışlar. Tam yüz yüze geldiler. Hz. Ali Efendimiz titremeye başlayınca, Efendimiz (sav), “Ne oldu ya Ali?” dedi. Hazreti Ali Efendimiz, “Aman ya Rasulullah! Arza bakıyorum kademi-Rasulullahı görüyorum. Karşıya bakıyorum sadr-ı Rasulullahı görüyorum. Cemalinize bakıyorum Allah’ı görüyorum.” dedi.  Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Benden ve Ali’den başka Allah’ı bileniniz yoktur. Allah’dan ve Benden başka Ali’yi bileniniz yoktur, ashabım.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz fenafirresul makamına orada ulaştılar. Hazreti Ali Efendimiz seyri sülukunu devam ettirdi. Seyri sülukunun nihayetinde şunu diyecekti: “Ben görmediğim Allah’a secde etmem.” Bu fenafillâh makamıdır. Bunun manası şudur:

Mürşidi kâmiller; Allah’ın sıfatlarında fani olan, Cenab-ı Muhammed Mustafa (sav) Hazretlerine varis olan zatlardır. Rab sıfatı terbiyeci demektir. Rab sıfatına mazhar olan evliyalar, Rasulullah (sav) Efendimizin omuzlarında, bizim gönül Kâbe’mizdeki putları kıran kimselerdir. Bir defasında Rasulullah (sav) Efendimiz, sahabeyi kiram hazeratıyla sohbet ediyor, ümmetinden gelecek evliyaları anlatıyordu. Şöyle söylediler: “Ey ashabım! Âhir zaman yaklaşırken Benim ümmetlerimden Abdulkadir Geylani isimli bir er çıkacak. O erin ayakları, döneminde cümle evliyaların üzerinde olacak.”

Hazreti Ali Efendimiz diyor ki: “Ya Rasulullah! Benimde mi omzumda olacak?” Rasulullah (sav) Efendimiz, “Evet ya Ali!” diyor. Hz. Ali Efendimiz taaccüp ediyorlar. Aradan bir müddet zaman geçince Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! Şurada ayetlerin yazılmış olduğu varakalar var. Onları Bana bir verir misin?” Hz. Ali Efendimizin boyu yetişmiyor. O esnada içeriye bir çocuk giriyor. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Şu çocuğu al omuzlarına çıkar da varakayı oradan alsın.”, diyor. Çocuk alıyor varakayı, Rasulullah (sav) Efendimize veriyor. Hz. Ali Efendimiz yerine oturunca Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! İçeriye giren çocuğu tanıdın mı?” Hz. Ali Efendimiz, “Tanımadım ya Rasulullah!” Rasulullah (sav) Efendimiz bunun üzerine, “Biraz önce bahsetmiş olduğum Abdulkadir Geylani’nin ruhaniyeti… Ayakları Senin omuzunda olan O idi.” buyurdular. O silsile halen devam etmektedir. Velayet kapısı Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden, Hz. Ali (kvc) Hz.lerine, Ondan da Rasulullah (sav) Efendimize ulaşan bir silsiledir. Zaten tarikatların on bir tanesi cehri bir tanesi hafidir. Hâfi olan Nakşî tarikatıdır. Ama cümlesi Allah’a vuslat bulma yolunda muhakkak ki Abdulkadir Geylani Hz.lerinin vuslat kapısından yani velayet kapısından girer.

Muhammed Nakşibendî Hz.leri anlatıyor:

Baba Semmasi Hz.leri Bana lafzayı celali telkin etti. Ama esma, dilimden bir türlü kalbime inmiyordu. Dağlarda taşlarda dolaşırken Hızır (as) ile karşılaştım. Hızır (as) dedi ki, “Senin derdine derman olacak, Senden iki asır önce vefat etmiş olan Seyyid Abdulkadir Geylani Hz.leridir. Ancak O, Senin derdine derman olur.”, dedi. Bende, “Beni ne olur Ona ulaştır.” deyince. Ayağımın üstüne bas, dedi. Hızır Aleyhisselamın ayağına bastım ve Beni tayyi mekân ile Bağdat’a ulaştırdı. Mübareğin kabrine vardım. Edepli bir şekilde selam verdikten sonra dedim ki:

“Ey Kutbur Rabbani, Gavsüs Semadânî, Esseyyid Abdulkadir Geylani! Eğer Sende manevi kuvvet ve kutsiye varsa şu derdime derman ol.”

Bunun üzerine kabirden bir nur uzandı ve kalbimin üzerine elini koydu. Sonra dedi ki:

“Ey Bahaddin! Emanetime sahip çık ki kıyamet sabahına kadar Sana nakşibend desinler. Bendine nakşolunmuş kimse desinler.”

Abdülkadir Geylani Hazretleri mübarek elini çekerken baktım ki kalbimin üzerinde nurdan lafzayı celal yazıyordu.

Bazıları derler ki Allah’ın evliyası öldü! Hâşâ! Allah’ın evliyaları ‘Hay’dır. Çünkü Allah’ın sıfatlarında fani olmuş kimselerdir. Onları yok saymak cehaletten başka bir şey değildir. Aşk Eri Mevlana’mız; “Mürşidi kâmil olan zatları sıradanlaştırmak, onlar öldü artık ahirete gitti, siz başka yol bulun; demek ancak şeytanın vasıf ve sıfatıyla sıfatlanmış adamların işidir.” buyuruyorlar. Çünkü mürşidi kâmilden gelen feyz-i ilahidir. Onlardan gelen manevi kuvveti kutsiyedir. Şu kadar insanın buraya toplanması, onların manevi tasarrufundan başka ne olabilir. Bunlar ancak acizlikten söylenen ifadelerdir. Mürşidi kâmil olan zatlar Allah’ın sıfatlarında fani oldukları için Allah’ın veli sıfatının da mazharıdırlar. Böylece evliya olurlar. Ve bu zâtları velayet nuruyla Allah muhafaza eder. Onların şekline ve suretine şeytan giremez.

Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.” (Bakara 154) ayeti kerimesinin ifade ettiği mana için bazıları, “Esbabı nüzulüne bakarız. Bu ayette kastedilen Uhud harbindeki şehitlerdir.”, diyorlar. Bir ayet hakkında bu şekilde ezbere ifadeler kullanmak çok büyük cehalettir. İzah ediyorum. Bir ayetin atmış bin manası olur. İmamı Birgivi Hazretlerinin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserine müracaat edebilirsiniz.

Bir başka hususa daha dikkat çekmek istiyorum alemu ervah dediğimiz ruhlar âlemi vardır. Bunlardan kâfirlerin ruhları en alt tabakadır. Onlar, siccinde yerin yedinci katının dibinde siyah kuşlar içindedirler. Cesetleriyle ilişkileri vardır. Güneş gökte iken ışığının yerde olduğu gibi… Onların üstünde, Müslüman olup ehl-i isyan olanlar vardır. Onlarda hapistir. Üçüncü bir zümre vardır. Müminlerden ehl-i itaat olan ruhlar ki Cennet etrafında olurlar. Yemez, içmez, Cennet’ten faydalanmazlar. Cennet’e bakmakla istifade ederler. Haftanın belirli zamanlarında Allah müsaade eder ve onlar da dünyada ehli ile rüya yoluyla görüşürler. Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde; “Amelleriniz ölülerinize arz edilir. Güzelse, sevinir ve müjdelenirler, kötü ise «Yâ Rabbi geri çevir.» derler.” (Kabir Âlemi) buyurmuşlardır. Dördüncü bir zümre vardır ki şehitlerin ruhlarının bulunduğu derecedir. Cesetlerinden çıkar, Cennet’te yeşil kuşlar içinde olurlar, yer, içer, faydalanır ve geceleyin Arş’a asılı kandillerin içinde olurlar.

Bir diğer zümre ise enbiyaların ve evliyaların ruhlarıdır ki cesedinden çıkar, misk ve kâfur gibi güzel kokulu cesedinin şekline girer. Cennet’te olur. Yer, içer faydalanır, geceleyin de Arş’a asılı kandillerin içinde barınır. (Nesefi Bahrü’l-Kelâm’) Onların ruhları serbesttir. Anıldıkları yere gelirler. Onun için biz bu hakikatleri bilmedikten sonra dinimizi imanımızı mukaddesatımızı bilmedikten sonra kendi aklımızdan hadiseleri yorumlamaya kalkarsak çok büyük hata ederiz. Cennet Mekân öyle derdi; “Cahilin sofusu şeytanın maskarası olur!”

Efendi Hazretlerinin şekline, cemaline değil Onun maneviyatına bakın. Meşayıhı kiram buyuruyorlar ki, “Allah’ın sıfatlarında fani olmuş bir mürşidi kâmilin her bir nefesinde yüz bin şehit sevabı vardır.” Rabbim ayırmasın inşallah.

Madde ve mana ilmine sahip demiştik. Bir gün Cennet Mekân Abdullah Babam ile Karahayıtlara gittik. Orada bir bayan kardeşimiz geldi, dedi ki; “Efendim, benim babam bir yaşımda iken vefat etti. Göremedim. Bir dua edin de rüyamda göreyim.” dedi. Hizmet ehli bir insandı. Cennet Mekân dedi ki, “Otur bakayım. Gözlerini de kapat.” O kardeşimiz bunun üzerine oturdu, gözlerini kapattı. Derken ağlamaya başladı. Belli ki görüntü açıldı. Bir hafta sonra dönüş yolundayız. O kardeşimiz dedi ki, “Efendim, Allah sizden razı olsun. Ne zaman babamı görmek istesem, gözümü kapatıyorum babam geliyor. Babamla görüşüyoruz, geçmişle hasbihal ediyoruz…” deyince Abdullah Babam, “Yavrum, babanı gördün artık. Bir haftadan beri berabersiniz. Babana, “Baba biz bu âlemdeyiz sen o âlemdesin. Bizde vaktimizi doldurunca o âleme geleceğiz daha gelme.”, de. Bu işi burada bitirelim.”, buyurdu. Abdullah Babamın daha elini indirmesiyle, o kardeşimizin babasını görmesi otomatikman kapanmış oldu.

Mürşidi kâmil olan zâtların, madde ve manaya hükmedebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Geçenlerde şeyh dedikleri bir adamın yanına gittik. Adama,“Manevi görev verilirken, Rasulullah (sav) Efendimiz sana manevi yetki verdi mi? Yani kabirde, son nefeste, mahşerde yardım edebilir misin? Böyle bir yetkin var mı?”, deyince, adam yüzümüze abes abes bakıyor. Hiç hayatında duymamış. Cevabı şu oldu; “Bana icazet verdiler de o icazetle ben şeyhlik yapıyorum.” Lafla peynir gemisi yürümez. Mürşidi kâmile Rasulullah (sav) Efendimiz manevi görevi verirken beş şey verir. Bizler şimdi Abdullah Babama tâbi olduğumuz için şu beş şeyi muhakkak yaşarız. Bunlar bir efsane değildir. Bunlar bizim akıbetlerimizdir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Ankebut/57) Hepimiz öleceğiz. Eğer üstad son nefeste dervişini imanla gönderemezse mürşidi kâmil olamaz. Efendim Hazretleri; “Bin tane dervişimin hepsi son nefesini verecek olsa, şeytanül aleyhillane imanını çalmak için hepsine musallat olsa, hepsini iman ile gönderemeyen kimseye mürşidi kâmil denmez.”, buyurmuştur.

Konya’mızda bir kardeşimiz vardı. O kardeşimiz üç yıl hasta yaşadı. Son gününde yanına girdim. Karaciğer kanseri olduğu için pek konuşamıyordu. El işareti ile bana, “Bunlar kimlerdir?”, dedi. Bende,“Tanıyamadın mı?” deyince o, “Bir tek Abdullah Babamı tanıyorum, ötekileri tanıyamadım.”, diye cevap verdi. Bende,“Abdülkadir Geylani, Ahmedi Kebir Rufai, Ahmed el-Bedevi, İbrahim Dussuki, Hasan Ali Şazeli, Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bayramı Veli Hz.leri…”, deyince tebessüm etti. Biraz sonra, “Allah, Allah!” demeye başladı. Tebessüm ederek ruhunu teslim etti. Vefatından sonra görüştüğümüzde, “Hocam Allah razı olsun. Abdullah Babam bizi bir an olsun yanından ayırmadı.”, demişti. Bunlar mürşidi kâmillerin olmazsa olmazıdır.

Bir mürşid-i kâmilin kabirde, münker ve nekir melekleri sorgu için geldiğinde müridinin imanına kefil olabilecek yetkiye haiz olması lazımdır. Mevlana Hz.leri bu hususta, “Altınını gümüşünü harca da yarın karanlık kabir gecesinde sana nur olacak mürşidi kâmili ara ve bul. Eteğine yapış.”, buyuruyor. Öldükten sonra muhakkak dirilecek, haşır sabahı hepimiz kalkacağız. O kalktığımız anda mürşid-i kâmilin evlatlarını Liva-ül Hamd sancağının altına götürebilmesi lazım. Allah-ü Teâlâ, “Günün birinde bütün insanları önderleriyle çağıracağız” (İsra-71), buyuruyor. Orada da mürşidi kâmil lazım. Sonra hesap göreceğiz. Herkesin defterleri verilecek. Daha Türkçesi herkesin Cd’si eline verilecek. Al bakalım yaptıklarını gör diyecekler. Oranın teknolojisi buranın çok üzerinde… Saniye saniye her şeyin kaydı var. Mürşidi kâmilim diyen kişinin orada şefaat edebilme yetkisine sahip olası lazım. Ayeti kerime de Cenab-ı Hak; “O gün de Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem/87) Rasulullah (sav) Efendimiz bunu müjdeleyince sahabeyi kiram diyor ki, “Ya Rasulullah! Kimler şefaatçi olacak.” Efendimiz (sav); “Enbiyalar, evliyalar, şühedalar şefaatçi olacaklar. Şehitler yetmiş kişiye şefaat edecekler, ancak Benim ümmetimin evliyalarından öyle kimseler var ki ben-i kelp kabilesinin koyunlarının yünün adedince ümmetime şefaatçi olacaktır.”, buyurdular.

Şefaat hakkı beş yerdedir. Sırat köprüsünden geçerken, üstadın müridini buradan sağ salim geçirebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa/69) buyuruyor. Mürşidi kâmiller bunlardır. O kadar ilmi olmasına rağmen aşk eri Mevlana, Şems Hazretlerine şöyle diyor; “Ey Tebrizli Hak Şemsi! Mübarek yüzünü göstermeseydin bu fakirde ne gönül olur nede iman olurdu. Ben bir beldenin zahidi, kürsüler sahibiyken Sana elini açıp koşan bir derviş oldum. Ey Allah’ı arayan kimse! Allah’ı tozlu raflarda, yırtık kitaplarda arama. Nazargah-ı ilahi kılınan, gönül sahibi olan mürşidi kâmilin gönlünde ara!”

Yavuz Sultan Selim Han… Dünyaya sığmayan adam… Eline dünya haritasını alıp masasının üzerine serdiği zaman, “Bir sultana belki ama iki sultan için bu dünya dar!”, diyen bir insan. İşte O cihan padişahı şöyle söylüyor; “Cihana sultan olmak bir kuru dava imiş, bir kâmili mürşide evlat olmak bunların hepsinden âlâ imiş.”

Onların manevi kuvveti kutsiyeleri anıldığı yerlere gelir. Ondanda bahsedeyim. Cennet Mekân Fatih Sultan Muhammed Han’ın oğlu Yıldırım Bayezid Han babasından naklen şöyle anlatıyor:

“Savaş sırasında sıkıştık, öyle bir hale geldik ki düşman ordusu neredeyse bire on karşımıza çıkıyordu. Çaresiz kalınca dedim ki, “Ey Allah’ım! Senin ricalül gayb erenlerin, kâinatta tasarruf sahibi evliyaların var. Onlar nerede? Dahilek evliyaullah”, dedim. Topluluğun arasından beyaz atın üzerinde, yeşil sarıklı bir zatın geldiğini gördüm. Hemen atından indi. “Bizi mi çağırdın?” dedi. Fatih Hazretleri; “Efendim sadece siz mi geldiniz? Ben evliyaullahı çağırdım, zor durumdayım.”; deyince mübarek cübbesini bir açtı, Bedir’in aslanlarına kadar cümle evliyaullah saf olmuşlar, savaşa dâhil oldular ve o gün biz muzaffer olduk…”

Bir efsaneden değil bir vakadan bahsediyorum. Allah şefaatlerine nail kılsın inşallahu Teâlâ. Böyle bir mürşidi kâmil, Allah’ın lütfettiği insanlara nasip olur. Buraya kadar mürşidi kâmili anlattım. Bundan sonra mürşidi kâmile tabi olup manevi yol alanların durumlarından bahsetmek istiyorum.

Allah-ü Teâlâ ruhlar âleminde ruhlar yaratılınca, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” deyince, “Sen bizim Allah’ımızsın.” dediler. Ancak insanlar orada Allah’ın hangi esmasını gördüyse, o esmasına âşık oldu. Hâdi ismini gören hidayet ehli, Mudil ismini görende delalet ehli oldu. Sonra Allah-ü Teâlâ ilahi feyzi ruhlar üzerine serpti. O feyzi kabule istidatlı olanlar, mürşidi kâmillerin maneviyatına mensup oldular. Bu zatlara yani mürşidi kâmillere bağlananlara da sahib-i mana derler. Yani bizlere sahib-i mana derler. Biz sadece bu âlemde bağlanmadık. Şimdi sorsam 1985 de Efendime müntesip olan çok az var. Ama 1985 yılında manevi görev verilirken Rasulullah (sav) Efendimiz, Efendim Hz.lerine erkekleri ve kadınları gösteriyor. Bunların hepsi kıyamete kadar gelecek olan evlatların. Onları Sana emanet olarak verdik.” buyuruyor. Onun içindir ki Rasulullah (sav) Efendimiz,“Ruhlar tanzim edilmiş ordular gibidir. Ruhlar âleminde birbirleriyle görüşenler bu âlemde birbirleriyle muhabbet ve ülfet ederler. Görüşmeyenler de ihtilaf ederler.”,buyurmuştur. Yani dervişlik bir lütf-u ilahidir. Yunus Emre Hazretlerinin,“Hak nasip etmeyince; sen derviş olamazsın, sen hakkı bulamazsın…” sözünün hakikati de budur. Onlar Allah’ın yeryüzündeki elidir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Şüphe yok, Sana biat edenler, muhakkak ki, Allah’a biat ederler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir.” (Fetih-10) buyurmuştur.

Rasulullah (sav) Efendimize sahabeler biat etti. Bizim silsilemizin başı, birinci sırası Hz. Ali Efendimizdir. Sonra Hasan-ı Basri Hz.leri, sonra Habibi Acemi, Davud-u Tai, Mağrufel Kerhi, Seriyyüs Sekati, Cüneyd-i Bağdadi ve 45. Halka da Abdullah Babamdır. İşte biz Abdullah Babamın elinden tutmakla Rasulullah (sav) Efendimizin, Rasulullah (sav) Efendimizin elini tutmakla -ayeti kerimenin emri mucibince- Allah’ın elinden tutmuş oluyoruz… Bunlar hep mecazi ifadelerdir. Böyle bir mürşidi kâmili bulduğun zaman, mürşidi kâmil evrad-ı şerife verir. Burası çok önemlidir. Mürşidi kâmilin verdiği evrad-ı şerife, o mürşidi kâmilin maneviyattaki şifresidir. O üç İhlâs bir Fatihalar yok mu; onlar Rasulullah (sav) Efendimizden başlayıp Abdullah Babamla nihayetlenen evradı şerife çekilmeye başlandı mı, Rasulullah (sav) Efendimize arz olunur. Senin sünnetini ümmetinden falan ihya etmiştir Ya Rasulullah! Yalnız Abdullah Babam burada; “Doksan dokuz çekmeniz, yüz bir çekmeniz maksadı yerine getirmiş olmaz. Küstahlık olur.” buyurur ve bunu ısrarla vurgulardı. Onun için sayıyı ne bir eksik ne bir fazla yapın. Bu evrad-ı şerifeler yerine getirildikten sonra derviş yavaş yavaş ibadet ve taate alışmaya başlar. İbadet ve taati lezzetli bir şekilde devam ettirirken mücahede devresi başlar. Allah-ü Teâlâ, “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.” buyuruyor. Dervişe ilk manevi terbiye gelmeye başladı mı pisliğin yüzeye çıktığı gibi nefislerdeki hastalıklar da ortaya çıkmaya başlar. Mürşidi kâmilin yol göstericiliği ile o insan artık manevi terbiyeye başlamıştır. Mürid, önce olumsuz hareketleri ve geçmişe dair ne kadar hataları varsa onlarla manevi olarak yüzleştirilmeye başlar. Mevlana Hz.leri bu konuya şöyle açıklık getiriyor; “Hayatında ayna görmeyen zenci, yerde bir ayna gördü. Aynaya baktı dedi ki ne kadar büyük dudakları var! Ne kadar iri gözü var! Ne kadar siyah bir yüzü var. Böyle bir şey olur mu, dedi aynayı attı. Oysa aynada görmüş olduğu kendisiydi.”

Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı sakın Ahmed’i, Mehmed’i sorumlu tutmayın. Cenab-ı Hak,            “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.” (Şûra-30) buyurmuştur. Mürşidi kâmil, manevi terbiye altına almak için, müridini yaptığı bütün hatalarla yüzleştirir. Ve mürid öyle bir noktaya gelir ki hangi hatayı yaparsa başına neyin geleceğinin idrakine ve şuuruna varmaya başlar. Onun için Mevlana Hz.leri, “Senin işlemiş olduğun hatalar, yapmış olduğun hile ve desiseler, geleceğine kurduğun tuzaklardır. Başka bir şey değildir.”, buyuruyor. Bundan sonra derviş artık kendine çeki düzen verir. Ve bu şekilde manevi olarak ilerlemeye devam eder. Bunu hepiniz yaşıyorsunuzdur. Türlü türlü sıkıntılara duçar oluyorsunuz. Abdullah Babama bu konuda sormuştum; “Efendim çok zor oluyor, dua buyurun…”, deyince Cennet Mekân eline tespihi aldı, şöyle kaldırdı; “Evvel aldandım. Pek kolay sandım. Kat be kat yandım ateşi aşka. Evvel aldandım; bir tesbih çekmekle, bu işler olacak sandım; amma nefisle mücadele başlayınca hiç bu işlerin tesbih çekmek kadar kolay olmadığını anladım. Oğlum subhanallahi vebihamdihi subhanallahil azim ve bihamdihi estağfirullah. Bunu çok çekin… Sıkıntılar geldiği zaman bu tesbihatı dilinizden düşürmeyin.”, buyurdu…

Sonra bir başka aşamaya gelir. Bu sefer Allah-ü Teâlâ ikinci aşamaya geçirir; “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut-2) Peki Allah-ü Teâlâ kulunu neyle sınar. Sizi mallarınızla, evlatlarınızla, canlarınızla, rızıklarınızdaki daralmayla imtihan ederiz. Ben daha basitini daha kolayını söyleyeyim. Neye karşı zafiyetiniz varsa Allah-ü Teâlâ sizi onunla imtihan eder. Çünkü Allah, Cami-ül Ezdad’dır. Zıtlıkları kendinde barındırandır. Allah-ü Teâlâ’nın bir ismi de, Er Rakip’tir. Murakebe edendir. Kendinden gayrı fazla sevileni asla ve asla kabul etmez. Yakub (as) kundağında yatan Yusuf (as)’ın yanında namaz kılıyordu. Yusuf (as) bir ara ayaklarını böyle çırpınca Yakub (as)’ın içi bir hoş oldu. Allah-ü Teâlâ vahyetti; “Bana rabtolunmuş bir kalp, Benim yarattığım mahlûka yönelecek olursa Benim azabım muhakkak çetindir. Ama Sen, ismet sıfatıyla masum bir peygambersin. Onu, Senin elinden almakla Seni sıgaya çekeceğim.” dedi. Ne kadar ayrıldılar biliyor musunuz? Kırk beş yıl. Kırk beş yıl Yusuf (as)’la, Yakup (as) birbirlerinden uzak kaldılar. Tecrübe ettiğim için söylüyorum. Eğer yediğiniz yemeği bile Allah’ı hatırlamadan; “Ya şunu da yiyeyim.”, diyecek olursanız ya tuzu az olur ya salçası fazla olur. Allah kendini her dem hatırlatır. Ben varım, Benim haricimde hiçbir şey yok. Bu evlat ancak Benim sana verdiğim bir emanettir. Fazla sevinmeniz, fazla sevilmeniz bile sizi muhakkak ki bir iptilaya uğratır. Zindandan çıkıyormuş da Yusuf (as)’a zindancı, “Yusuf, Seni ben çok seviyorum.” demiş. Yusuf (as) hemen, “Aman ha! Babam Beni sevdi, kendimi kuyu da buldum. Züleyha sevdi kendimi zindan da buldum. Sen seversen Allah bilir Ben nereye gideceğim.” diyor. Evet. Bunlar hep ilahi imtihanlardır. Ve derviş bunları yaşarken, bunların hep Hak’tan olduğunu bilir. Hakk’ın gayrında hiçbir varlığın olmadığının idrak ve şuuruna varır. Çocuğunu severken dahi buna nakşı ancak nakkaş olan Allah verdi, diye sevecek olursa Allah onun hayrını gördürür. Malı ancak Allah verdi, O alır derse Allah-u Teâlâ ona hayrını gördürür. Ama benim diyecek olursanız hiçbir şeyden hayır göremezsiniz.

Derviş burada iki türlü ilerler. Bir gizli olarak yürür. Derviş sadece mübeşşirat rüyası görür. Sadece gizli gider. Efendim Hz.leri, “Kış mevsimi gibi olur, ama yüzde biri fire verir. Allah’a evliya olurda haberi olmaz. Gizli gittiği için böyle gitmek çok iyi…” derdi. Bir de hal görenler vardır. Bayanlarda; Havva Annemizi, Meryem Annemizi, Âmine Annemizi, Fatıma Annemizi görür; Rasulullah (sav) Efendimizi ve Abdullah Babamı görürler. Erkeklerde, piranları görürler, Rasulullah (sav) Efendimizi, Abdullah Babamı görürler. Bu şekilde hal görürler. Ancak Abdullah Babam buyururlardı ki, “Hal görüp de vuslat bulabilen yüzde bir zor çıkar.” Neden diye sorduğumuzda; gördüğü hali kendinden saklayan, nefsinden saklayan insana derviş derler, hal dervişi derler. Ama kanı, sütü karşılayamadığı için gördüğünü sağa sola satanlar var. Seni gördüm Cennet’teydin, seni gördüm Cehennem’deydin, Sana Allah’ın selamı var, Sana peygamberin selamı var gibi şeyler söylerler. Çok ileri giderler. Cennet Mekân Abdullah Babam, “Beşinci makama kadar, hal dervişinin haline itibar olunmaz.” buyururdu. Bazıları, “Yedinci makamdayım ve orada ilerliyorum” diyorlar. Yedinci makamda ilerleme diye bir şey yok. Altıncı makam Cennet’le müjdelenen makamdır, kişi buraya gelir, bu makamı geçtiği zaman “Fenafillâh”a (Safiye) ulaşır. Artık yedinci makamda değil velayet cüzünde devam eder ki, “Fenafillâh, Bekabillah vs…”

Bazıları der ki sana Rasulullah (sav) Efendimiz manen görev verdi vs… Cennet Mekân dedi ki: Oğlum, bir gün sana, “Sen halifesin! Sana manen görev verildi. Rasulullah (sav) Efendimiz böyle böyle görev verdi.”, diyecekler. O adamlara deki, “Allah’ın Rasulü aciz midir ki sana söylediğini bana söylemedi.” Böyle insanları görürsen, maneviyat yolunun haramisidir. Bunları uzaklaştır.”

Onun için size; ben hal gördüm, seni şöyle gördüm, halimde böyle gördüm diyen olursa itibar etmeyin.

Birde bu yolda kabz ehli vardır. Abdulkadir Geylani Hazretleri buyuruyor: Bu adamlar üstadı olduğu halde; üstadının maneviyatı, himmeti, feyzi devam ettiği halde; “Bir ışık yok mu? Bir nur yok mu? Bir şeyh çıkmadı mı daha?” derler. Yunus Emre Hz.leri de bunlara tâ ötelerden cevap veriyor; “Kişi var, görmez gözü oturmuş yol üstüne. Yolun üzerine oturmuşta, bu yolda kör olarak devam eder. Kimi Ahmet seni uzaktan tanır. Kimi de yaklaşır kör olur gider.”

Biri Mevlana Hazretlerine geliyor ve; “Efendim! Şems’den bahsediyorsunuz. Şems Hazretleri vefat etti, öldü; diye laflar ediyorlar. Gidelim de, ya size bağlanalım ya Şeyh Sadreddin Konevi’ye bağlanalım.”, diyor. Mevlana Hazretleri diyor ki, “Şu karşıda görmüş olduğunuz oda, üstadım Şems’in odası. O odanın önündeki eşik taşı yok mu, oraya üstadım ayağını bastı. O ayağını bastığı yere yüzünü sür de, dünya ve ahirette başın Arş’a ulaşsın. Arş’a ulaşsın da bu küstahlıktan kurtulasın.” Rabbim bizi küstahlardan etmesin.

Bütün dosyalar Abdullah Babamın elindedir. Son döneminde yanında olan bendim. Ne konuştuğumu ben biliyorum: “Yolunuza devam edin. Biz size ne söz verdiysek o sözümüz üzerine manevi olarak devam ettireceğiz. Yolunuza devam edin.”, dedi. Dahasını söyleyeyim. Burada ne anlatacağımın dahi tayinini yapan kendisidir. Sen körsen ben ne yapayım. Son söz olarak diyorum ki böyle bir mürşidi kâmilin bize kazandıracağı şey şudur:

Mevlana Hazretleri; boynu bükülmüş, yüzü sapsarı olmuş, zayıflamış bir halde iken; geliyorlar ve diyorlar ki, “Sen, Şemsi Tebrizi Hazretlerine bağlanmadan evvel kürsülerde vaaz eden, binlerce insana nasihat eden bir kimseydin. Sultanların sofrasında oturuyordun. Şimdi görüyoruz ki perişan bir haldesin, zayıflamışsın. Çok çileler çektin. Değer miydi? Şems Sana ne verdi?”

Mevlana Hazretleri, bu sual üzerine kitaplara sığmayacak şu muazzam cevabı veriyor:

“Eskiden acıktığım zaman az bir çorba alırdım, onu içerdim ve doyardım. Üşüdüğüm zaman mangalıma az bir kor alırdım, onunla ısınırdım. Şu anda dünyaları yesem doymam, dünyaları yaksalar ısınmam. Çünkü biliyorum ki ümmeti Muhammed’in açları var. Biliyorum ki ümmeti Muhammed’in üşüyenleri var. Bu hal, bu bendeki hal nedir, diye baktım. Peygamber ahlakından başka bir şey değilmiş. Şems’in Bana verdiği Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakının ta kendisiymiş.”

İşte kardeşlerim, Abdullah Baba’mında bizlere verdiği Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakından başka bir şey değildir.

Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Haklarınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah.

2021

Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin 17. Vuslatı

Cennet Mekan Üstadımız Hacı Abdullah Baba (ks) Hz.lerini Hakka vuslatının 17. sene-i devriyesinde rahmet, minnet, hasret ve sevgi ile yad ediyoruz.

5 Nisan 1933 yılında başlayan 71 yıllık ömrünü Kuran ve sünnetin ihyasına harcayan, manevi vazife aldıktan sonraki 19 yılını Ümmet-i Muhammed’in irşadı için “ Evlatlarım çoğu fakir, bizlere gelmeleri onları sıkıntıya sokar. Ben onların yanına giderim ” diyerek yurtiçi, yurtdışı demeden köy köy, kasaba kasaba gezerek geçiren,

Nerede sıkıntısı olan bir insan görse kim olduğuna bakmadan o kimsenin sıkıntısını gidermek için çaba harcayıp, bir fakir görse onun imdadına yetişen, hizmeti; vermek olarak görüp cömertliği ile muhtaçları ihya eden,

“Davamız irşattır. Davamız insanlara iyi ahlakı, İslam’ı, edebi, terbiyeyi, inancı, öğretmek ve yaşatmaktır.”  fikrini, kendisine düstur edinen,

“Bizim vazifemiz namaz kılanı, oruç tutanı, Allah’ı bileni irşat değildir. Bizim esas vazifemiz Rabbini bilmeyene, Rabbini bildirmek ve sevdirmektir” diyerek insanların imanlarının kurtuluşu için kapısını herkese açık tutan,

Ömrü boyunca yakalandığı hastalıklara karşı büyük tahammül ve sabır gösterip, düçâr olduğu hastalıklara rağmen irşad görevine ömrünün son demine kadar devam eden,

Daima güler yüzü, zarif ve müşfik kişiliğiyle gönüllerde yer eden, bir baba şefkatiyle herkesi kucaklayan,

Genç yaşlı, kadın erkek, zengin fakir, demeyip hiçbir sınıfsal farklılığı önemsemeden tüm yaratılmışlara tevazuuyla yaklaşan,

İlim, irfan, edep, tevazu, aşk ve vecd hali ile, İslam’ın rahmet kapılarını insanlığa açan Hadim-ül Fukara Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri…

Peygamber Efendimizin “Kişi sevdiği ile beraberdir.” müjdesiyle bize açtığınız bu kutlu yolda yürükken biz sizinle beraberiz.

Biz ondan razı olduk, onun da razı olduğu evlatlarının arasına girmeyi Rabbim bizlere de nasip etsin inşaallah.

Abdullah Baba Hz.lerinin 15. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي

نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ

يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ

ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً

Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ. (Sadakallahulazim.)

“ Ey iman edenler; Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanın. Kim, Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse; şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.”[1]

Muhterem Üstadımızın ahirete irtihalinin seneyi devriyesinde rahmetle minnetle şükranla yâd etmek amacıyla toplanmış bulunmaktayız.

Bizleri velayet ve veraset sahibi bir Mürşidi Kamile evlat kıldığı için Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd ediyoruz. Rabbim üstadımızın himmetinden feyzinden ve bereketinden bizleri ayırmasın inşallah.

Geçmiş de olduğu gibi günümüzde de böyle bir Allah dostunun himmet ve feyzine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Zira ahir zaman fitnelerinin ayyuka çıktığı, onun getirmiş olduğu maddi ve manevi sıkıntılar, ancak sağlam bir iman ve bir Mürşidi kamil’in himmet ve feyzi ile bertaraf edilebilir. Gerek İslam dünyasında gerekse İslam dünyasının son kalesi olan ülkemizde dışarıdan ve içeriden her türlü taarruzun olduğunu görmekteyiz. Dışarıdan olanlar malum, içeriden de vatan haini olan güruhlar artık gün yüzüne çıkmışlar milletin maddi ve manevi kutsallarına saldırı düzenliyorlar.

Bunların içinde bir güruh da var ki hoca kisvesi, âlim kisvesi altında ümmeti Muhammed’in dinini imanını ve mukaddesatını tahrip edebilmek için var gücüyle uğraşıyorlar. Peygamber Efendimiz (sav) 1400 sene önce bize şöyle haber veriyor:

” Ümmetimden başı sarıklı yetişmiş bin alim kişi deccale tabi olacaklar ”[2] İşte öyle bir zamana doğru gitmekteyiz ki bu alim kisvesindeki insanlar İslam dinini tahrip etmek için mücadele etmekte ve gelecekte de edeceklerdir. Rabb’im onların şerlerinden bizleri muhafaza eylesin.

Sağlam bir iman dedik. Her iman ettim diyenin imanı da Allah’ın istediği iman ölçüsünde olması gerekmektedir. Rabbimiz bize söyle haber veriyor:

“Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”[3]

“La ikrahe fiddiyn”[4] dinde zorlama yoktur ayetinin fehvasınca, bir kimse dini kabul etmiyorsa buna niye kabul etmiyorsun diyemeyiz. Onu kendi haline bırakırız. Ancak bir kimse iman ettiyse; ben istediğim gibi iman ettim deme hakkına sahip değildir. Çünkü Rabbimiz:

Eyahsebu-l-insânu en yutrake sudâ(n),

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”[5]

İnsan başıboş bir şekilde bırakmadığına göre Allah’ın istediği gibi olmak mecburiyetindedir. İşte Allah’ın istediği iman ölçülerinde olmayanlar Allahu ekber diyerekten insanları boğazlayanlardır. Sözüm Ona Cihat diye ortaya çıkanlar, Müslümanların karşısında olan hiçbir kafir ile mücadele etmemişlerdir.

Rabbimiz ayeti kerimesinde;

 Eferaeyte meni-tteḣaże ilâhehu hevâhu…

“heva ve hevesini ilah edineni görmediniz mi?” [6]

İşte bunlar hep heva ve heveslerini ilah edinen kimselerdir. Ben Allah’a ve resulüne inanıyorum diyen bir iman sahibi kimse ezanı Muhammedi’yeyi ıslıklayamaz, Onu reddedemez, kutsallara sövemez. Allah ve Resulüne dil uzatamaz. Bunu yapan insanda din iman ve mukaddesat aramak beyhudedir. Rabbim şerlerinden bizi muhafaza eyle diye dua ediyoruz.

“e in amenu bi misli ma amentum bihi fe kadihtedev….

“Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. “

“ve in tevellev fe innema hum fi şikak…

“yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”[7]

O halde Kur’an ve sünnete, Rasulullah (sav) tabi olmayanın imanı dergâhı ulûhiyette makbul değildir.

Bizler Allah’a muhtacız, Allah bize muhtaç değil. O halde Allah’ın istediği gibi olmak mecburiyetindeyiz. Pirimiz Mevlana Celaleddin Rumi (ks) Aziz Hz.leri;

Hoda-yi men. Be der hane et ameden, men ez hodem gozeştem, kafiye ki to begi kisti? Amedem ta her ançi ki to mihahi an başem.

Ben, ‘ben’ olmaktan vazgeçtim; kapına geldim. ‘Kim o?’ de yeter ki; Sen kim olmamı istiyorsan o olmaya geldim.

Rabbim bize böyle bir imanı lütfeylesin inşallahu rahman. Bu iman metodunu bilmeden insan Allah’a vasıl olamaz. Onun için asrı Saadet dönemine cenabı Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın medine-i münevvere’de ki sofrasına sohbet meclisine dahil oluyoruz;

Bir gün Rasulullah (sav.)’in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (sav)’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

“Ya Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu söyle?” dedi.

Rasulullah (sav): “İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt’i hac etmendir.” buyurdu.

O zat: “Doğru söyledin.” dedi. Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.” Ve “Bana imandan haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav): Allah’a, Allah’ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu.

O zât yine: “Doğru söyledin.” dedi. Bu sefer: “Bana ihsandan haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav): ” Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür.” buyurdu.

O zat: “Bana kıyametten haber ver?” dedi.

Rasulullah (sav) “Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir.” buyurdular.

“O halde bana alâmetlerinden haber ver.” dedi.

Peygamber (sav): “Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir.” buyurdu. Babam dedi ki:

Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Resulü bana: “Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Allah ve Rasûlü bilir.” dedim.

“O Cibrîl’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.”[8] buyurdular.

Evet biz de imanımızı da İslam’ımızı da Hazreti Peygamber (sav) den bu şekilde öğrendik. Bir tek İslam vardır. Rasulullah (sav) Hz.lerinin yolunda bir Mürşidi Kamile tabi olan insanın gittiği yolda İhsan yoludur. Ancak bir Mürşidi Kâmil’in manevi terbiyesi altında olursak bu yolu yürüyebiliriz. Ama bunu anlayabilmemiz için ilk önce insanı bilmemiz lazım.

Ben tasavvuf ehliyim diyenler, ben bir Mürşidi Kamile bağlıyım diyenler insanı bilme meselesi bilinmeden Allah bilinmez. Nefisle mücadele asla ve asla yerine getirilmez. Abdullah Babam cennet mekân biz insanoğlunu şöyle anlatmıştı:

Allahu Zülcelal ve Tekaddes Hz.leri âlemi ervahta Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.lerinin nurundan Rasulullah efendimizin ruhunu sonra bütün mümin müminatin ruhlarını yarattı. Ezelde Bezm-i Elestte Allah (cc) ile yapmış olduğu bir ahd ü misak vardır. İşte söz verdiğimiz bu alemde bütün ruhları yarattı. Allah’ın iradesi tecelli edipte ruhların bu dünyaya o gelmesi mümkün olduğunda Allahu Teala zerre kadar olan insanın da fıtratını ilmi evvelinden çıkartır, derdi.

İşte bu ruhun serüveni arştan kürsüden, felekler aleminden, burçlardan ….. dediğimiz bölgeye kadar gelip oradan aşağıya indirip sonra bulutlar içerisinde yağmurlar ….. sonra cemadattan topraktan Nebadata bitkiye oradan erkeğin sulbüne oradan Anne rahmine atılır Allahü Teala’nın 99 sıfat tecellisi ile.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri; Allah’ın El Musavvir ismi şerifiyle şu andaki şeklimiz şemailimiz dahi hepsi anne karnında şekillenir. Erkeğin ve kadının yedi soyunda kim varsa onların hepsinden bir numune alaraktan Allah onun şekil ve şemailimizi (uzun olur diye anlatmıyorum) meydana getirir. Cenin 120 gün olduktan sonra Allahu Teala Zülcelal Hz.leri ruhu nefh [9] eder.

Ruh Allah’ın Cemal sıfatıdır. Cennet ve Cemali ilâhiyeye âşıktır. Nefis ise Allah’ın Celal sıfatıdır.  Yedi kat cehennemin zulmaniyetinden olduğu için, cehenneme meyleder, ne kadar cehennemlik durum var ise onu ister. İşte beden ülkesinde Cemal ve Celal sıfatı bir araya gelir. Bu bir araya gelişten sonra insanoğlu yeryüzüne iner. Allahu zülcelal ve tekaddes insanoğlu yeryüzüne indikten sonra âlemi ervahta yaşanan hakikatlerin hepsini unutturur. Bu inişten insanoğlunun tekrar yukarı çıkması lazım. Onun için Rabbimiz;

“Velekad ḣaleknâ fevkakum seb’a tarâ-ika vemâ kunnâ ‘ani-lḣalki ġâfilîn”

“Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.”[10]

Bu yollar emmare,  levvame, mülhime mutmainne radiye mardiye safiyedir. Bu yollar bir Mürşidi kamil’in manevi terbiyesi ile ancak aşılabilir. Efendimiz aleyhisselatu vesselam yedi kat göklere Miraç etmesinin sebebi budur. Nasıl Resullah (sav) Efendimiz Miraca ceseden ve ruhen çıktığı gibi insan olarak bizim de ruhen çıkabilme kabiliyetimiz vardır. Abdullah babam gibi Mürşidi Kamil olan zatlar bu makamlara çıkan zatlardır. Allah’ın sıfatlarında fani olan zatlardır.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam’ın bu halini bu durumunu Rabbimiz bize şöyle haber veriyor;

Kemâ erselnâ fîkum rasûlen minkum yetlû ‘aleykum âyâtinâ veyuzekkîkum veyu’allimukumu-lkitâbe velhikmete veyu’allimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(e)

“Nitekim içinizde kendinizden bir peygamber gönderdik ki o, size âyetlerimizi okuyor, sizi (nefislerinizi terbiye eden) tertemiz yapıyor, size Kitâb (Kur’ânı) ve hikmeti (içinde bulunan hükümleri) öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor.”[11]

Şimdi maalesef sadece efendimizin ilim boyutu alınmış, nefis terbiyesi ve hikmet boyutu tamamen olduğu yerde kalmıştır. Oysa imamı Azam Ebu Hanife Hz.leri büyük bir alim olmasına rağmen nefis terbiyesi için Caferi sadık Hz.lerine müntesip olmuştur. İmam şafi Hz.leri olsun Ahmet Bin Hanbel Hz.leri olsun bir buçuk milyon Hadisi ezbere ravileriyle birlikte sayabilecek ilmi kudsiyeye sahip iken çobanlık yapan okuma yazma bilmeyen ümmi olan Şeyban-i Rai Hz.lerinin manevi terbiyesine girmişlerdir. Ordinaryüs profesör derecesinde olan Mevlana Hz.leri Şemsi Tebrizi Hz.lerinin önünde diz çöküyor. Ve diyor ki;

Ey Allah’ı arayan kişi, Allah ‘ı tozlu raflarda yırtık kitaplarda bulamazsın.

Allah’ı ancak bir gönül erbabının, kalbine Allah’ın rahmet nazarıyla tecelli ettiği bir erin gönlünde bulursun.

Eğer olurda bir gün yolun böyle bir zata düşerse, Allah ‘ın seni ne kadar çok sevdiğini anla ve o üstadın olan Mürşid-i Kamil’in eteğinden sımsıkı yapış.

İşte o gönül eri de Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leridir. Mürşidi kâmiller Ezel âleminden seçilmiş kimselerdir. Onun için Aziz Mahmut Hüdai Hz.leri diyor ki;

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden

Bu kesret âlemin seyrâna geldik.[12]

Allah’ın ezel âleminden onun Cemali ilahisi ile şereflenirken vazifemiz icabı şu çoklu kalemini seyrana geldik. Demek istiyor.

Abdullah Babam Cennet mekâna 1985 yılında manen vazife verildiğinde Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam önüme büyükçe bir ayna koydu. Sağ cenahta erkekleri, sol cenahta da nisaları gördüm. Binlerce belki milyonlarca insan vardı. Dedim ki Ya Rasulullah ben bu kadar insana nasıl yetişeceğim? Evladım sen hiç korkma bunlar sevki ilahi ile olacak işler. Bazen sen onların ayağına gideceksin bazen de Allahu Teala bir vesile ile seni bulduracak ve sana manevi evlat olacaklar.  Sen de onlara manevi tasarrufunla yetişeceksin diye bizlere anlatmıştır.

Mürşidi kamiller bu aleme gelirler. Bir Mürşidi kâmilin manen vazifesiyle yetişirler. Sonra fena fillah makamına ulaştıkları zaman Allahü Zülcelal Hz.leri onların varlıklarını boşaltıp gönüllerine ilim ve hikmeti doldurarak yeryüzüne beşeriyetin içerisine onları salarlar. Onlar için dünya ve ahiret müsavidir hele hele bu alemden ahirete irtihal ettiklerinde daha etkili olduklarını beyan etmişlerdir, Abdullah babam cennet mekan Hz.leri.

Allah onların ruhlarına ruhaniyetler yaratmıştır. Hani Abdullah Babam sağlığında iken ruhaniyetine diyorduk ta vefat edince ruhuna diyoruz ya bunu niye diyoruz? Cennet mekana bu soruyu sormuştum.  Efendim sizi binlerce derviş himmet üstadım diye çağırıyor sizin hepsinden haber almanız mümkün mü? diye sormuştum.

Cennet Mekan; öyle bir şey olamaz. Allahu Zülcelal Hz.leri bildirirse biliriz, bildirmezse bilmeyiz ancak bizim tellallarımız vardır yani ruhtan yaratılmış olan ruhaniyetlerimiz vardır. Allah (cc) melekler yaratır aynı bizim suretimizde, kim nerede anacak olursa gelir ve o kimsenin derdine sıkıntısına çare olur. “yedullahi fevka eydihim” Fetih suresinin 10. Ayeti kerimesinde;

“Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir”[13] ayetinin sırrı budur demiştir.

Gönderen de Allahu Teala, yaratan da Allahu Teala, yetişen de Allahu Teala Zülcelal ve Tekaddes Hz.leridir.

Mevlana Hz.leri diyor ki:

“Allah’ın yeryüzündeki elidir o Mürşidi kamiller, iyi yapışın .” Rabbim bizleri ayırmasın inşallah.

Ayeti Kerime de;

“Ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu”

“Kalplerine imanı yazdık, katımızdan bir ruh ile destekledik” [14] buyuruyor. İşte o destekleyenler  Mürşidi kâmillerdir.

muddesir suresinde;

“ ve ma ya’lemu cunude rabbike illa hu”

“ Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.” [15]

Abdullah babam cennet mekan nerede anarsanız oraya yetişen bir evliyaullahtır.

Nevşehir ilinde bir ay önce vefat eden bir abimiz vardı. Bu kardeşimiz bundan 20 yıl önce Abdullah babam Cennet mekanla bir zikir meclisinde beraber olmuşlar. Zikir meclisine bir defa katılmış ondan sonra hiç katılmamış. Bu kardeşimiz kanser hastası oluyor. Son demine gelince eşine diyor ki;

“Hanım hiç sorma Abdullah Baba Hz.leri var ya şu kaldırım mezarlığında yatan, gece geldi. Evladım korkma sen bizim zikir meclisimize katılmıştın, biz de seni bu zor zamanımda yalnız bırakacak değiliz. Ben sana inşallahu rahman sahip çıkacağım, hiç merak etme korkma”

Daha ne desin? Mürşidi Kâmiller Allah’ın rahmet deryasına bandırdığı kullardır.

Peygamber Efendimiz (sav);

“Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.” [16]

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri o bir rahmet içinde şunu söylerdi, özellikle kadınlara da bunu söylemek istiyorum. Allahu Teala O bir parçayı da ona böldü dokuzunu kadınlara, birini erkeklere verdi. Anne olduklarından dolayı verilmiş bu yüzden erkeklerden daha merhametliler. derdi

Efendimiz (sav) alemlere rahmet olarak gönderildiği için bütün beşeriyetin hidayeti Efendimiz Aleyhissalâtü vesselam Hz.lerinden geçer. Efendimizi tanımayan, onu tasdik etmeyen bir insanın imanı kabul değildir. Allahu Teâlâ Hz.leri Arşı Azamdan maddi rızıklarımızın hepsini hiçbir ayrım gözetmeksizin yarattığı ne varsa ister kafir olsun ister mümin ister hayvan olsun ister insan herkese verir. Manevi olan rahmeti  Efendimiz Aleyhissalâtü vessellama vermiştir. Onun için Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil’âlemîn demiştir.

Seni biz alemlere rahmet olarak gönderdik.”[17] ayetinin sırrı da budur.

Yahudiler dediler Ya Muhammed! Sen bize Allah’ın birliğinden bahsediyorsun. Rabbinle konuşuyorsun. Rabbine sor bakalım, “ Biz hala onun oğulları gibiyiz, Allah’ın evlâtları ve asıl sevdiği kişiler bizleriz” dediler. Bunun üzerine vahy-i ilahi indi; “”

“kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)”

“De ki:-Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.”[18]

Cennet Mekan Abdullah Babam çok sıkıntılı bir halde Nevşehir’de son programına çıkmak için geldi. Mübarek ikinci kata dar bir merdivenden çıkardık. Programda sıralı bir halde dururken Efendi Hz.leri sohbet etmeye başladı. Devlet erkânından da vardı insanlar. Cennet mekânın rahatsızlığından dolayı sohbet ederken ayakları, dizleri titremeye başladı, nerdeyse dizlerinin üzerine düşecekti ki sohbetini kesti,  kürsüden indirdik.

Efendi Hz.lerini götürürken dedim ki

“Efendim Bu kadarı fazla değil miydi? Kendinize çok harap ettiniz.” deyince

“Oğlum! Şu dedi topluluğun içerisinde bir tanesi bizi görürde, o görmesinden ötürü yarın mahşer gününde kurtulur.” dedi. Anlayabiliyor muyuz rahmeti,  Rabbim şefaatlerine nail kılsın…

Mürşidi Kamille ilgi olarak anlatılacak o kadar hadiseler var ki sözü fazla uzatmadan böyle bir Mürşidi Kamile evlat olanın ne yapması gerektiğine de biraz dem vurmak istiyorum.

Mürşidi kâmiller insanların gönüllerini nakış gibi işlerler. Peygamber Efendimiz (sav);

“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” [19]

Bu kalbin reçetesini Mürşidi Kamiller yazar.

Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh.

“Onlar, îmân edenler ve kalbleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.”[20]

Bu gün insanların depresyon ilaçlarını kullanmalarının en büyük sebebi ruhun gıdası olan zikri almamalarından dolayıdır, gerçi onlar müzik ruhun gıdasıdır diyorlar ama müzik nefsin gıdasıdır. Ruh gıdalanacak olsa müzik dinlerken insan jilet atabilir mi? intihar edebilir mi? Bunun bir tek sebebi vardır Allah’tan yüz çevirmektir.

Ayeti Kerimede “feveylun lilkâsiyeti kulûbuhum min żikrillâh.”

“Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.”[21]

Bugün akıl hastalarının içine düşmüş oldukları çıkmazlarda aynı şekilde Allah’ın zikrinden uzak kalmalarından dolayıdır.

“Vemen ya’şu ‘an żikri-rrahmâni nukayyid lehu şeytânen fehuve lehu karîn”

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”[22]

Şeytan artık onun artık ayrılmaz bir dostu olur. Bu sözleri kim söylüyor? Allahu Teala!

Doktora gidersiniz, doktorun vereceği antidepresan ilaç içersiniz. Beyninizin yarısı uyuşuk bir halde dolaşırsınız. Abdullah Babam cennet mekan ;

Sakın içmeyin O ilaçları! O ilaçlar sizi hastalığınız bir ise yüz yapar. derdi.

Onun için Allah’ı zikredin, çocuklarınızın içinde bulundukları buhran ve sıkıntılarının sebebi Allah’ın zikrinin nurunu almamasıyla sebebiyledir. Gerçi şu anda herkes şunu söylüyor. Eşten sıkıntı var, işten sıkıntı var, rızıktan sıkıntı var, evlattan sıkıntı var. Hasan’ı Basri Hz.lerine geliyorlar soruyorlar.

Efendim, Çocuğumuz olmuyor, sıkıntımız var.  Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim, benim maddi olarak sıkıntım var. Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim, ev içinde eşlerle sıkıntımız var.  Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim Yağmur yağmıyor. Mübarek; tövbe istiğfar et.

Efendim siz de bunu bellemişsiniz ne söylesek istiğfar diyorsunuz.

Bunları ben söylemiyorum Allahu Teala söylüyor. Diyor.

“Fekultu-staġfirû rabbekum innehu kâne ġaffârâ”

“Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.”[23]

Eğer tövbe ederseniz, “Yursili-ssemâe ‘aleykum midrârâ”

(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.[24]

“Ve yumdidkum bi-emvâlin”

“Sizi mallarla, oğullarla desteklesin…”

“yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ”

“ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için ırmaklar var etsin” [25]

Siz tövbe etmezseniz bu işler olmaz…

Abdullah Babam cennet mekan;

Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselam günde peygamber olmasına rağmen 70 kere istiğfar okurdu, siz ümmeti olarak kaç defa istiğfar okuyorsunuz evladım, derdi.

Gün içerisinde işlenen günahların haddi hesabı yok. O işlen günahlar bir perde gibi maneviyatın önünü keser, kestiği zaman da rahmet inmez. Rahmetin inmediği yerde de zahmet meydana gelir. Onun için cennet mekân Abdullah babam; kim 100 defa bu tesbihatı (subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim ve bihamdihi estağfirullah) muhakkak başucunuzdan ayırmayın, devamlı çekin. Kim “subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim ve bihamdihi estağfirullah” derse Allah rızık verir, Allah hayırlı evlatlar verir oğlum, derdi

Niye en çok problem çocuklardan çıkıyor? Şimdi aileler çocuklarını zapt edemiyorlar. Bu yaşanılan sıkıntıların sebebi insanın yapmış olduğu hataların neticesidir. Herkes çocuğa bahane buluyor. Abdullah babam cennet mekan çocuklarını şikayet edenlere verdiği cevap şuydu;

“O çocuğun günahı yok. Günah sizin günahınız.” derdi. ve şu hadisi şerif’i okurdu;

“El veledü sırrı ebihi = Çocuk, babasının sırrıdır.”[26]

Eşinizle sizin akıl baliğ olduktan sonraki hayatınızda yaşadığınız her şey o çocuğun kaderine yansır, Sizin çocuğunuzun kaderi belirler. Kınadığınız, ayıpladığınız, büyük konuştuğunuz ne var ise o çocuğun kaderi olur. Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır!..”[27]

Yakup (as) çocukları geldiler. Yakup aleyhisselama dediler ki Yusuf’u bize verirsen biz onu da pikniğe götürmek istiyoruz dediler.

Yakup Aleyhisselam; Ben Yusufu bir kurdun kapmasından korkarım, Onun için salamam dedi. O söz kaderi oldu.

Yakup Aleyhisselam’ın çocukları bir şekilde onu götürdüler, kurt kaptı diye gerisin geriye geldiler. Onun için ağzınızdan çıkan söze dikkat edin O sizin kaderinizdir diyor aleyhisselatu vesselam.

İkincisi birini ayıpladıysanız kınadıysanız Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.”[28]

O halde çok tövbe istiğfar etmemiz lazım. “Ya Rabbi ! Bilerek veya bilmeyerek, her ne gibi kötülük işlemişsek biz onların geçmişinden pişman ile nadim olduk. Hakkına girdiklerimize rahmetinle muamele eyle hakkını üzerimizde bırakma Allah’ım” diye dua ediniz inşallah.

Cennet Mekan Abdullah babam sabah namazını kıldıktan sonra muhakkak evradı şerifenizi yapın.  Üzerinize güneşi doğdurmayın, zira rızıklar sabah namazında dağılır evladım, derdi.

O sabah namazındaki o hengamenin sebebi bütün mahlukat sübhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil azim der. Boş kursaklı olan kuşlar dahi kursaklarını doldurarak geri döner. Sadece biz sonuna istiğfar mükellef varlıklar olduğumuz için “ve bihamdihi estağfirullah”ı sonuna ekleriz.

Sabah rızıklar dağılır, Allahu Teala günahları da bu şekilde affettiği için Allah’ın rızkı direk bize doğru gelir. Abdullah babam cennet mekân sabah namazını kıldıktan sonra mı cemaatle veya münferiden kim Allah’ı zikreder sonra kerahat vakti çıkınca iki rekat işrak namazı kılacak olursa tam bir hac ve umre tam bir hac ve umre tam bir hac ve umre sevabı vardır. Hadisi şerifini sürekli söylerlerdi. [29]

Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam’a bir adam geldi dedi ki;

Ya Rasulullah! Dünya beni terk etti, ne işim var ne kazandığım  bir para var. Doğru düzgün geçimim yok, dedi.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam;

Bütün mahlûkatın kendisiyle rızıklandığı, meleklerin dahi kendisi ile Allah’a niyaz ettiği “subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil aziym ve bihamdihi estağfirullahi” demiyor musun sen?

Demiyorum ya Rasulullah. Efendimiz aleyhisselatu vesselam;

subhanAllahi ve bihamdihi subhanAllahil aziym ve bihamdihi estağfirullahi” günde 100 kere söyle , bunu yapacak olursan rızkın arkandan koşar seni bulur. Bu söylediğin her bir tesbihata Allah (cc) bir melek yaratır, kıyamet sabahına kadar istiğfar eder. Onun sevabı da sana gelir. dedi

Abdullah babam bu tesbihatın yapılması için özellikle üzerinde dururdu. Ve şu hadisi şerifi  bizlere aktarmıştır, “Kim ikindi namazından sonra kim Allah’ı zikrederse İsmail aleyhisselamin soyundan iki köle azad etmiş gibi sevap alır.”

Cennet Mekan Abdullah Babam cennet mekan derdi ki

Ya eyyuhellezine amenuzkurullahe zikren kesira.Ve sebbihuhu bukreten ve asila.

“Ey îmân edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam tespih edin.”[30]

Ayette gecen sabah; sabahın kerahat vaktinde yapılan zikre akşam ise ikindinin sonu kerahat vaktinde yapılan zikre işaret ediyor, evladım. İkindiden sonra da manevi rızıklar, manevi dereceler verilir. sabah namazında sonra maddi rızıklar verilir. Derdi.

Onun için ikindiden sonra da Allah’ın zikriyle hemhal olalım inşallahu rahman.

Bakın bu sözleri söylüyorum, Abdullah babam kaldırım mezarlığında falan yatıyor değil. Abdullah babamın sadece cismaniyeti orada yatıyor. Onun ruhaniyeti her dem aramızdadır. Bu Kuran azimüşşan da ayeti kerime ile sabittir. Size diyorlardır, vefat eden bir mürşidi kamile müntesip olunur mu? Siz vefat etmiş bir şeyhe mi müntesipsiniz? Sanki yaşayan bir mürşidi kamil varmış gibi bunu söylerler.

Ayeti kerimeler ile cevabını vereyim siz de cevabını verirseniz inşallah ur rahman. Nisa suresi 64. Ayeti kerime, İbn-i kesir tefsirinde de bulabilirsin.

Veli aynı zamanda alim olan bir zat vardır Utba olarak ismi geçer.

Veli, aynı zamanda alim bir zat olan Utba rivayet ediyor. Ben Hz. Peygamberin mübarek kabrinin kenarında oturuyordum. Allah’ın zikri ile meşgulken uzun boylu bir Bedevi genç geldi. Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın kabrinin üzerine kapandı. Ayeti kerimeyi okumaya başladı;

Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutâ’a bi-iżni(A)llâh(i)(c) velev ennehum iż zalemû enfusehum câûke festaġferû(A)llâhe vestaġfera lehumu-rrasûlu levecedû(A)llâhe tevvâben rahîmâ(n)

“Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı.”[31]

İşte günâhlarımdan mağfiret dileyerek ve Rabbıma benim hakkımda şefaatte bulunmanı isteyerek sana geldim, Ardından gördüm ki sen ahirete gitmişsin, ben derdimi kime anlatacağım, dedi ve şu şiiri söyledi:

«Ey yeryüzündeki efendilerin en hayırlısı ve en büyüğü; onların güzel kokularıyla yeryüzünün alçak ve yüksek yerleri hep güzelleşmiştir. Senin bulunduğun kabre benim nefsim feda olsun. Orada iffet, orada cömertlik ve şeref vardır.»

Sonra Bedevi ayrılıp gitti ve bana bir uyku hali geldi. Rüyamda Hz. Peygamberi (sav) gördüm. Şöyle buyurdular:

Ey Utbâ, Bedevi’ye var ve Allah’ın kendisini bağışladığını ona müjdele.

Kur’an tarih kitabı değildir. Onun hükmü kıyamet sabahına kadar bakidir. O dönemde söylendi geçti diyemeyiz.

“Va’lemu enne fikum resulAllah.”

“Biliniz ki Allah’ın Resulü aranızdadır”[32] diyor.

Böyle olunca Mürşidi kamillerinde ruhaniyetleri daima anıldıkları yerde olur. Bu ayeti kerime bunun en büyük delilidir. Rabbim Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerine layıkıyla evlat olmayı bizlere nasip ve müyesser eylesin inşallah.

Günümüzde bir furya başladı. Sözüm ona koskoca profesörler ve vesaire tipli adamlar ortaya çıkmışlar “Salatü selam çekmek, salatü Selam getirmek Hazreti peygambere yağcılıkmış.” Diyorlar. Böyle diyen alçakların sözlerine itibar etmeyiniz.

Bunlar “ben tefsir alimiyim.” Diyerek

“İnna(A)llâhe vemelâ-iketehu yusallûne ‘alâ-nnebiy(yi)(c) yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû sallû ‘aleyhi vesellimû teslîmâ(n)”

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”[33] Ayeti kerimesine kendilerince mana veriyorlar.

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler” diyorlar. Allah salat ve selam eder mi? Hiç.  Ben işin alimiyim, Allah inam ve ihsanı ile yardım eder, meleklerde Efendimizin ali makama çıkması için dua ederler, niyaz ederler. Peygambere selatü selam getirirlerse Peygamber bunlara şefaatçi olacakmış onları kurtaracakmış. Şefaat yoktur, salatü selam getirmek yoktur, diyorlar. Birde karşılarına büyük bir topluluk almışlar pis pis sırıtıyorlar. Sizin gibi alçakların olacağını bildiği için Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.leri buyuruyorlar ki:

“Şefaatim, şefaatime inananların üstünedir.” Sizin gibi inanmayanların üzerine değil. Diyor.

Merak ettiğim konu bu adamlar hiç mi namaz kılmıyorlar. Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam kendi cevap versin;

 Kabe kavseyn makamına çıktım.[34] Rabbimi baş gözüyle gördüm. Rabbimi görünce öyle bir mest oldum ki “ettehiyyatü lillahi vessalavatü vettayyibatü” mülk ve azamet, bedeni ve manevi yapılan bütün ibadet taat, bütün övgüler hepsi Sanadır Allah’ım. dedim.

 Allahü Teala da dedi ki : “esselamu aleyke eyyuhennebiyyu verahmetullahi ve berekatüh.” Benim inamım, ihsanım, rahmetim ve bereketim senin üzerine olsun ya Muhammed.

tekrar taaccub ettim. Esselamu Aleyna ve ala ibadillahissalihin. Yarabbi benimle bütün peygamberlerin ve Salih kullarının üzerine olsun dedim diyor.

Efendimiz bunu anlatırken mübarek duygulanıyor ve ağlıyor. Bir müddet durduktan sonra;

Ey Ashabım namazda esselamu Aleyna ve ala ibadillahissalihin okuyorsunuz. İşte bu okumanız ölmüşlerimiz, şu anda yaşamış olanlar ve yaşayacakların hepsi Allah’ın rahmetinden pay sahibidir, siz okudukça onların da ruhaniyetlerine gider, ruhlarına gider diyor.

İşte bu sebeplerden dolayı Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz.lerine çok Selat ve selam getirmemiz lazım.

Efendimiz (sav) Hz.leri;

Sizin amelleriniz bana arz olunur. İyi amellerinizi gördüğüm zaman Allah’a hamd ederim. Kötü amellerinizi gördüğüm zaman da Allah’tan bağışlanmanızı isterim.”[35]

Resulullah Efendimizin yanında yerinin olmasını istiyorsan çok salatü selam getirmelisin.

“Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvat getirenleridir.”[36] buyuruyor Aleyhisselatu vesselam.

O halde Perşembe gününün ikindisi ile Cuma gününün ikindisi arasında muhakkak salatu selamı çok getirelim. Bu günlerde çekilen salatu selamları Aleyhisselatu vesselam bizzat ben kendim alırım, sair zamandaki selatu selamları Allah kabrime bir melek görevlendirdi ve ona bütün mahlukatın sesini işitme kabiliyyetini verdi. Kıyamete kadar kim bana salat-ü selam getirirse, onun ve babasının ismini de söyleyerek, falan oğlu falan sana salat ediyor diye bana bildirir. Buyurmaktadır.[37]

Cennet Mekan Abdullah Babam Salavat çekerken ;

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin, dedikten sonra sonuna  Cemi -il enbiyai vel mürselin ve sahbihi ve sellem eklerdi ve böyle okunmasını tavsiye ederdi. 124.000 Enbiya ve 124.000 enbiyanın yanında hizmetinde bulunan ashabı dahi hepsine bir salatu selamda Selam gönderiyorsun. Düşünsene evladım, Onlardan bize gelecekleri!

Tekrar ediyorum. cennet mekan Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed diyoruz ya sonuna cemiil enbiyai vel mürselin ve sahbihi ve sellem. Denmesini tavsiye eder dileyen kardeşlerimiz yapabilir, Rabbim rızasından ayırmasın, Abdullah babam gibi bir mana erine layıkıyla evlat olmayı nasip ve müyesser eylesin inşallahu rahman.

Bir şeyi daha eklemeden önce konuyla alakalı olduğundan dolayı bir kardeşimin rüyasını anlatacağım.

Rüyamda bir Zakir abimizle birlikte Emin abimizi gördüm, beraber gidiyorlardı. Zakir abimize nereye gidiyorsunuz? diye sordum. Zakir abimizde Emin abi vefat edecek, Abdullah babam cennet mekan kendisine bir hu diyecek, der. Beraber gittik. Bir kapıdan içeriye girdik. Cennet mekân Abdullah babam nur gibi karşımızda. Cennet Mekan Emin abiyi karşısına aldı hu dedi. Emin abinin bir anda sureti döndü, Abdullah babama benzedi ve gözleri yemyeşil oldu. Değişik bir hale bürününce Zakir abimiz artık gidelim tamam oldu, dedi.

Aslında rüyası çok açık ama kardeşimiz tabi olarak bu rüyaya bir mânâ veremiyor. Emin kardeşimiz de bu rüyanın akabinde vefat ediyor. Vefat ettikten sonra tekfin teçhiz işlemleri yapılıyor. Emin kardeşimizi d kabre indiriyorduk ki, basiret gözü açık olan bir kardeşimiz bir çığlık attı. Ardından bizlere Abdullah babam meftunun hemen arkasından şöyle belirdi dedi ki “oğlum korkma biz varız” Meftunu nurdan bir yere indirdi. Sonra döndü bana dedi ki oğlum bu kardeşiniz namazlarını kılıyordu, günlük evradı Şerifelerini yerine getiriyordu ancak zikir meclislerine ne zikir yapılan yerlerde zikre katılmıyordu. Zikir yapılan meclisler ahirete açılan kapılardır. Niye siz zikirlere dahil olmuyorsunuz. Niye zikirlere katılmıyorsunuz? Beni burada mahcup ediyorsunuz. Diyor.

Anlıyor muyuz?  Allah’ın zikir meclisinde bulunanlar, Allah’ın kerem sahibi kullarıdır.

Efendimiz aleyhisselatu vesselam ;

Yarın insanlar mahşer gününde ayağa kalkınca Allahü Teala diyecek ki sizin en Keremlileriniz en faziletli olanlarınızı size göstereceğim. Hemen sahabe-i kiram dedi ki o mahşer gününde en keremli en faziletli kim Ya Rasulullah?

Peygamber Efendimiz (sav);

“Allah’ın zikir meclislerinde bulunanlardır” dedi.

’Mutlaka Allah, kıyamet günü yüzlerinde nur olan bir takım toplulukları inciden minberler üzerinde diriltecektir. İnsanlar onlara gıpta ederler. (Hâlbuki) onlar peygamberler ve şehitler değildirler.’ buyurdu. (Ravi devamla şöyle) dedi: Bunun üzerine bir bedevi dizleri üzerine çöktü ve: ’Yâ Rasûlallâh! Onları(n vasıflarını) bize açıkla ki onları tanıyalım.’ dedi. (Rasûlullah): ’Onlar, muhtelif kabilelerden ve farklı memleketlerden Allah için birbirlerini seven kimselerdir. Allah’ı zikretmek için toplanırlar, O’nu zikrederler.’ buyurdu.[38]

Rabbim bizi zikir üzerine daim eylesin. Abdullah babamın himmetinden feyzinden bereketinden ayırmasın inşallah. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah

[1] Nisâ suresi 136

[2] İmam Ahmed Bin Hanbel, Müsned, sf. 796

[3] İnsan Suresi 3

[4] Bakara suresi 256

[5] Kıyâme Suresi 36

[6] Câsiye Suresi 23

[7] Bakara Suresi 137

[8] Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1

[9] Nehf: Üflemek

[10] Mü’minûn Suresi 17

[11] Bakara Suresi 151

[12] Aziz Mahmud Hüdayi Divânı s. 141

[13] Fetih Suresi 10

[14] Mücadele Suresi 22

[15] Müddessir Suresi 31

[16] Buhârî, Edeb 19

[17] Enbiyâ Suresi 107

[18] Âl-i İmrân Suresi 31

[19] Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107, 108

[20] Ra’d Suresi 28

[21] Zümer Suresi 22

[22] Zuhruf Suresi 36

[23] Nûh Suresi 10

[24] Nûh Suresi 11

[25] Nûh Suresi 12

[26] Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1/397; Ukberî, Divânü’l-Mütenebbî, 1/156; Suyûtî, ed-Dürerü’l-Müntesira, 1/20; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/706, 723 (1268, 1300); Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, 2/452 (2911)]

[27] Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 110

[28] Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu’l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu’l-Hafa, 2/265

[29] “Kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturarak Allah’ı zikreder, (kerahet vakti çıktıktan) sonra iki rekat namaz kılarsa, ona tam bir hac ve umre sevabı verilir.” Tirmîzî, hno: 586

[30] Ahzâb Suresi 41-42

[31] Nisa Suresi 64

[32] Hucurât Suresi 7

[33] Ahzâb Suresi 56

[34] Abdullah Baba (ks) Hz.leri ruhen ve bedenen çıkmıştır. demiştir

[35] Bezzar, 5/308; Macmau’z-zevaid, h. no: 14250

[36] Tirmizî, vitr, 21

[37] Bezzar

[38] Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid Ve Menba’u’l-Fevâid, Ezkâr, Bâb:2, c.10, s.57, h.no:16770, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyyeti, Beyrut, 2001. Taberânî’den nakletmiştir

Abdullah Baba Hz.lerinin 14. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Bizleri yoktan var eden Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Sonsuz salat ve selam, İki Cihan Serveri Hazreti Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Onun âline ve ashabına ve kıyamet sabahına kadar Onun yolundan geleceklerin üzerine olsun.

Bugün Varis-ül Enbiya, Büyük Allah Dostu, Hadim-ül Fukârâ Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin ahirete irtihalinin 14. yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim himmetlerini, feyzlerini ve bereketlerini üzerimizde daim kılsın.

Şahsiyeti maneviyesi etrafında toplanmış olduğumuz böylesi mürşid-i kâmil zatların manevi derecelerini, fazail ve kemalatlarını, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ımız kutsi hadiste bize şöyle haber vermektedir: “Kulumun Benimle meşgul olması arttığı zaman kulumun arzusunu, isteğini ve lezzetini zikrim üzerine daim kılarım. Kulumun arzu ve isteği, Benim zikrim olduğu vakit, kulum Bana âşık olur. Ben de kuluma âşık olurum. Kulum ile aramdaki perdeleri kaldırırım. Beşeriyet yanıldığı zaman onlar yanılmazlar. Onların sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Ne zaman ki yer ehline azap edecek olur isem, o dostlarımı anarım da onlar hürmetine bu bela ve musibeti üzerlerinden kaldırırım.” Böyle bir mürşid-i kâmilin manevi sofrasında bizleri buluşturduğu için Rabbimize hamdolsun.

Sadece biz onları ziyaret edip onları burada hatırlamıyoruz. Maneviyat erbabı kendilerini ziyaret edenlere de mukabele ederler. Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki; “Bir kimse Allah dostu bir zatın kabrini ziyaret edecek olur ise, o Allah dostu olan zat, o kimsenin selamını alır. Onu tanır. Ve ona mukabele eder. O kimse oradan ayrılana kadar onun yanından bir an olsun ayrılmaz.” Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yine hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Kim bir Allah erini ziyaret edecek olursa melekler derler ki sen ne devletli bir kulsun ki cennet ehlinin amelini işliyorsun.” Arş-ı Rahman’ında Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri buyururlar ki: “Abdi zareni-kulum Beni ziyaret etti. Dostumu ziyaret etmekle Beni ziyaret etmiş oldu. Her ziyaret edilen ziyaret edene bir ikramda bulunur. Benim ikram ve iltifatım o kulların üzerine cennet ve cemali ilahiyemdir.” Rabbim bu şerefe nail olanlardan kılsın inşallahu Rahman.

Ahir zamanda, fitne ve fücurun arttığı bir dönemde Allah dostlarının sofrasında bulunmak gerçekten meşayıhı kiram hazeratının ifade ettiği gibi büyük bir devlettir. Rabbim daim kıl diye dua ediyoruz.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Ahir zamanın fitneleri arttığında ümmetim arasına tefrikaların yayıldığı bir zaman da ümmetimde iki sarhoşluk meydana gelecek. Bir tanesi hubbul iştir. Yeme, içme, gezme, tozma, yatma, eğlenme hastalığı meydana gelecek. Onlar, Allah’ı ve Resulünü unutacaklar, zevk ve sefaya dalacaklar. İkinci bir zümre zuhur edecek, bu zümrede hubbul cehil. Yani kendilerine göre ilim tahsil etmişler ancak biz halkın içerisinde münevver kimseleriz, aydın kimseleriz. Biz çobanlardan vs. daha üstünüz diyen bir zümre zuhur edecek. Oysa onlar ebu cehildir. Yani cahillerin babasıdır. Zira onlar ne Allah’ı ne de Resulünü ne de nerden gelip nereye gittiklerini bilirler. İşte bunların zuhur ettiği dönemde Allah’ın kitabı Kur’an’dan; şu Allah’ın emridir, şu da Allah’ın nehyidir, şu da sünneti Resulullahın uygulamasıdır, diyen Benim ve ashabımın yolunu takip eden bir zümre çıkacaktır. İşte o zümre (Tevbe/100) “وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ”, “Onlar Benim ensar ve muhacirim gibi olan ashabımdan sayılırlar” diyor.

Ya Rab! Bizi o zümreden eyle!

İşte kardeşlerim, ahir zamanın fitnesinin ve fücurunun ayyuka çıktığı, Din-i Mübîn-i İslamiye’yi tahrif etmek için ellerinden geleni yaptıkları bir zamandayız. Dünyanın dört bir yanından ülkemizin etrafını ihanet şebekelerinin kuşattığı ve içerideki türevilerin de ülkemizi sarmış olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Her zamankinden daha fazla Kur’an ve Sünnet-i Rasulullaha ihtiyacımız var. Onun için doğru bir itikat üzere olmak lazım.

Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam) Hazretlerinin yolu ve usulü nedir? Onu Büyük Evliya Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin inşallah manevi tembihleriyle ve bize yapmış olduğu ikazlarla anlatmaya çalışacağız:

Hazreti Ali (keremallahu veche) geliyor:

“Ya Rasulullah Allah’a vuslat bulacağımız yol, Sizin sünnetinizin ihyası nedir? Bize haber verir misiniz?” deyince,

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam):

“Eşşeriatü ehval, vet tarikatü efal, vel hagigatü hal ve marifetis sırri ve zikrullahi enisi ve savmu hücceti ve gurratü ağnı fis salati: Ya Ali şeriat Allah’ın emri ve nehyidir. “Ettarikatü efal” Tarikat Benim sünnetimin ifasıdır, uygulamasıdır. Bununla kişi Allah’a yakınlık elde eder. Hakikatte ilmel yakinden aynel yakine geçmektir. Allah ile âşıklık maşukluk halimdir. “Ve marifetis sırri” O da fenafillah ki Allah ile aramda sırdır. Ancak ya Ali “Ve zikrullahi enisi” Zikrullah bu yolda Benim yoldaşımdır. Ben bu zikrullah ile nefsi terbiye, kalbi tasfiye ederim. “Ve savmu hücceti” Oruç da Benim için delildir. “Ve gurratü iğni fis salati” Muhakkak ki namaz da iki gözümün nurudur. Ben hakkı ve hakikati, hakkı ve batılı namazın nuru ile görürüm. Bunları bu şekilde ifa edeceksiniz.” diyor ve Hazreti Ali (keremallahu veche)’ye zikrullahı telkin ediyor.

Rasulullah (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin saydığı bu usul ve kaideler, insanın kendi kendine, kendi başına yapacağı işler değildir. Muhakkak ehline erbabına danışması gerekir ki bunlar “Mürşid-i Kâmiller”dir.

Onun için Rabbimiz “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ – Ey iman edip takvaya erenler salihlerle beraber olunuz.” (Tevbe/119)

Peki, bu salihler dediği zatlar kimler Fatiha-i Şerife’yi okuyoruz.

Diyoruz ki “اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ – Allah’ım doğru yolu ilet.” devam ediyoruz.

“صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ – Ya Rabbi in’âm ve ihsan edip doğru yola ilettiğin kimselerin yoluna”

Peki, Allah’ın in’âm ve ihsan ettiği kullar kimler?

Yine Kur’an’a müracaat ediyoruz.

“وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم – Kim Allah’a ve Resulüne tabi olacak olur ise Allah’ın in’âm ve ihsanda bulunmuş olduğu kullarla beraber olur.” (Nisa/69)

Kimmiş onlar?

“مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ  Nebiler, şehitler, sadıklar ve salihlerle beraber olurlar” (Nisa/69) diyor.

Bir başka ayet-i kerimede (Maide/35) “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” Bu ayetin tefsirine meşayıh-ı kiram diyorlar ki: Bir kişi iman edecek iman ettikten sonra İslam’ın gereğini yapıp takvaya erecek, takvaya erdikten sonra “وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ” dediği Peygamber varisi mürşid-i kâmilin eteğinden tutacak. O manevi önderin himayesi altında وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ Allah yolunda mücahede edecek.

Cihad iki türlüdür. Bir vatanı, canı ve namusu için yapılan savaştır. Şimdi Afrin’deki Mehmetçiğimizin yaptığı savaş gibi.

Diğeri de nefis ile cihad vardır ki; Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Nefis ile cihad, cihad-ı ekberdir.” buyurmuştur. İşte ayet-i kerimenin anlattığı budur: Bir mürşid-i kâmile müntesip olduktan sonra “وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ” vesileye tabi olduktan sonra “وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ mücahede edin Allah yolunda “لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” umulur ki kurtuluşa erersiniz, diyor.

Ey Rabbim! Üstadım gibi bir mürşid-i kâmilin eteğinden ayırma diye dua ediyoruz, inşallah.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ” Yunus suresi 62. ayeti kerimesinin manasını verirken de, mürşidi kâmil olan zatların övülen kimseler olduğuna işaret etmişlerdir. Öyle olunca mürşid-i kâmile müntesip olmadan Allah’a vuslat bulmak mümkün değildir. “Ulema-u ümmetike enbiya-i beni İsrail – Benim ümmetimin âlimleri beni İsrail peygamberleri muadilidir.” Burada kastedilen:

Peygamber varisi olan âlim ifadesi geçiyor. Bu ilahiyat okumuş kimseleri falan kastetmiyor. Şeriatla amel etmiş tarikatla Allah’a süluk edip ilm-i ledüne ulaşmış kimseleri kastediyor.

Çünkü Allah-u Teâlâ ayet-i kerimede hikmet ehli ile ilim ehlini ayırmıştır.

Allah-ü Teâlâ; “وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ – O peygamber size ilmi ve hikmeti öğretir” (Âl-i İmran/48) buyuruyor.

İlim âlimin işidir. Hikmet de meşayıh-ı kiramın işidir. Onun için Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Mecalesetül ulemau tezidul ilm – Siz bir alimin yanına varacak olursanız ilminiz ziyadeleşir.” “Mecalesetül hukema u yuhyil kalbel meyyite bi nuril hikme – Eğer hikmet ehlinin yanına varacak olursanız, hikmet nuruyla kalplerinizi diriltir o Allah’ın evliyası” diyor.

Eğer böyle olmamış olsaydı, allame (Her ilimde ihtisas sahibi, çok büyük alim) İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri “Ömrümün son iki yılında Cafer-i Sadık Hazretlerinin himmetine mazhar olmasaydım ben de ziyandaydım.” Niye desin?

İmam-ı Şafi, İmam-ı Ahmed bin Hanbeli Hazretleri allame iki tane mezhep imamı, Şeyban-ı Rai Hazretlerine müntesip oldular. Şeyban-ı Rai kimdir? Deve çobanı ümmi bir zat. Ancak Peygamber varisi bir zat. Hikmet ehli bir zat.

Onun içindir ki Şems-i Tebriz-i Hazretlerine Mevlana Hazretleri bend olmuştur. İşte Allah-u Teâlâ’nın evliyasının manevi himmet ve feyziyle insan kemale erer. Onlara müntesip olanlar sadece bununla da kalmaz.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Hazretleri buyuruyorlar ki “Yarın mahşer gününde her beşerin nesebi muhakkak kesilecek. Soyunda sopunda eksiklikler olacak, kesilecek. Ancak, Benim nesebim ve sebebim kalacak.”

Meşayıhı Kiram bu hadis-i şerif hakkında şöyle diyorlar;

“Rasulullah Efendimizin nesebi Hazreti Fatıma Annemizden, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’den devam eden “Seyyid ve Şerriflik” yoludur.

“Sebebim devam eder” dediği de, “Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi olan bir mürşidi kâmile müntesip olanlarda, Efendimizin manevi evlatlarıdır”  diyorlar.

Ne büyük bir bahtiyarlık ki böyle bir mürşidi kâmile müntesip olmakla, Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)’ın evladı maneviyesi olmaya da Rabbim bizleri ilhak etsin, diye inşallah dua ve niyaz ediyoruz.

İşte ahir zamanda, yani fitneye ve fücura düştüğümüz bu dönemler içerisinde, doğru itikadın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü o zatlar, gerek insan ölürken, gerek kabirdeyken, gerek haşır ve neşirdeyken, gerek mizanda gerek de sıratta iken şefaat etme hakkına haiz Allah’ın evliyalarıdır.

Bunlara bazılarının itirazı olabilir. Onun için bir tane hadisi şerif okumak istiyorum;

İbn-i Abbas (radıyallahu anh) Hazretleri buyuruyorlar ki;

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Yarın mahşer gününde sıratın başına abidlerden ve peygamber varisi evliyalardan bir zümre getirilir. Abide denir ki “Sen yapmış olduğun ibadet ve taatin karşılığı olarak hadi cennete git. Allah’ın sana vermiş olduğu ikramlardan faydalan derler.” O meşayığa da derler ki “Allah’ın peygamberi vasıtasıyla müjdelemiş olduğu şefaat hakkını kullanman sana verilmiştir. Şimdi sana tabi olanların cümlesini burada kurtarabilirsin, der ve o kimse şefaate nail olur.” Peygamber (aleyhissalatü vesselam) sahabe-i kiramın şaşkınlığını görünce:

“Vallahi Arş’ın gölgesinde peygamberlerle kıyam eden kimselerdir onlar.” diyor. Rabbim ayırmasın!

Benim böyle bir zata ihtiyacım yok. Ben kendi halimde giderim derse, ona da denir ki;

İnşallah taklid-i imandan kurtul deriz ama ondan da kurtulacak ne bir ortam var, ne de bir zaman var. Efendimiz aleyhissalatü vesselam: “Ahir zaman olunca ümmetimin imanı boğazından aşağıya inmez.”, “İnnema ete havvefu ala ümmeti zafel yakın. Benim ümmetim üzerine en çok korktuğum şey imanı yakin olmamaları, imanda sadece taklid-i iman sahibi olmalarıdır, bunlardan çok korkuyorum.” diyor.

Bunun aksini iddia edenlerin ilimle vs. kurtarırım diyenlere Kur’an’dan şöyle bir test yapmak lazım. Allah-u Teâlâ mü’minlerin vasıflarını anlatırken öyle diyor. “إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ – Mü’minler o kimseler ki Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen kimselerdir.” Var mı kalpte bir titreme? Yok.

Ayet devam ediyor. “ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا – Allah’ın ayetleri okununca onların imanları ziyadeleşir.” (Enfal/2) Var mı böyle bir şey? O da yok.

O zaman iman hala zanda. O zaman yakîn ehli bir maneviyat erbabının himayesine girmek mecburiyetindesin.

Bu kadarını anlattıktan sonra Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin hikmet erbabının Allah’a nasıl vuslat bulacağıyla ilgili tembihleri ve yolunun usulü var. Ondan kısaca bahsetmek istiyorum inşallah.

Efendim Cennet Mekân hikmet ehlini şöyle anlatırdı.

“Bir mürşid-i kâmile müntesip olan insana ilk önce Allah’ın zikri telkin edilir. Zikrullah dilde başlar. Buna zikr-i lisani derler. Zikri yapar, yapar, yapar. Zikir dilden kesilir gönle düşer. – Gönül dediğimiz kalp değildir. Hazreti Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Hazretlerinin ilk evvela nuru yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ nurunu yaratmıştır. Sonra ruhunu yaratmıştır. Sonra da gönlü yaratmıştır. O gönül kalbin içerisine yerleştirilen bir latife, bir sırdır. Allah’ın nazargahıdır.” derdi. – Buna da zikr-i fuadi derler. Allah’ın zikrini sever, derdi Cennet Mekân. Bu zikir devam ederken zikir kalbe düşer. Kalbe düştükten sonra kişinin kalbinde ürperme meydana gelir. Öyle ki yavaş yavaş nefis Allah demeyi öğrenir. Bazen seher vakitlerinde şu da olur. İçeride Allah diye bağıranı duyar. Sağına soluna bakar kimseyi bulamaz. Omzuna bakar acaba sırtımdan mı geliyor, sonra omuzuna, sonra bakar ki kalbinin içerisinde Allah diye ses gelir. Buna tasavvufta veled-i kalp derler. Zikrullaha nefsin alışması derler. Bunlar birçok kardeşimizde olagelen şeylerdir.

Sonra nefs-i mutmainneye geldi mi zikrullah, göbek deliğinin iki parmak üstünden sadra kadar bir ateş düşer. Buna da zikr-i sanavberi derler. Sanki vücudunda ki bütün tüyleri yanar gibi hissetmeye başlar. Sonra zikrullaha devam eder. Radiye, mardiye makamına doğru geldiği vakit, zikrullah sağ böbreğine düşer. Sanki anne karnında ki çocuğun tekme attığı gibi, böbrekte bir depreşme meydana gelir ve bu meydana gelmeye başladı mı, yavaş yavaş hikmet kapıları aralanır. İnsana esmanın sırları tecelli etmeye başlar ve insan fenafillaha doğru gelir. Böbrekteki bu kasılmalara “lüb” makamı derler. Ayet-i kerimede “وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ – Siz anlamazsınız ancak lüb sahibi olanlar bilir.” diyor. Onun için sohbetin başında okumuş olduğumuz ayet-i kerimede Rabbimiz; “يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء – Allah hikmeti dilediğine verir.”, “وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا – Kime de hikmet verilmişse büyük hayırlar verilmiştir.” “وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ – İşte onu ancak “Ulûl elbâb” olanlar anlar” (Bakara/269) diyor. Rabbim o makamlara ulaştırsın cümlemizi aşk ve muhabbetle inşallah.

Onun için Cennet Mekân “Bir insan beş vakit namazını kılsa, kendisine telkin etmiş olduğumuz evrad-ı şerifesini yerine getirmiş olsa, kendisine isabet eden sıkıntılara sabretmiş olsa ve Allah’ın vermiş olduğu rızıklarla cömert davranıp sahavet sahibi olsa; o kimse Allah’a yâr olur, dost olur.” derdi.

Cennet Mekân Üstadımızın bize vermiş olduğu o evrad-ı şerifeler var. Ders kâğıdı diyoruz ya, o ders kâğıdını Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ashab-ı suffeye telkin etmişlerdir. Sonra manevi olarak, Cennet Mekân öyle buyururlardı, “Veysel Karani Hazretlerine rüyasında söyledi evladım. Şu şekilde zikrullah yapacaksın.” diye. Ne yapıyoruz? Üç İhlas bir Fatiha-i Şerife; Din-i Mübin-i İslamiye’nin Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhissalatü vesselam) ve yüz yirmi dört bin enbiya, Hulefa-i Raşidin, Ashab-ı Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Huneyn ve onunla birlikte evlad-ı Rasul, zevce-i Rasul, zürriyet-i Rasul, İmam-ı Hasan ve yetmiş iki şühedaya. Sonra bir üç İhlas bir Fatiha-i Şerife okuyoruz. İmam ve İmameyn Hazeratına, Piri Piran Hazeratına, günümüze kadar gelen Silsile-i Şerife, büyük üstatlarımıza ve Üstadımız Abdullah Baba Hazretlerinin ruhuyla manevi bir bağlantı kurulur. Yüz tane Besmele-i Şerife okuruz. Niye okuruz biz onu? Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ashab-ı kirama bunları verirken hep öğrettiler. Cennet Mekân’da bize anlatmıştı. Bende size bu emaneti ulaştırmak istiyorum.

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim yüz tane Besmele-i Şerife’yi okuyacak olursa bir gün içerisinde o kimseye şeytanın musallat olması, vesvesesiyle o kimseyi yoldan çıkartması mümkün olmadığı gibi Allah-ü Teâlâ onun hürmetine bereket verir.” diyor.

Sonra yüz defa istiğfar okuyoruz. “Subhanallahi ve bihamdihi subhanallahil azim ve bihamdihi estağfirullah” Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Ben günde yetmiş kere istiğfar ederim” diyor. Rahmet Peygamberi günde yetmiş kere istiğfar edecek ümmetinden tık yok! Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz “O yüz istiğfarı kim okursa, denizköpükleri kadar günahları olsa Allah onu af ve mağfiret eder.” buyuruyor. Abdullah Babam Cennet Mekân da ısrarla üzerinde dururdu: “Muhakkak yapın oğlum dersinizin haricinde bunu üç yüze çıkartın” derdi.

Sonra “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed” diyoruz. Cennet Mekân Efendim derdi ki “Evladım devamında ‘cemî-il enbiyayı vel murselin ve sahbihi ve sellim’ derseniz yüz yirmi dört bin enbiya ve onun âl ve ashabının cümlesinin ruhuna salat ve selam edersiniz ki her birinden on karşılık gelecek olursa afaki rakamlar olur rahmete bak.”

Onun için Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim günde yüz defa salat-ü selam getirirse Allah o kimsenin yüz hacetini giderir. Bunun yetmiş tanesi ahirete, otuz tanesi de dünyaya aittir”, “Sonbaharda yaprakların döküldüğü gibi Allah o kimsenin günahlarını affeder” diyor.

Şimdi bazı ilahiyatçılar çıktılar piyasaya, “salat-ü selam getiriyorlar koro halinde müzik söylüyorlar.” falan filan diye ağızlarını sallıyorlar. Bunlar İslam düşmanı, Ehl-i Sünnet düşmanı, Allah’ın rahmetini kesmiş olduğu kimselerdir. Allah şerlerini kendi başlarına makûs etsin. Salat-ü selam getirmek Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselama bend olmak “Ben, Senin ümmetinim bana şefaatinle muamele eyle Ya Rasulullah” demektir.

Bakın Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) dahi kendisi kul Muhammed olması hasebiyle peygamberlik makamına kendileri de salat ve selam getirirlerdi. Çünkü “Abduhu ve Rasuluhu” diyoruz. Rasulullah Efendimiz önce kul sonra peygamberdir. Sonra okumuş olduğumuz İhlas ve Ayet-el Kürsi’ler dünyaya haris olmaktan ahirete haris olmaya yönlendiren tesbihatlardır. Detaylara girmiyorum. Sonra da yüz tane kelime-i tevhit okuyoruz malumunuz. Yüz kelime-i tevhide devam edeceğiz. Neden? Allah muhafaza yarın ahirete gittiğimizde birinin üzerinde bir kul hakkı var ise orucumuza, namazımıza, zekâtımıza muhakkak el koyarlar. El koyulmayan amel defterinde bir tek amel vardır. O da ‘Kelime-i Tevhittir: La ilahe illallah’tır.

Zira Allah’ın zatına ait olduğu için Allah-u Teâlâ’nın zatına ait olana hiç bir beşer, hiç bir varlık hak talep edemez. Bir Kelime-i Tevhid’in karşılığına da Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Yedi kat gökler ve yedi kat yerler bir kefeye konsa, Kelime-i Tevhit de bir kefeye konmuş olsa Kelime-i Tevhit yine ağır basar” diyor.

Hâsılı kelam yapmış olduğumuz zikrullah budur. Bunun zamanı da sabah namazını kılarız, münferiden veyahut cemaat halinde “Kim Allah’ın zikri ile meşgul olur, kerahat vakti çıkınca iki rekât İşrah namazı kılacak olsa tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre sevabı vardır.” derdi Cennet Mekân. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın hadis-i şerifleri ile hep bizleri müjdelerdi. Bir de zikrullah olaraktan Cennet Mekân Üstadımız günde yüz defa “Selamun gavlen mirrabbirrahim”i muhakkak okuyunuz, derdi. Ebu-l Alemeyn Ahmed-i Kebiri Rufai Hazretleri “Hangi evladım bu şekilde günde yüz defa “Selamun gavlen mirrabbirrahim” ayet-i kerimesini okuyacak olur ise Allah’ın izni ve inayetiyle o kimseye asla ve asla felç hastalığı gelmez” buyuruyorlar. Onun için bunlara da kulak verelim inşallahu Rahman.

Cennet Mekân buyururlardı ki: “Evladım ahir zaman fitneleri ayyuka çıktı. Sabah hanenizden çıktığınızda yedi Ayet-el Kürsi okuyun. Sağınıza birini, ikincisini önünüze, üçüncüsünü solunuza, dördüncüsünü geriye, beşincisini yukarı, altı aşağıya, yedincisini de içinize kalbinize çekin. Eğer bir de bağışlama yapacak olursanız Allah’ın izni inayetiyle hiç bir beşer ne gökten ne yerden inen hiç bir arızı durum sizi rahatsız etmez.” Bunlar da Efendim Cennet Mekân’ın tavsiyeleriydi.

Kardeşimizden bir tanesi geldi: “Efendim otobüste biz kaza yaptık. Bende dedi bağışlamaları yapmıştım. Elhamdülillah, otobüsün içerisinde yaralı olanlar da var ama bana pek bir şey olmadı” dedi. Cennet Mekân buyurdular ki “Evladım keşke üç İhlas bir Fatiha-i Şerife’yi okurken, Ya Rabbi şu otobüsteki bulunanların da ruhaniyetlerine hediye eyliyorum. Sen vasıl eyle Allah’ım, deseydin hiçbirinin burnu kanamazdı.” Onun için bu tavsiyelere inşallah-u teâlâ kulak verelim.

Yatarken Efendimizin (aleyhissalatü vesselam) sünnetini tavsiye eder: “Üç Kevser, üç İhlas, üç Felak, üç Nas, bir Fatiha, bir Ayet-el Kürsi. Otuz üç Subhanallah, otuz üç Elhamdülillah, otuz dört Allah-u ekber diyeceksiniz, yatacaksınız. Allah’ın izni inayetiyle en ufak şeytan musallat olmaz. Seher vaktinde kalkarsınız” derdi.

Aişe Validemize Ebu Hureyre Hazretleri geldi dedi ki:

“Sen bizim annemizsin, Efendimizin vefatında, (Efendimiz vefat ettiğinde Aişe Validemiz yirmi dokuz yaşındaydı. Yani Efendimizle on yıl evli kaldılar. Hani birileri diyorlar ya Ayşe Validemiz dokuz yaşındaydı falan filan diye, bunların hepsi yalan ifadelerdir. Ayşe Validemiz Mekke’den Medine-i Münevvere’ye on yedi yaşında gitti. Medine-i Münevvere’de iki yıl kaldıktan sonra Rasulullah Efendimizle evlendi. On yıl evli kaldı. On dokuz yaşındayken Rasulullah Efendimizle evlendi. Aişe Annemiz, Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ahirete irtihal ettiğinde yirmi dokuz yaşında idi. Dokuz demelerinin sebebi, o dönemin kültürünü bilmemelerinden kaynaklanan bir husus. Orada, o Arap yarımadasında kız çocuklarının, akıl baliğ olana kadar, yaşı sayılmaz; akıl baliğ olduktan sonra yaşı sayılırdı. Ayşe Validemizin de yaşı, on yaşından sonra sayılmaya başlandığından dolayı durum budur.)

Ebu Hureyre Hazretleri “Sen bizim annemizsin, Allah’ın Resulünün gecesinden haber verir misiniz?” deyince, bu söylemiş olduğum tesbihatı öğretti. Hatta şunu söyledi Ayşe Validemiz:

“Ben gündüz güneşte iğnemin deliğine takamamış olduğum ipi, Hazreti Peygamberin vücudunu mesh ederken, bunları okurken çıkan nurdan, iğnenin deliğine ipimi takardım.” Bu birinci husus, ikinci husus Cennet Mekân’ın kendisinden bizatihi dinlemiştim. Hazreti Fatıma Annemiz ellerini gösteriyor Aleyhisselatü Vesselama “Ya Rasulullah bu buğdayı, bulguru çekeceğim diye değirmenden avuçlarım patladı. Ne olur bana şöyle bir köle yok mu? Hizmetime versen çok zor oluyor.” deyince Efendimiz (aleyhissalatü vesselam); “Olmaz kızım. Altı yüz, yedi yüz tane ashab-ı suffe var. Çok büyük ihtiyaçları var. Onlar böyle perişan bir haldeyken bir köleyi alıp da senin himayene vermem, benim peygamberliğime yakışmaz. Bu olmaz. Ancak sana şu kadarını tavsiye edeyim ki biraz önce söylemiş olduğum tesbihatı, yatmadan önce yapacak olursan kızım, Allah’ın izni ile Allah seni ölene kadar, ihtiyarlığın dâhil olmak üzere, ölene kadar hiç kimseye muhtaç etmez” diyor.

Hani Anadolu’muz da diyoruz ya “Ele eteğe düşürme Ya Rabbi” diye ele eteğe düşmek istemeyen varsa Efendimizin (aleyhissalatü vesselam) bu tavsiyesine kulak versin inşallah-ü teâlâ.

Bir de Efendim namaz ile ilgili hassasiyet gösterirdi. Onları da söyleyivereyim. Sabah Duha namazı kılardı. İşrah namazından sonra kaylule uykusuna yatar. Saat dokuz buçuk, on sularında dört rekât, iki rekâtta bir selam verir namaz kılardı. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Duha namazına devam eden evvabindir.”, “Evvabin kimdir Ya Rasulullah.”, “Allah’a gidenlerdir” buyuruyorlar. Aleyhisselatü vesselam Efendimiz “Öğle namazının son iki rekâtını dört rekât kılana cehennem ateşi haram kılınmıştır” buyuruyor. Yine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim akşam namazından sonra altı rekât Evvabin namazı kılacak olur ise, anasından doğduğu gün gibi günahları af olur” buyuruyor. Abdullah Babam Evvabin namazıyla ilgili “Bütün peygamberlerin kılmış olduğu namazdır” buyururlardı.

Cennet Mekân, “Yatsı namazının son iki rekât sünnetini de dört rekât olarak kılın. Eğer böyle yapacak olur iseniz hayırlı evlatlar listesine yazılırsınız.” derdi. Şimdi yine türediler çıktılar. Üç vakit namaz vardır, falan diyorlar. Cennet Mekân’la sohbet ederken demişti ki “Oğlum bazı ihtiyarlar namaz bizden sakıt oldu. Unu eledik eleği astık, diyorlar. Bu hususta ne dersin” deyince, Efendim siz daha iyi bilirsiniz, dedim. Dedi ki mübarek: “وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ – Ölüm sana gelinceye kadar ibadet ve taatlerine devam et” (Hicr/99) diyor ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ. Sakın ha oğlum! Öğle namazı vakti girmiş olsa, sen de öğle namazının vaktini geçirmiş olsan, emri hak vaki olup ölmüş olsan, Allah o öğle namazının hesabını senden sorar, derdi.

Cennet Mekân, asla ve asla namazdan taviz verdirmezdi. Ancak şunu söylerdi: “Namazlarınız ihlas ile kılınmadığı için miraç olmuyor. Muallakta kalıyor. Onun için evladım yapmış olduğunuz zikrullahı veya kılmış olduğunuz namazları muhakkak ki başta Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) olmak üzere bütün peygamberlere ‘Silsile-i Şerife’mize muhakkak bağışlayın. Çünkü namazınızın, zikrinizin nuru alnınızda durur. Şeytan-ı aleyhillane o nuru alabilmek için uğraşır durur. Ama siz onu bağışlayacak olursanız şeytan sizden ümidini keser.”

Hala Cennet Mekân Abdullah Babam, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin Efendimizin bir gün beraber bir seyr-i sülûğundan bahsetti. Gerçi Yunus Emre “Mürşid-i kâmilin sırrını sakla. İlikten, kemikten, kandan içeru” diyor. Ama insanlığa faydası olduğu için söylüyorum. Hazreti Hasan’la Hazreti Hüseyin Efendimiz âlem-i manada baktılar ki namaz kapısında, oruç kapısında, zekat kapısında, sadaka kapısında, hac kapısında insanlar hep fevc fevc duruyorlar. Bir kapının boş olduğunu gördüler. Dediler ki “Bu kapı ne kapısıdır?”, “Burası hiçlik kapısıdır.”, “Hiçlik kapısına insan nasıl ulaşır.”, “Bütün yaptığı ameliyelerin sevabını bağışlayacak olursa o hiçlik kapısından içeri girer.” dediler. Düşünsene oğlum, derdi, Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselama gittiler, dediler ki “Ya Muhammed (aleyhissalatü vesselam) falanın oğlu falan ümmetinden falanın oğlu falan bugünkü öğle namazının sevabını Sana bağışladı derse, Allah’ın Rasulünün cevabı ne olur, derdi. Rahmet Peygamberi “Ya Rabbi ümmetimden falanın oğlu falana yedi yüz misli, yedi milyon karşılık ver Allah’ım.” der mi? Ben zannediyorum ki Rahmet Peygamberi olduğu için der Efendimiz aleyhissalatü vesselam. Öyle olunca Efendim Cennet Mekân’ın bu tavsiyesine de inşallahu Rahman uyalım da inşallah eksiklerimizi tamam etmiş olalım.

Onlar vazifesinin başında elhamdülillah. Efendi Hazretleriyle ilgili yüzlerce mesele anlatabilirdik. Kerametleriyle ilgili yaşanan olağanüstü haller ile ilgili, ancak bu kadarını yeterli görüyoruz. Şu kadarını söylüyorum: Allah’ın zikrini yapınız ve insanlara telkin ediniz. “وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى – Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirecek olursa dar bir geçim veririz.” (Tâhâ/124) Burada  “مَع۪يشَةً ضَنْكاً ifadesi sadece yemekle ekmekle alakalı değildir. Gönül darlığı meydana getirir. Hanzeb şeytanı sürekli vesvese gönderir. Hannas şeytanı sürekli görüntü gönderir ve insanı yoldan çıkartır. “اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ – Şeytan sizi fakirlikle korkutur.” (Bakara/268) diyor. Zira Kur’an-ı Kerim’de yüz otuz üç yerde şeytana dikkat edilmesi hususunda Allah’ın ikazı var. Çünkü kalbimizde havatır dediğimiz bir yön var. İlham-ı Rabbani var. Allah’tan gelen bir kapı var içimizde.”  “هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ – Allah müminin kalbine sekine indirir” (Fetih/4) diyor. Sonra “وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ” (Şems/7-8) İlham kapısı vardır. Meleklere aittir. Nefis kapısı vardır. Hevacis kapısı vardır. “إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ – Nefis şiddetli şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) Bir de visvas kapısı vardır. “مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ – Vesvese veren Hannas şeytanı ki” “الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ  Ki o, insanların kalplerine hep vesvese verir.” (Nas/4-5) diyor.

Ve Efendim Cennet Mekân, Allah’ı zikretmedikleri için toplumda korkunç intiharlar göreceksiniz derdi. Bugün antidepresan ilaçlarının sebebi Allah’ı zikretmedikleri için: “الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم – Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı zikriyle huzura erer.” (Ra’d/28) ayet-i kerimesini tanımadıkları için, diyor. Rabbim zikrinde daim kılsın inşallahu Rahman. Onlar vazifesinin başında inşallah biz gereğini yerine getirelim.

Belh diyarı; Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin doğmuş olduğu, babası Bahaeddin Veled Hazretlerinin “Sultan-ul Ulema” lakabını aldığı ve büyük büyük dedesi İbrahim bin Ethem’in tahtının ve tacının olduğu belde. Orada bir âlim zat var. Kendisi Mesnevi Şerif ile ilgili; Arapça, Farsça ve İngilizce olarak, dünyanın birçok yerinde konferanslar veren bir kardeşimiz. Mevlana Hazretlerine âşık olmuş, Kadiri, Rufai tarikatlarına gidiyor. Ama “Mevlana Hazretlerinin memleketinde Mevlevilik yok” diye gece gündüz ağlarmış bu adam. Büyük bir âlim.

Bir gece rüyasında Mevlana Hazretleri; “Konya’ya gel.” diyor. Bunlarda bir heyet halinde Konya’ya geliyorlar. Mevlana Hazretlerini ziyaret ediyor. Yarım saat falan ağlamış yanında. Sonrada yanından gülerek ayrılmış. Mevlana Hazretleri diyor ki “Evladım taa Belh diyarından geldin, hoş geldin. Şu yanımdaki duran zatın ismi Abdullah Baba’dır. Şu yanında ki duran da bizim vekilimizdir. Adı da falandır. Bizim yolumuz Abdullah Baba’nın usulleriyle devam eder. Şimdi ikamet ettiğin yere git. Orada falancanın ismini sor. Sana söyleyecekler. İstediğin orada verilecek.” diyor.

Sevinerekten ayrılıyor. Otele varıyor, otelde soruyor. Gerekli cevabı aldıktan sonra orada diyorlar ki “Evet, biz onları tanıyoruz. Mevlana Hazretlerinin arkasında Abdullah Baba Vakfı var. Şems ve Mevlana Derneği var. Orada bulunurlar.”

Heyet halinde Abdullah Baba Vakfı’na geliyorlar. Konya’da elli altmış kişinin içerisinde o âlim zat, Mevlana Hazretlerinin işaret ettiği üzere, koşaraktan varıyor. Ağlayarak sarılıyor: “Sizin adınız falan falandır. Mevlana Hazretlerinin, Abdullah Baba’nın selamı var. Bana ders verecekmişsiniz.” diyor. Garip olan da şu, o zat da onun geleceğini bir gün önce rüyasında görüyor. Ve o insana ders verildi.

Şu anda Afganistan’ın Belh şehrinde Abdullah Baba Hazretlerinin dergâhı devam ediyor elhamdülillah.

Hani diyor ya:

“Kim Ahmet seni uzaktan tanır.

Kimi yaklaşır da kör olur gider” diye.

Rabbim kör olup gidenlerden eylemesin inşallahu teâlâ.

Üstadımızın himmetinden feyzinden bereketinden ayırmasın. Devletimize, milletimize, askerimize kuvvet, kudret versin.  İnşallah-u teâlâ ahir zaman fitnelerini Üstadımızın himmet ve feyziyle aşmayı nasip ve müyesser eylesin. Rabbim hepimizden razı olsun. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun.

Esselâmu aleyküm.

Abdullah Baba Hz.lerinin 13. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.

“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” [1]

Vahdet İlinden Tenezzül Eyleyip Dünyamızı Şereflendiren, Marifet İlinin Padişahı, Yirmi Birinci Asrın Aşk Membâı Muhterem Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin ahirete irtihalinin 13. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim Üstadımızın himmetinden, feyzinden, bereketinden, hikmet denizinden bizleri ayırmasın inşallahu Rahman.

“Ahir Zaman” fitnelerinin ayyuka çıktığı bir zamanı yaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanında Müslümanlar tarifsiz ezâ ve cefâ çekiyor. İnsanlığın atası Âdem aleyhisselam döneminden beri süre gelen hak ile batıl mücadelesi, her geçen gün şiddetini arttırarak devam ediyor. Kuvvet ve kudretiyle tüm mahlûkata hükmeden Rabbimiz Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Azimüşşan’da yaşadığımız bu hadiselere ışık tutarak şöyle buyuruyor:

“İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.” [2]

Allah-ü Teâlâ imanımızdaki sadakatimizi ölçmek, bizleri sınamak ve kâinatta Allah’ın şahitleri olabilmemiz, şehitlik mertebesine erişebilmemiz adına bazı kâfirleri bize musallat eder. Bazen kâfirleri Müslümanlara galip getirir bazen de Müslümanları kâfirlere galip getirir. Dünya kurulduğundan beri bu düzen böyle devam etmiştir. Çünkü bu âlem “Dârul İmtihan”dır, “Dârul Fiten”dir. İmtihan âlemidir. Rabbim güzel sonuçlarla Kendisine varmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin.

Tabi cereyan eden hadiselerin temeline baktığımız zaman, bu hadiselerin ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bir parçası olduğunu görüyoruz.

İlm-i Ledün Sultanı Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri bu meseleyi izah ederek:

“Ehli küfrün gözü her zaman Türkiye’nin üzerindedir. Bunun sebebi; kâfirlerdeki Osman Gazilerin, Fatihlerin, Yavuzların ve Kanunilerin evlatlarının, İslâmî bir dirilişle tekrar küfür âlemine tahakküm edeceğinin korkusu ve endişesidir.” buyururlardı.

Maneviyat Güneşi Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri, Medine-i Münevvere‘de Ebu Bekir (ra) Hazretlerinin evladından mürşidi kâmil bir zatı ziyaret ediyor. O zatın, Efendim Hazretlerine hususi bir şekilde hürmette bulunması ve hizmette kusur etmemesi etrafındakilerin çok dikkatini çekiyor. Kendisine, “Efendim Abdullah Baba Hazretlerine göstermiş olduğunuz hususi hürmet ve hizmetin sebebi hikmeti nedir?” diye sormaktan kendilerini alamıyorlar.

O Mübarek kalpleri titreten şu muazzam cevabı veriyor:

“Bu meclise manevi olarak Allah’ın Resulü Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hulefâ-i Raşidin Hazretleri ile gelen bir zatın yanında oturuyorsunuz. Duasını isteyiniz.

Sonra Üstadımıza dönerek can-ı gönülden şöyle buyuruyor:

“Allah-ü Teâlâ sizleri o kadar çok seviyor ki Türkiye’yi o kadar çok seviyor ki…” 

Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri:

“Deliliniz nedir? Bizi sevdiğinin alâmeti nedir?” 

O zat da şöyle cevap verdi:

“Cenab-ı Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz Konstantiniyye’nin fethini müjdeledi. Bu müjdeye mazhar olabilmek için öyle kimseler talip oldu ki, Allah-ü Teâlâ nasip etmedi. Ancak atanız Fatih Sultan Muhammed Han Hazretlerine Rabbim lütfetti.  

Ne yazık ki Osmanlı’yı Abdülhamit Han Hazretleri döneminde uyuşturdular. Eğer Osmanlı’yı bir  aslana benzetecek olursak size bir uyuşturucu iğne vurdular. Uyuşuk bir halde idiniz. Ancak şimdi o aslanın ön ayakları kalktı. Sırada arka ayakları var. Arka ayakları da bir kalkarsa ki Allah-ü Teâlâ aslanı ayağa kaldıracak. Ümmeti Muhammed’in başına yine sizler geçeceksiniz.” Onun için Rabbim bu gayeyle o güzel günleri bizlere görmeyi nasip ve müyesser eylesin.

Osmanlı padişahlarının hepsinin başında bir mürşidi kâmil vardı. Mürşidi kâmillerin işaret ettiği şekilde hareket ettikleri için altı yüz küsur sene dünya hâkimiyetini sağladılar. Osmanlı Devleti, mürşid-i kâmillerden uzak kalmaya başlayınca da çöküş dönemi vuku bulmaya başladı. Zira Osmanlı’nın temelini maneviyat atmıştı. Bu hususta rivayet odur ki;

Ertuğrul Gazi Hazretleri, oğlu Osman Gazi ile Konya Selçuklu Sarayını ziyarete gitmişti. Bu sırada Konya’nın manevi mimarı Mevlâna Hazretlerini de ziyarete ediyorlar. Mevlâna Hazretlerinin sohbet meclisine ve zikrullah halakasına katılıyorlar. Daha on dört veya on beş yaşlarında bir delikanlı olan Osman Gazi Hazretleri ve Mevlâna Hazretleri dua ediyor. Mevlâna Hazretleri duanın arkasından şöyle buyuruyor:

“Evladım öyle bir hükümdarlık kuracaksınız ki adı Devleti Âliye’yi Osmaniye olacak. Rabbim Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri altı asır senin evladını dünyaya hâkim kılacak. Allah, devletini mübarek etsin.” 

Onun için Osmanlı Devletinin temelinde de maneviyatın himmeti ve duası vardır. Bu itibarla, maneviyat erbabının olmadığı dönemlerde hep hüzün, hep gözyaşı ve hep zulüm görülmüştür. Rabbim, Üstadımızın himmet ve feyziyle bizleri bu sıkıntılı zamanlardan selamete çıkarsın inşallahu Rahman.

Peki, günümüzde vuku bulan hadiseler böyle cereyan edip gidecek mi? Belki daha beter hadiseler yaşanacak. Ancak Allah-ü Teâlâ’nın izni inayetiyle âti (gelecek) İslam’ın, akıbet muttakilerin olacaktır.

Peki, Müslümanlar olarak bizim bu zaman dilimi içerisinde ne yapmamız gerekiyor?

Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) elinden ve eteğinden tutmamız gerekiyor. Bu ümmet ne zaman ki Hazreti Peygamber’den uzak kaldı, yolunu ve izini şaşırdı.

Günümüzde iman ettiğini söyleyen öyle zümreler türedi ki havsalalar alır gibi değil. Kimisi, “Allah’ın benim ibadet ve taatime ihtiyacı yok ki” diyor. Ötekisi, “Siz, bizim kalbimize bakın kalbimize, örtüyle, şunla bunla İslam olmaz” diyor. Bir başkası da, “Ben insanları öldürerek sevaba gireceğim, Cennete ulaşacağım” diyor. Diğer ayrılıkçılar da türlü türlü sözler söylüyor. Oysa İslam dini, “Tevhit” dinidir. Sana göre İslam, bana göre İslam olmaz. Biz, Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam nasıl iman ettiyse o şekilde iman etmek mecburiyetindeyiz. Burada keyfiyet değil, zaruret vardır. Onun içinde Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Ey Ashabım size iki şey bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı Kur’an, ikincisi Benim Sünnet-i Seniyye’mdir. Kim bunlardan bir tanesini terk edecek olur ise delalete düşer” buyurmuştur.

Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri de bu fitneciler hakkında;

“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar.” [3]

“De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” [4] buyuruyor.

Yani “Allah’ın kitabı Kur’an’a, Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnet’ine tabi olun. Eğer yüz çevirirseniz, Allah, o kâfirleri asla ve asla sevmez” buyuruyor. Öyle olunca Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam Efendimizin yoluna biz bende oluruz, kurban oluruz. Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam ve ashabı nasıl iman ettiyse biz öyle iman ederiz. Misal verecek olursak:

Ashabın ileri gelenlerinden Sıddık-i Ekber Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh):

“Ya Rasulullah! Benim şu gözümün gördüğünün hiç bir önemi, kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Ya Rasulullah! Sizin ağzınızdan çıkan, benim için elzem olan şeydir.” buyurarak Efendimiz aleyhissalatü vesselama imandaki sadakatini çok net ve veciz bir şekilde göstermiştir.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam vefat etmişti. Naaşı yıkanıp defin için hazırlanmıştı. Gönlü alev alev yanan Hazreti Ömer radıyallahu anh, Efendimizin naaşının yanına dizüstü oturmuş:

“Ya Rasulullah! Allah-ü Teâlâ; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” [5] ‘Bana iman etmek isteyen Muhammed’ime tâbi olsun’ diyerek Senin fazâil ve kemâlâtını yüceltmiştir. Ya Rasulullah! Öteki âlemde de Cehennem ehli; “Keşke Allah’a ve Resule itaat etseydik” [6] diye nedametini bildirecek. Onlar böyle söylerlerken bu Ömer nasıl ağlamasın!” diye gözyaşları döküyordu.

Onun için “Ya Rabbi! Hazreti Ebu Bekirlerin, Ömerlerin, Osmanların ve Hazreti Alilerin iman neşesine bizleri de ulaştır.” diye dua ediyoruz.

Allah-ü Teâlâ Hazretleri, Efendimize ümmetinin şu anda yaşadığı ve yaşayacağı durumları âlemi mânâda göstermişti. Ümmetinin bu çetin imtihanlarını gören Rasulullah Efendimiz mahzun olmuş, ümmet-i için endişe duymuşlardı. Burada sözü Asrımızın Mevlana’sı Üstadımız Abdullah Baba Hazretlerine bırakıyorum:

“Cibril-i Emîn, A’raf suresinden, Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardı.” [7] ayeti kerimesini getirince Efendimiz mahzun oldular, üzüldüler. Hâbir ismi ile haberdar olan Allah-ü Teâlâ dedi ki;

‘Ey Cibril Muhammed’imi mahzun kılan durum nedir?’

Cibril-i Emin Efendimize sorunca Efendimiz Allah-ü Teâlâ Hazretlerine niyaz ederek;

İlahi Ya Rabbi! Bu güne kadar iki yüz yirmi dört bin peygamberini, kullarını irşat için gönderdin. Ben ise hem bütün insanlara ve cinnilere gönderildim. Benim ümmetimin hem ömrü kısa, hem de günahkâr. Onların hali nice olur! Sen bilirsin Ya Rabbi! Gafur’ur Rahîm’sin, Ya Rabbi!” dedi.

Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ: 

“Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.” [8] ayeti kerimesini indirince Efendimiz mütebessim oldular, sevindiler.”

Cibril-i Emin şöyle devam etti: Ya Rasulullah dahası var;

“Senin ümmetinin âlimleri, Şeriat’la amel edip, Tarikat’a sülûk eden, ihlâslı, takva olan âlimlerdir ki, bunlar Senin varislerindir. Veraset-ül Enbiyadır. Bunlar beni İsrail peygamberlerinin muadilidirler.”

Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalatü vesselam daha çok sevindi. Sahabeyi kirama döndü ve dediler ki, ‘Ulemâi ümmetike enbiyâi beni İsrail: Benim ümmetimin evliyaları İsrail oğullarının peygamberleri gibidir’

Bu kutsi hadise bazen de ‘Evliyau ümmitike enbiyai beni İsrail’ şeklinde de mana veriliyor. Rabbim, o manaya ulaşmış olan zatların şefaatlerini üzerlerimizde daim kılsın inşallahu Teâlâ.

Bu ilâhi müjdeye mazhar olarak mürşid-i kamillik makamına ulaşan yani Efendimizin varisi olan zatlardan ilki Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anhdır. Hicret esnasında mağaradayken Hazreti Ebu Bekir’in telaşlandığını gören Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Mahzun olma ya Ebu Bekir! Allah bizimle beraberdir. Dilini damağına yapıştır. Allah’ı zikirde daim ol. Kalbini de kalbime rabdet ki Rabbimin füyuzat-ı rabbaniyesi gönlüne, kalbine şerha şerha insin.” buyurmuş ve ona kalb-i zikri telkin etmiştir. Efendimizin manevi terbiyesi altında Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretleri, kemâlât makamına erişince o neşe ile “Allah’ım, beni o kadar büyüt ki Cehennemi doldurayım da La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah diyen hiç kimse Cehenneme girmesin” diye dua etti.

Hazreti Ömer Efendimiz de mürşidi kâmil bir zat idi. Efendimiz aleyhissalatü vesselam, ona, dili ile nefesini tutarak vurgulu bir şekilde zikrullahı telkin etti. O mübarek nefsini terbiye edip kemâle erince Efendimiz aleyhissalatü vesselam şöyle buyurdular;

“Benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı o, Ömer olurdu.”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam harfsiz ve kelimesiz olarak zikrullahı Osman-ı Zinnureyn Hazretlerine telkinde bulundu. Hazreti Osman Efendimiz de kemâlât makamına ulaşarak Allah-ü Teâlâ Hazretlerinde fâni oldu. Böylece Rasulullah Efendimizin hakikî varisi oldu. Burada Aşk Eri Mevlana Hazretlerine müracaat ediyoruz. Mevlana Hazretleri, Hazreti Osman Efendimizin bu hususiyetini şöyle ifade ediyor:

“Hilafeti döneminde Hazreti Osman Efendimiz kürsüye çıktı. Sahabeyi kirama vaazu nasihat ediyordu. Vaaz esnasında “Elhamdülillahi Rabbil Âlemin” dedi. Sahabeyi kiram ağlamaya başladı. “Essalâtü vesselâmu alâ rasulinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn” dedi. Sahabeyi kiram hıçkırıklara boğuldu. Osman-ı Zinnureyn orada konuşamadı, kürsüden indi. Mevlana Hazretleri burada sual ediyor “Acaba orada Hazreti Osman ne konuştu da sahabe ne anladı?” ve devamında sualini cevaplayarak ve şöyle buyuruyor; “Hazreti Osman Nuru Muhammediye’yi temsil ettiği için orada Nuru Muhammediye’si ile bir göründü de sahabelerin tamamı mest-ü hayran oldu.”

İşte Efendimiz aleyhissalatü vesselamın varisi, temsilcisi olan mürşid-i kâmillerin böylesi hususiyetleri vardır.

Kendisi de mürşid-i kâmil olan Mevlana Hazretlerinin şu ifadeleri bunu daha iyi izah eder:  “Bugün Ahmet benim dünkü Ahmet değil, bugün Muhammed Mustafa’nın Nuru benim. Fakat ben Muhammed Mustafa değilim. Ben, bugün Allah’ın sıfatları ile görünen bir şahsiyetim ama haşa Allah değilim” Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, Hazreti Ali (keremallahu veche) Efendimize “7 Sahih” verdikten sonra şöyle buyurdu:

“Ya Ali! Benim yaptıklarımı yap. Şeriat Allah’ın emir ve nehiyleridir. Benim sünnetim de Allah’a vuslat kapısıdır. Kelime-i tevhidi oku, Allah’ı zikret ya Ali!”

Hazreti Ali Efendimizde kemâlât makamına Mekke-i Mükerreme’de erişti. Efendimiz aleyhissalatü vesselam Mekke’yi fethedince Kâbe-i Muazzama’nın içerisine girdiler. Elinde asası ile Hak geldi batıl zail oldu.” (İsrâ/81) ayeti kerimesini okuyor ve bütün putları yüz üstü çeviriyordu. Bir put vardı ki, Efendimiz aleyhissalatü vesselam bir türlü putu yere indiremiyordu.

Efendimiz:

“Ya Ali! Omzuma çık da şu putu indiriver.”

Hazreti Ali Efendimiz:

“Ya Rasulullah! Hayâ ederim. Siz, benim sırtıma çıkın.”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam:

“Arz Beni zor taşıyor ya Ali, sen nasıl taşıyacaksın. Ya Ali! Emir, edebin üstündedir. Omzuma çık.” buyurdu.

Hazreti Ali Efendimiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin omzuna çıktı. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın omzunda iken o büyük putu aşağıya indirdiler. Bir ara Hazreti Ali Efendimizin yüzü sarardı ve titremeye başladı. Rasulullah Efendimizde bu hali hissedince yukarıya doğru mübarek cemalini kaldırdı:

“Ne oluyor ya Ali!” dedi.

Yaşadığı muazzam hal içinde Hazreti Ali Efendimiz, “Yere bakıyorum “Kadem-i Rasulullahı” görüyorum. Karşıya bakıyorum “Cemal-i Rasulullahı” görüyorum. Yüzünüze bakıyorum “Allah’ı görüyorum ya Rasulullah” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalatü vesselam büyük bir memnuniyetle:

“Allah’tan ve Benden başka Ali’yi, Ali ile Benden başka Allah’ı bileniniz yoktur.” buyurdu.

Daha burada bahsedemediğimiz sahabeyi kiramdan birçok zat, Fenafillah makamına ulaşarak Rasulullah Efendimizin varisi olmuş, mürşidi kâmillik makamına ulaşmıştır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin tatbik ve telkin ettirmiş olduğu usuller ile nefsini terbiye ederek mürşid-i kâmillik makamına ulaşan birçok zat vardır. Selman-ı Farisiler, Hasan-ı Basriler, Sırrî-i Sekatiler, Cüneyd-i Bağdâdîler, Abdülkadir-i Geylaniler, Rufailer, Bedeviler, Dussukiler, Mevlanalar, Abdullah Babalar, Kuddusi Babalar… Bunların hepsi mürşidi kâmillik zincirinin müstesna halkalarıdır.

Özellikle dikkat edin; çaycıdan, çorbacıdan, dalkavuklardan bahsetmiyorum. Allah’ın sıfatlarında fani olmuş, sîretine ve suretine şeytanın giremeyeceği, Rasulullah Efendimizin hakîkî varisi olan zatlardan bahsediyorum.

Mürşid-i kâmiller, insanları nefsin ve şeytanın esaretinden kurtararak kâmil imana eriştirmek, kâmil insan yapmak için manevi olarak vazifelendirilmiştir. Onlar, Efendimiz aleyhissalatü vesselama varis olmuş şahsiyetlerdir.

Günümüzde bazı profesörlerden; (Allah muhafaza) “Allah ile kulun arasına kimse giremez” gibi söylemler işitiyoruz. Eğer hakikat böyle olmuş olsaydı, Allah, Kuran-ı Azimüşşan’ı kulunun kalbine indirmekten aciz miydi? Niye Muhammed-ül Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi bizim önümüze rehber koydu? Neden “Muhammed’im size neyi veriyorsa onu alın, neden sakındırıyorsa ondan da kaçınınız.” [9] diye emretti? Allah bize şah damarımızdan yakın değil mi? Tabi ki yakın. Öyle olmasa Allah olur mu? Ama ne acıdır ki kul Allah’a uzak… Bakınız, bu âlem vesileler âlemidir. “Siz vesileye yapışınız” buyuruyor Cenab-ı Hak. Hastalandığımız zaman doktora gidiyoruz. “Şâfi” olan Allah-ü Teâlâ değil mi? Biliyoruz ki o doktor, Allah’ın yaratmış olduğu şifa sıfatını okumuştur, kendini geliştirmiştir ve Allah’ın “Şâfi” ismine mazhar olmuştur. İşte Allah’ın evliyaları da Allah’ın veli isminin mazharı olan şahıslardır.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, “Fatiha’yı Şerife’siz namaz olmaz” buyuruyor.

Namazda Fatiha’yı Şerife’yi okurken:

“Allah’ım, bizi doğru yola ilet. Allah’ım doğru yola ulaştırdığın in’âm ve ihsan ettiğin kulların yok mu? Onların yoluna ulaştır.” diyoruz.

Peki, Allah’ın in’âm ettiği, ihsan ettiği kulları kimler;

“Kim Allah’a ve Resulüne tabi olursa Allah’ın in’âm ve ihsan ettiği kullarıyla beraber olur.”

Kim onlar? 

“Onlar peygamberler, şehitler, salihler ve sadıklardır. Onlar ne güzel yoldaştır ne güzel arkadaştır.” [10] buyuruyor.

Onun için, Üstadımızın yolundan ve izinden göz açıp kapayıncaya kadar bizi ayırma Allah’ım.

Mezhep sahibi, emsalsiz alim İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri hangi ilmi eksik bıraktı da “Cafer-i Sadık Hazretlerine varmasaydım hüsrandaydım” dedi.

İmam-ı Şâfi Hazretleri, İmam-ı Ahmet Bin Hanbelî Hazretleri ikisi de mezhep sahibi olmalarına rağmen, çoban olan Şeyban-ı Râî Hazretlerinin dizinin dibine oturup da neyi tahsil ettiler? İlmi olmayan Şeyban-ı Râî’den ne aldılar?

Öteki taraftan Ümmü Sinan Hazretleri, adı üzerinde ‘ümmî’ ilmi olmayan zât demektir. Dönemin dev âlimi Niyazı Mısrî Hazretleri, ilmini bir tarafa bırakıp Ümmü Sinan Hazretlerine müntesip oldu da neyi tahsil etti?

Niyazı Mısrî Hazretlerinin mısraları versin cevabı:

“Savm u salat hac ile,

Sanma zahit biter işin.

İnsan-ı kâmil olmaya,

Lazım gelen irfan imiş.”

 

Yani “Siz Kur’an ilmini bir hocadan, hadis ilmini bir muhaddisten, İslam hukukunu bir fakihten öğrenebilirsiniz. Ama insan-ı kâmil olabilmeyi ancak bir “Mürşidi Kâmil”den tahsil edebilirsiniz.”

Onun için Aşk Eri Mevlana’mız yüzyıllar ötesinden yeryüzünü titreten şu ifadelerle gönüllerimize seslenir:

“Ey Allah’ı arayan kişi! Allah’ı yırtık kitaplarda, tozlu raflarda bulamazsın. Allah’ı bulmak istiyorsan; “Dağlara, taşlara, engin denizlere sığmam. Mü’min kulumun kalbine sığarım.” dediği, gönlü nazargâhı ilâhî kıldığı bir mürşidi kâmilin gönlünde ara.”

Ya Rabbi! Cennet Mekân Üstadımızın yolunda ayağımızı sabit kıl.

Maalesef, mürşidi kâmil olan zatların, evliyaullahın varlığını inkâr için öyle çok çalışıyorlar ki… Toplumumuzu mürşid-i kâmillerden, evliyaullahtan, onların sevgi ve muhabbetinden uzak tutmak için büyük gayret sarf ediyorlar. Çünkü bunlar bizim manevi dinamiklerimizdir. Toplumumuzun, ülkemizin bu manevi dinamikleri yavaş yavaş ayağa kalktığı için kâfirde ayağa kalkıyor, “Osmanlı ruhu tekrar geliyor?” diye telaşa kapılıyor.

Ecdadımız öyle değil miydi? Şeyh Edebali Hazretlerinin himmet ve feyzi altında Osman Gazi Hazretleri yürümedi mi? Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri, Akşemseddinlerin manevi terbiyesinde yürümedi mi? Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerinin vb… Bütün Osmanlı Sultanları bu manevi dinamiklerle yetiştiler ve hareket ettiler.

Ülkemizde de elhamdülillah bu diriliş muştusu ortaya çıktığı için kâfirin tâ orada dizleri titremeye başladı. Sebep nedir biliyor musunuz? Şöyle ifade edelim:

Cenab-ı Peygamber aleyhissalatü vesselam Hazretlerine verilip diğer peygamberlere verilmeyen beş husus vardır. Efendimiz bunlardan birini şöyle ifade ediyor:

“Eğer (kâfirler) ümmetimde bir uyanış bir hareket görecek olursa; Benim imanımın, Benim ümmetimin imanının korkusunu dünyanın öteki ucundan hissederler” Onun için şu anda Batı’da Osmanlı’nın tekrar ayağa kalkması endişesi ve korkusu vardır. Rabbim inşallahu Rahman; “Hansların, Conilerin acziyet içerisinde kalıp bize sığındıkları günü göstersin.” diye dua ediyoruz.

Söz “Mürşidi Kâmil”di ya bu hususta geçen haftalarda Konya’da irad edilen bir hutbeye reddiye olsun diye, bir iki söz söylemek istiyorum. Hutbede özetle, “Hazreti Peygamber’den başka kimse sahih rüya göremez. Gaybı Allah’tan gayrı kimse bilmez. Keramet yok.” gibi sözler sarf ettiler. Şöyle ki, “Gaybı Allah’tan gayrı kimse bilemez, amenna ve saddakna” ayeti kerimede:

Allah’tan gayrı gaybı kimse bilmez, Allah’ta gaybını kimseye bildirmez” [11] buyuruyor. Ayetin devamında:

Ancak razı olduğu resul müstesna” [12]

Dikkat ediniz burada “resul”den kast olunan “peygamber” değildir. Resul genel bir ifadedir. Çünkü ayeti kerimede Rabbimiz:

“Allah, meleklerden ve insanlardan resuller seçer” [13] buyurmuştur.

Hepimiz Yasin-i Şerif’i okuyoruz. Yasin-i Şerif’in ikinci sayfasında Allah-ü Teâlâ Hazretleri:

“Onlara  ashab-ı karyeden şehir halkından misal ver. Biz onlara mürsel gönderdik iki kişiyi gönderdik” [14] buyurmuştur. O iki kişi İsa aleyhisselamın havarilerindendir. Buradan anlıyoruz ki resul kelimesi, sadece peygamber manasına gelmiyormuş. Dolayısıyla hiç şüphesiz Allah-ü Teâlâ razı olduğu kullarına gaybı bildirir. Ehlisünnet vel Cemaat’in bu husustaki anlayışı şudur:

Gaybı Allah bilir. Dilerse Allah kuluna bildirir. Efendimiz aleyhissalatü vesselam buyuruyorlar ki; “Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi.” (Yani, hadiselerden haber veren keşif keramet sahibi insanlar vardı.) “Ömer de O kimselerdendir” [15]

Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri ile Konya’da bir meclisteydik. Zikrullah yapıldı. Cennet Mekân zikrullahtan sonra müsaade etti. Bazı arkadaşlar yanında kaldık. Otururken bir sessizlik oldu. Cennet Mekân Abdullah Baba’m döndü dedi ki.

“Oğlum şu Müslümanlara eziyet eden Raşit Dostum yok mu? Afganistan’da şu anda karargâhını bombaladılar.” Biraz durdu, “Öldü diyecekler ama o ölmedi. Türkiye’ye getirip burada tedavi edecekler.” dedi.

Tabi Efendimin zaman zaman bu tür çıkışları olurdu. Eve geldik, televizyonu açtık. İlgili bir haber göremedik. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra tekrar haberlere baktığımızda “Raşit Dostum öldü” diye alt yazı geçti. Efendim dedi ki “Oğlum böyle diyorlar ama değil” O gün akşam oldu. “Raşit Dostum’u Katar Hastanesine getirdiler” diye, haberleri dinledik.

Şunun ısrarla altını çiziyorum; Konya neresi, Kabil neresi, mezarı şerif neresi. Bu hadiseler vuku bulurken biz, Cennet Mekân Abdullah Baba’mla Konya’da herhangi bir evde oturuyorduk. Demek ki Allah-ü Teâlâ dostlarına bildirdiği zaman evliyaullah da bilir. Ne diyordu Rabbimiz: 

“Kulumu sevdiğim zaman, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O, Benimle görür. Benimle işitir. Benimle tutar. Benimle yürür. Bana sığınırsa onu himaye ederim. Benden bir şey isterse kendisine veririm.” [16] Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallahu Rahman.

Rüya haktır kardeşlerim. Peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Vahiy yirmi üç yılda geldi. Yirmi üç yılı kırk altıya böldüğünüz zaman altı ay ortaya çıkar. Vahyi ilâhî Efendimize altı ay rüya yoluyla geldi.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Benden sonra mübeşşirat kapısı açıktır, Nübüvvet kapısı kapalıdır.” buyuruyor.

Sahabe:

“Nedir Ya Rasulullah mübeşşirat kapısı?” dediklerinde.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ümmetimin görmüş olduğu sahih rüyalardır” buyuruyor.

Rüyayı Allah-ü Teâlâ dilediğine gösterir. Allah’ın gayrısında kimse rüya gösteremez. Rabbimiz Kur’an-ı Azimüşşan’da rüyadan bize şöyle haber veriyor:

Firavun dedi ki Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum.” [17]

Kim gördü bunu? Firavun gördü. (Firavun eski Mısır’da hem kraldır hem de ilah olduğuna inanılan kişi demektir.) Firavunun rüyası doğru çıktı mı? Allah-ü Teâlâ, Yusuf aleyhisselama rüyanın tabirini yaptırdı. Yedi yıl bolluk, yedi yıl da darlık olduğunu gördü de firavun iman etti. İsmi de “Akineton” oldu. Akineton, Allah’a inanan kimse demektir.

Unutmayınız! Allah, kevni ayetlerini göstermek için kâfir bile olsa rüyayı sahîhâ gösterir. Allah-ü Teâlâ dilediğini dilediğine gösterir. Bundan acziyet duymaz. Zira her şey Allah’ın elindedir.

Kanser hastası olan kardeşlerimizden biri bir rüya görmüştü. Rüyasını şöyle anlattı:

“Beni uzun bir eleğin üzerine yatırdılar. Başta Abdullah Baba’m olmak üzere Geylani Hazretleri, Rufai Hazretleri, Mevlana Hazretleri de dâhil bütün piranlar vardı. Beni o eleğin üzerinden bastırıyorlardı. Eleğin altına etlerimin kıyması çıkıyordu. Çıkan kıymalar aşağıda tekrar bütünleşiyordu. Bütünleşenleri tekrar eleğin üzerine koyuyorlardı. Bu şekilde ezâ ve cefâ çekiyordum. Sabah kalktığımda yatağımın içerisi terden su olmuştu.”

Bu rüyayı Abdullah Baba’ma anlattığımda Asrımızın Maneviyat Sultanı Cennet Mekân buyurdular ki:

“Oğlum, ahirete günahsız gitsin diye, Allah-ü Teâlâ günahlarını ruhuna azap olarak çektirmiş. Şimdi selamete çıkmış inşallah.”

Demek ki insan rüyada imtihan da oluyormuş. Cennet Mekân Abdullah Baba’m bu hususa büyük ihtimam gösterir, dikkat çeker ve:

“Allah, kaderinize tahakkuk etmiş bir bela ve musibet varsa rüyanızda geçirsin evladım” diye dua ederdi. Rabbim şefaatine nail kılsın inşallahu Rahman.

Keramet haktır. Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri, ikram ve iltifat olarak sevdiği kullarına bu şekilde olağanüstü halleri gösterir.

Keramet hususunda Cennet Mekân Abdullah Baba’m şöyle buyururdu:

“Hiçbir peygamber hiçbir evliya, şu iki şeyi yapamaz: Bir topraktan âdemi meydana getirip canlandıramaz. İkincisi babasız bir insanı meydana getiremez.”

Bazılarınızın aklına takılabilir; İsa aleyhisselam çamurdan kuş yaptı, uçurdu diye. Kuşlarda yani hayvanlarda ruh olmaz, onlarda can olur. Ben ruhtan bahsediyorum. Ayet-i kerimede Rabbimiz ruhla ilgili Ruhtan sorarlar. De ki: Rabbimin katında bir ilimdir. Ruh başka bir şeydir. Allah’ın ilahi nevhâsıdır.” [18] buyurmuştur.

Keramete dönecek olursak şüphesiz Rabbimiz evliyasına olağanüstü haller verebilir. Sahabeyi Kiram Efendilerimizden örnek verecek olursak:

Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anh hutbe irad ederken bir ara durdu. Müseylemetül Kezzap isimli sahte peygamberin, Müslimi Havlânî radıyallahu anh Hazretlerini esir aldığını gördü. Müseylemetül Kezzap “İslam dininden dön, dönmezsen seni ateşe atacağım.” diyordu.  Müslimi Havlânî Hazretleri de iman şahikası şu sözlerle cevap veriyordu; “Lâ ilâhe illallâhül melikül hakkul mübîn Muhammedün rasulullâhi sâdikul vâdiul emîn. Asla davamdan dönmem. At beni ateşin içine” Müslimi Havlânî Hazretlerini ateşin içerisine attıklarında Ebu Bekir Efendimiz, sahabeyi kirama dönüp diyor ki, “Elhamdülillah, İbrahim aleyhisselamı ateşin yakmadığı gibi ümmeti Muhammet’ten de ateşin yakmadığı kimseler var. Müslimi Havlânî ikindin buraya gelecek. O kardeşimizi karşılamak için hazır olunuz.”

Hazreti Ebu Bekir Efendimiz arada üç dört günlük yol mesafesi olmasına rağmen hadiseyi sanki canlı yayın seyreder gibi seyrediyor…

Hazreti Ömer Efendimizde de benzer bir hadise vuku buluyor. Kürsüde vaaz ettiği sırada bir anda perde açılıyor. Nihavent’te İslam ordularının başındaki Sare isimli İslam kumandanının zorda olduğunu görüyor: “Ey Sare! Cebele cebele! İslam düşmanları, arkandan geliyor. Dikkatli ol.” diye ikaz ediyor.

Bunlar hep Allah’ın ikram ve iltifatıdır. Çünkü bunlar, Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselamın mucizesi olarak onlara geçmiştir.

Bir defasında Efendimiz aleyhissalatü vesselam oturuyorlar. Bu sırada İslam ordusu savaşta, Hazreti Ali Efendimiz de orduda. Efendimiz savaş meydanını müşahede ediyor. Bir anda Efendimizin yüzünün rengi değişiyor. “Ya Ali! Arkana bak, arkana” diyor. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın yüzü tekrar mütebessim… Sohbetine devam ediyor. İki ay sonra Hazreti Ali savaştan dönünce soruyorlar; “Ya Ali! Yaşadığın en garip hadise nedir?” O da diyor ki; “Vallahi düşmandan o kadar yorulmuştuk ki bir kenara geçtim, oturuyordum. Tam uyumak üzereydim ki Allah’ın Rasulünün sesini duydum. “Ya Ali! Arkana bak” dedi. Hemen kalktım. Arkama baktığımda düşman askerini gördüm ve hemen onu bertaraf ettim.” Allah’ım şefaatlerine nail kılsın inşallahu Rahman.

Konyalı kardeşlerimizden birisi bundan dört yıl önce babasına diyor ki; “Baba, Üstadım Abdullah Efendi Hazretlerini anma programına gidiyoruz. Senide götüreyim, türbesini bir ziyaret et. Himmetinden, feyzinden istifade edersin.”

Babası da “Tamam oğlum” diyor. Beraber geliyorlar. Babası, Efendimi ziyaret ediyor. Nevşehir’den tekrar Konya’ya dönüyorlar. Kardeşimizin babası bir müddet sonra hastalanıyor. Doktorlar müdahale etseler de ellerinden bir şey gelmiyor…

Kardeşimizin babasının ağrıları git gide artıyor. Bununla birlikte büyük bir korku ve endişe oluşmaya başlıyor. Kardeşimiz diyor ki “Sabahleyin kapıyı açtım. Babamın yanına girdiğimde, babamın gayet mutlu ve neşeli olduğunu gördüm. Baba “Hani senin ağrıların ne oldu?” dedim. Babam da, gel oğlum gel, sana bir şey anlatacağım:

“Bugün sabah ezanı Muhammediye okunurken Üstadın Abdullah Efendi yok mu? Kapıyı açtı. İçeriye girdi. Selam verdi. Elini karnıma koydu. ‘Evladım, sen Bizi ta oralara gelip ziyaret edersin de Biz seni böyle sıkıntılı anında yalnız bırakır mıyız? Hem endişe etme. Öğleden sonrada senin emanetini alıp götüreceğiz’ dedi. Oğlum ne ağrım kaldı. Ne korkum kaldı.” Oğlu da bunu telefona kaydetmiş. Aynen dediği gibi öğleden sonrada ahirete irtihal etti ve cenaze namazına katıldık.

Ben, bir “Mürşid-i Kâmil”den, Kaldırım Mezarlığında yattığını zannettiğiniz bir “Mürşid-i Kâmil”den bahsediyorum. Asıl kör olan, asıl ölü olanlar bu hakikatleri görmeyenlerdir. Onun için kardeşlerime diyorum ki maddi manevi her sıkıntınızda, “Himmet Üstadım” deyiniz. Size kimse şirktir falanda diyemez. Zira Allah’ın dostları ölü değildir. Onların ruhaniyetleri daima hazır ve nazırdır. Rabbimiz: 

Senin Rabbinin askerlerini ancak senin Rabbin bilir.” [19] buyurmuştur.

İbni Kesir Tefsirine de bakabilirsiniz. Bu hadiseyi Hazreti Ali (kvc) Hazretleri rivayet ediyor:

Hazreti Peygamberi defnettik. Aradan üç gün geçmişti. Arabî bir delikanlı geldi. Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselamın kabrinin üzerine yattı. Gözyaşları içinde:

“Ya Rasulullah! Rabbim, Nisa suresinde,

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.” [20] buyuruyor. Gördüm ki Sen topraklar altında yatıyorsun. Benim bu günahlarım ne olacak Ya Rasulullah.” dedi.

O delikanlı ağladı ağladı, gitti. Kapıdan çıkmak üzereydi ki Cenabı Peygamber aleyhissalatü vesselam karşıma dikiliverdi. Dedi ki:

“Ya Ali! O delikanlıya söyle, Biz ölü değiliz. Anasından doğduğu gün gibi günahlarını Allah affetti.”

Onun için ayeti kerimede:

“Biliniz ki O Allah’ın Rasulü sizin aranızdadır” [21] buyuruyor.

Onun için kişilerin bedenleri şu gördüğümüz mülk âleminden çekilir. Ancak âlemi ervahta sürekli hazır ve nazır olur.

Nerde olursa olsun Abdullah Baba’mdan istimdat isteyiniz, himmet dediğiniz zaman gelir. Abdestsiz olduğunuz zaman biraz yavaş olur. Ancak üç İhlas bir Fatiha’yı Şerife’yle himmet dilerseniz anında gelir.

“Efendim, çok acil bir durumum olduğu zaman ne yapayım?” diye sormuştum.

Cennet Mekân:

“Ya Muin Dahilek Abdullah Baba, dersen oğlum Bizim tellallarımız var. Allah’ın izni inayeti ile sözün bitmeden yanında olurlar” buyurmuştu.

Bir de atamız, dedemiz Fatih Hazretlerinden de şu nükteyi yapayım sohbeti sonlandıracağım.

Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri:

“Büyük sıkıntılar içerisinde kuşatmayı bir türlü fethe dönüştüremiyordum. Bunun endişesi içerisindeydim. Bir ara dedim ki “Ya Rabbi! Senin Ricalül Gayb Erenlerin nerede?” Sonra da “Ey zamanın kutbu olan şahıs! Neredesin? Yetiş de bize imdat et” dedim. “Karşımda beyaz at üzerinde nurânî bir zatı gördüm. Bizimi çağırdın sultanım” dedi. “Siz kimsiniz?” diye sordum. “Benim adım Ubeydullah Ahrar” dedi” (O dönemde zamanın kutbu Ubeydullah Ahrar Hazretleriymiş.) “Efendim ben bir ordu çağırmıştım, maneviyat ordusunu… Tek başınıza mı geldiniz?” dedim. “Atından indi. Cübbesini bir açtı ki arkasında Bedir’in Aslanları dahi saf saf olmuş İslam orduları vardı.”

Biz Çanakkale’de de, Kıbrıs Harbi’nde de, ölülerimizle beraber bu vatan topraklarını müdafaa eden bir topluluğuz. Rabbim akıbetimizi bu neşe üzere daim kılsın inşallah-ü Teâlâ.

Rabbim Abdullah Baba’mın himmetinden, feyzinden, bereketinden bizleri göz açıp kapayıncaya kadar ayırmasın.

Allah hepinizden razı olsun. Haklarınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah.

[1] (Ankebut/2)

[2] (Âl-i İmran/140)

[3] (Bakara/137)

[4] (Âl-i İmran/32)

[5] (Nisâ/80)

[6]  (Ahzab/66)

[7] (A’râf/159)

[8] (A’râf/181)

[9] (Haşr/7)

[10] (Nisa/69)

[11] (Cin/26)

[12] (Cin/27)

[13] (Hac/75)

[14] (Yasin/13)

[15] (Tirmizi)

[16] (Buhari, Ibnu Mace) 

[17] (Yusuf/43)

[18] (İsrâ/85)

[19] (Müddessir/31)

[20] (Nisa/64)

[21] (Hucurat/7)

Abdullah Baba Hz.lerinin 12. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Muhterem kardeşlerim;

Bugün, Allah dostu, peygamber varisi, yolumuzu aydınlatan, muhterem üstadımız Hâdim-ül Fukara Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretlerinin âhirete irtihalinin on ikinci yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim Üstadımızın himmetinden, feyzinden, bereketinden, nurundan nasiplenen kullarından eylesin.

Varlığın vücudu sebebi, insanın bu âleme gelmesi, insanın vücudu sebebi de Allah’ı bilmesi ve Onun rızasını kazanmasıdır. İnsanın Allah’ı bilmesi, nerden gelip nereye gittiğini; niçin, neden ve nasıl yaratıldığını, kısaca nefsini bilmesi ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) “Men arafe nefse hû fegat arafe Rabbeh: Kim nefsini bilirse Rabbini bilir.” buyurmuşlardır. Onun için insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri bizim varlığımızı bize şöyle beyan buyuruyor.

“Andolsun ki Biz insanı topraktan süzülmüş bir damla nutfeden yarattık. Sonra o bir damlacık suyu sağlam bir karargâhta ana rahmine yerleştirdik. Sonra Biz o nutfeyi bir alakaya bir yapışkan et haline çevirdik. Sonra onu bir çiğnem et haline çevirdik. Sonra o hücreler topluluğunun içerisine kemikler yerleştirdik. Sonra o kemiklerin üzerine de kaslar yerleştirdik. Öyle ki insanı bambaşka bir varlık olarak ortaya çıkartan Allah yaratanların en güzelidir. Onun şanı ne yücedir.” (Müminun/13-14)

İşte bu, insan denilen varlığın biyolojik yani dış kalıbıdır. Rabbimiz bize bunu haber veriyor ve sonra buyuruyor ki:

“Onun şeklini tamamladığımda ona ruh nefyettim” (Secde/9)

Rabbimiz Zülcelal Hazretleri bakın insanoğlunun yaratılışını merhale merhale bize beyan buyuruyor. İnsanın bu hakikatini bilmeden Allah’ı ve Rasulünü bilmesi mümkün değildir.

Öyle olunca ruhun nasıl nefyedildiği hususunda da Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerine müracaat ediyoruz. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam buyuruyorlar ki,

“Anne rahmine atılan bir damla nutfe kırk gün gibi bir zaman içerisinde evrilir alakaya çevrilir. Sonra kırk gün içerisinde o alakadan döner mudga haline gelir. Sonra da o artık insanî surete bürünmeye başlar. Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri görevli bir melek vasıtasıyla ilahi bir emirle o ruhu alır anne karnındaki cenine “Ve nefahtu fîhi mir-rûh: Ruh nefyettik.” ayeti kerimesinin fehvasınca o ruhu o anne karnındaki cenine lütfeder.

Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri sonra onunla birlikte insanın ömrünü, ecelini, rızkını, sait mi-şaki mi olduğunu da ilahi bir program olarak (kader programı olarak) o insanın üzerine yükler.”

O olgunluk devresini bitirdikten sonra sevki ilahi gelir ve anne rahminden yeryüzüne düşer.”

Yeryüzüne düştüğü vakit ilk esma “Hay” esmasıdır. Ölürken de “Hu” esması ile çıkışını yapar. İnsan sadece dünya hayatını devam ettirmeye gelen bir varlık değildir. Gelmesi ve gitmesi mukadder olan bir varlıktır ki:

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ

 “İnsan başıboş bir halde bırakılacağını mı zannetti?” (Kıyamet/36) diyor Rabbimiz. Öyleyse insan sınırlı ve sorumlu bir varlıktır.

Peki, insanın bu âlemdeki varlığının amaç ve gayesi nedir?

Rabbimiz Zülcelâl Hazretleri:

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ ۙ

“Hanginizin hayırlı işler yapacağını sınama adına ölümü ve hayatı yarattık.” (Mülk/2) diyor.

Rabbim “Dar-ül Fiten, Dar-ül İmtihan” denilen bu âlemden kolay çıkışlar nasip ve müyesser eylesin.

İlk peygamber Hazreti Adem Safiyullah ki Allah-u Zülcelâl Hazretleri varlığını ve birliğini, emir ve nehiyler mecmuasının cümlesini Adem Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri ile birlikte bildirmeye başlamıştır. Yüz yirmi dört bin enbiyanın vazifesi de bu olmuştur. Peygamberlerin aralarında da o peygamberlere varis olan zâtlar göndermiştir, mürşidi kâmiller göndermiştir.

Rabbimiz bize şöyle haber veriyor:

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ           

“Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.” (A’raf/159)

İşte insanlığın medarı iftiharı peygamberlerin hatemi ve seyyidi olan Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam, bu peygamberlerin sonuncusu olarak ahir zaman ümmetine yani bizlere Allah-u Zülcelal Hazretlerinin lütfu olarak gönderilmiştir. Bizi, Efendimizin bu varlığıyla ve Ona ümmet olma şerefiyle şereflendiren Rabbimize hamdü senalar ediyoruz.

Rabbimiz buyuruyorlar ki:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ

“İçinizden size ayetlerimi okuyan, sizleri tertemiz kılan, kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah mü’minlere büyük bir ihsanda bulunmuştur.” (Âl-i İmrân/164)

Onun için Rabbimize hamdü senalar ediyoruz. Yolundan izinden ayırma Allah’ım diye dua ediyoruz.

Ama maalesef gerek Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın şahsında, gerekse Onun varisleri ve Allah dostları hususunda bir proje başlattılar ki peygambersiz bir İslam anlayışı, hadislerin olmadığı… Öyle diyorlar ya “gönderilene değil indirilene bakınız!” Yani gönderilen Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselam indirilen de Kur’an-ı Azimüşşan… “Siz Kur’an’a bakın. Çünkü o da bir beşerdir.”  Üstadımız Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri bu sözün karşılığında; “Zerreden kürreye kadar âlemin her zerresine nurunu, o âlemin varlık sebebi olarak ortaya koyan, ortaya konulan bir peygamberi siz nasıl sıradan bir beşerle aynı kefeye koyarsınız” diye hayıflanırdı. “Evet, O da bir beşerdir ancak, Hayr-ul Beşer.” derdi Cennet Mekân. Onun için biz Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselamın izinde, yolunda, ayağının tozunda şeref bulan bir ümmetiz elhamdülillah.

Hani diyorlar ya Onun sözleri de bir beşer olduğu için haşa pek itibar edilecek sözler değildir. Bu hadislere falan da itibar etmeyin diyorlar ya; Rabbimiz ayeti kerime de şöyle buyuruyor:

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

“Muhammedim (sallallahu aleyhi ve sellem) hevâ ve hevesi ile konuşmaz. (Bakın, orada okumaz falan demiyor, konuşmaz) O ne konuşuyorsa Bizim bildirdiklerimizdendir.” (Necm/3-4)

Nasıl olur! Bir vahyi ilahinin olduğu gibi geldiği hal vardır ki Efendimiz asla müdahale etmez, buna “Vahyi Metlü” denir. Bir de Allah’ın özel olarak Efendimize bildirmiş olduğu hususiyetler vardır ki bunlarda “Gayri Metlü” olarak değerlendirilir. Bunlar teknik mevzulardır. Ama Hazreti Peygamber Aleyhissalatü Vesselam, hevâ ve hevesi ile konuşmaz. Evet, onların dediği gibi indirilene bakıyoruz yani Kur’an’a bakıyoruz.

Rabbimiz diyor ki;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ

“Ey iman edenler! Bana tabi olun, Muhammed’ime (sallallahu aleyhi ve sellem) de tabi olun.” (Nisa/59)

Nasıl tâbi olacağız Efendimiz Aleyhissalatü Vesselama? Yine Kur’an cevabını veriyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

“Andolsun ki o Muhammed’imde sizin için çok güzel örnekler vardır.” (Ahzâb/21)

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ

“O Muhammed’im size neyi veriyorsa alın, neden sakındırıyorsa da kaçın” (Haşr/7) diyor.

Bunun gibi nice ayetler nice ayetler onların bu sözlerini boşa çıkartıyor. Ama biz o ayete böyle mana vermiyoruz, diyorlar.

Efendimizde, sahabeyi kiramda ve bu yolun büyükleri de bize böyle buraya kadar ulaştırıyorlar. Oraya çeksen de buraya çeksen de mana değişmiyor. O zaman diyoruz ki yine Kur’an’ın ifadesiyle:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ

“Hevâ ve hevesini ilah edineni görmedin mi?” (Furkan/43)

Yaa! Rabbim yolundan ayırma…

Kur’an, hakikatin harfe ve söze bürünmüş halidir; Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam da ete kemiğe bürünmüş halidir. Onun içindir ki Ayşe Annemiz radıyallahu anha buyuruyorlar ki, “Hazreti Peygamberin hali, durumu, ahlakı, edebi, adabı Kur’an’ın kendisiydi. Eğer siz Kur’an’a bakmak istiyorsanız Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselama bakın”

Cennet Mekân Abdullah Babam öyle derdi: “Biz Allah’ın Rasülünün sahih hadislerini de, sahih değildir diye şüpheyle bakılan hadislerini de kabul ederiz. Çünkü ona edepsiz bir hale düşmekten Allah’a sığınırız.”

Evet…

Yani ben Allah’ı bulayım, Allah’ı seveyim, Allah da beni sevsin, hakikate ereyim diyorsa bir insan; illaki Hazreti Peygamber Aleyhisselatü Vesselama uğrayacak. Hani Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, “Âyinedir bu âlem her şeyi Hak ile kaim, Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.” buyuruyorlar ya; kâinatta zerreden küreye ne varsa hepsi Allah-u Zülcelal ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ile varlığını devam ettirir. Ama Allah’ı bulmak ve bilmek isteyen Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın aynasına yani O bir mü’min, mü’min mü’minin aynası, onun haliyle hâllenmeden Allah’ı bilmeniz bulmanız mümkün değildir, diyor. Sözü uzatmak istemiyorum. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “O Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselamın fazâil ve kemâlâtını şerh etmeye çalışsam, nice kıyametler koparda o güzelin güzelliğini vasf etmeye zaman yetmez.”

Gelelim Allah’ın dostlarını sevme hususuna, Hazreti Musa Kelimullah’a Rabbimiz soruyor;

“Ya Musa! Benim için ne yaptın?”

Musa Aleyhisselam:

“Ya Rabbi oruç tuttum, zekât verdim, namaz kıldım vs. vs.”

Rabbimiz:

“Ya Musa, senin kul olman için bunlar elzem olan şeylerdir. Benim için ne yaptın, ya Musa!”

Musa Aleyhisselam sükût ediyor. Ve Rabbimiz diyor ki,

“Ya Musa! Benim dostlarımı dost düşmanımı da düşman bildin mi ya Musa?”

 Onun için biz Allah için “Hubbi Fillah, Bûğd-i Fillah” diyoruz; Allah için severiz Allah için de Allah’ın düşmanlarına buğz ederiz. Bu bizim İslam’ımızın şiarındandır, alametlerindendir. Onun için biz Allah’ın dostlarını severiz. Eğer kastettiğiniz Hazreti Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar ve Hazreti Aliler, sahabeyi kiram hazeratı, mezhep imamları, Davudi Tâîler, Maruf el-Kerhiler, Geylaniler, Rufailer ve Bedeviler eğer bunlarsa biz bunların hepsini aşk ve muhabbetle seviyoruz. Çünkü onları sevmek izzettir.

وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ

“İzzet Allah’a aittir, peygamberine aittir, onun dostlarına onları tanıyanlara aittir.” (Münafîkun/8) diyor.

İzzetin zıttı, zillettir. Öyle olunca Allah’ım bizi zelillerden eyleme…

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ

“Kim Allah’a ve Rasulüne tabi olursa, Allah’ın kendilerine in’am ve ihsanda bulunmuş olduğu peygamberlerle, şehitlerle, sıddıklarla, salihlerle birlikte olur. Onlar ne güzel arkadaşlardır.” (Nisa/69) diyor Rabbimiz.

Rabbim bizi yollarından ayırma…

İmam-ı Rabbani Hazretleri, kendisi bir mürşidi kâmildir. Şöyle bir hadise anlatıyor, diyor ki; “Manevi evlatlarımızdan birinin yakın bir akrabası vardı, hastaydı. Onun ziyaretine gittik. Sekerat halindeydi. (Mürşidi kâmiller son nefeste, kabirde, haşırda, mizanda ve sıratta beş yerde şefaat etmeye yetkilidir. Biraz sonra değineceğim. Allah-u Teâlâ Zülcelal Hazretlerinin emri ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerinin nuruyla buna yetkili kılınırlar.) İmam’ı Rabbani Hazretleri diyor ki, “O sekerat olan hastanın kalbine bir nazar ettim; baktım ki kalbindeki zulmaniyet göndermiş olduğum o nur ile gitmedi. Bir daha teveccüh ettim, nazar ettim yine gitmedi ve bana gayıptan şöyle ilham oldu: “Ey imam! Sen istediğin kadar nazar edebilirsin ancak o zulmaniyet çıkmaz. Zira Allah’ın safında olmayanların sevgi ve muhabbetini gönlüne dolduran bir kimsenin zulmaniyeti ancak Allah’ın Cehennem ateşi ile bertaraf edeceği bir husustur.”

Allah’ım hıfzı muhafaza eylesin.

Ya Rabbi sevdiklerini sevdir, yerdiklerini de bize yerdir ya Rabbi…

            يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً

Rabbimiz “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab/45) buyuruyor.

İşte Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın sehmi nübüvvetine, sehmi velayetine varis olan Allah’ın dostları vardır. Bunlara “Mürşidi Kâmil” denir. Şeriatla amel ederler, tarikatla sülûk ederler ve Allah-u Zülcelal Hazretlerinin sıfatlarında fani olurlar. Çünkü Rabbimiz onlar için;

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ

“Sabredip Bizim ayetlerimize yakîn olarak iman ettiklerinde, emrimizle onların içinden Allah’a davet eden önderler kıldık” (Secde/24) diyor.

Ayeti kerimede “yakîn” ifadesi var. İman üç şekilde olur. Bir, “ilmel yakîn” olarak ilimle, bilgiyle, nakille inanır Allah’ın varlığına birliğine, peygamberlerine, kitaplarına; bu “ilmel yakîn”dir. İkincisi, “aynel yakîn”dir. Aynel yakîn demek; tekâmül eder nefis meratiplerini,  mutmain makamına geldiğinde gerek rüyasında gerek halinde ve yakaza halinde o insan inandığı peygamberi rüyasında görür veyahut da manasında görür. Cenneti görür, cehennemi görür buna “yakîn iman” denir. “Aynel yakîn” denir. Birde “hakk-el yakîn” vardır ki Allah’ın sıfatlarında fani olur. Rabbimizin kutsi hadisinde beyan buyurduğu şekliyle “Gören gözü, tutan eli, konuşan lisanı” olur. İşte böyle olan zatlar için Rabbimiz, “Bizim emrimizle Allah’a çağıran Onun yoluna davet eden önderler olarak çıkarttık.” diyor.

Allah’ın emriyle bir mürşidi kâmile görev nasıl tevdi ediliyor? Tabi biz bunu Üstadım Abdullah Efendi Hazretlerinden defaten dinlemiştik. Ama itiraz olur diye ben eserlere de baksınlar diye “Müftahül Kulub” eserini işaret edeceğim. Eserin sahibi Sırrı Şemseddin Nuri Hazretleri vardır. Kendisi İstanbul’da Yahya Efendi’nin hemen yanında metfundur. Nakşibendi tarikatının mürşidi kâmilidir. O, eserin mukaddimesinde şöyle diyor:

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri bana buyurdular ki ‘Evladım, Benim ümmetimin yolunu kesmeye çalışan haramiler vardır. Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet nedir? Evliya nedir? Nasıl vuslat bulunur? Bunlar hakkında bir risale yaz’ dedi. Onun için ben bu eseri yazdım.” diyor. Bu eserin, “Sırrı Hilafet” babına merak edenler bakabilirler. Diyor ki orada, “Allah-u Zülcelal Hazretleri fenafillaha ulaşmış olan bir zatı peygamber varisi seçeceği zaman, Hızır Aleyhisselama emreder; Muhammedime haber ver, falan oğlu falanı Onun varisi tayin ettim. O, Hazreti Peygamberin yanına varır. Efendimize durumu bildirir. Efendimizde (anlayacağımız manada söylüyorum) bir cübbe verir, mürşidi kâmil olacak zata gidilir. Bir manevi divan toplanır. Efendimiz başta olmak üzere bütün enbiyaların, mezhep imamlarımızın, itikatta ve amelde mezhep imamlarımızın aynı zamanda piri piran hazeratının tamamı toplanırlar. O zatı muhtereme manevi görev tevdi ederler. Der ki; evladım, sen Benim bundan sonra varisimsin. Var git Benim ümmetimi irşad ve ikaz et. Onun velayet nurunu da beraberinde verir.” diyor.

Nasıl ki peygamberler ismet sıfatıyla masumdur. Aynı şekilde mürşidi kâmiller de bu velayet nuruyla muhafaza altına alınırlar. Nasıl peygamberlerin suretine şeytan giremez ve kabirde çürümezler; böylesi zatların da şekline ve suretine velayet nuruyla şeytan giremez. Kabirde onlar çürümez. Aynı zamanda Abdullah Babam gibi bir de evladı resulse, bir de veraset nuru verilir. Manevi icazetini mühürlerler ve ona kıyamet sabahına kadar müntesip olacakların cümlesi Hazreti Peygamberin huzurunda gelir. Hala Cennet Mekân derdi ki, “Oğlum anne karnındaki ceninden daha annesi, babası, dedesi, doğmamış insanları ben gördüm orda. Yani Allah bilir 2050 de mi dünya ya gelecek, bunları dahi gördüm.” derdi Cennet Mekân. Orada huzuru Rasulullah da biat ederler ve manevi evlat olurlar. Mürşidi kâmiller böylesi zâtlardır. İşte benim üstadım Abdullah GÜRBÜZ (ks) Aziz Hazretleri de böylesi bir zâttır. Rabbim şefaatine nail kılsın.

Nakşibendi Hazretleri buyuruyorlar ki, “Allah bir kulunu kendine seçtiği zaman bir mürşidi kâmile evlat kılar. Onu manevi olarak yetiştirir. O kadar, o kadar olur ki, o kadar ileri gider ki azametine uygun bir edep ile edeplendirir. Eğer senin de yolun böyle bir mürşidi kâmile ulaştıysa müjdeler olsun. Sen Allah’ın dostusun.” Rabbim bizleri dost etsin inşallah.

Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki, “Taş olsan, mermer kesilsen bir mürşidi kâmilin manevi terbiyesine girdin mi inci olursun. Öyle bir zatı bulursan onun sevgi ve muhabbetini gönlüne şerha şerha indir. Sakın ümitsizliğe kapılma! Çok ümitler var. Sakın karanlığa gitme! Ne güneşler var.” diyor.

Nasıl ki zahir âlimler insanların aklına ve mantığına hitap ederse mürşidi kâmiller de insanların gönüllerine hitap ederler. Kalp doktorlarıdır. Tıpkı Mevlana Hazretlerini yetiştiren Şems Hazretleri gibi…

Mevlana Hazretleri bütün ilimlerin hepsini tahsil etmesine rağmen Şems-i Tebrizi Hazretlerinin manevi terbiyesi altına girdikten sonra: “Ey! Allah’ı arayan bulmak isteyen kişi! Yırtık kitaplarda, tozlu raflarda Allah’ı bulamazsın. Allah ancak, Allah’ı bulmuş bir erin gönlünde olur.” diyor. Tabi sonra kendisi kemale erince de âleme meydan okuyor. Diyor ki,

“Bu gün Ahmet benim, dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim buğday yiyen kuşcağız değil.” Yani “Bu gün Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru benim, ama Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) aslı değilim. Onun ancak varisiyim. Sakın beni ete kemiğe bürünmüş bir beşer olarak görme, zira ben Allah’ın nuruyla bakan, Onun konuşmasıyla konuşan, Onun tutmasıyla tutan bir Allah eriyim.” diyor. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ

Ayet-i kerimede Rabbimiz, “Onların kalplerinde hastalık vardır.” (Bakara/10) buyuruyor. Hepimizde vardır: Kin, kibir, gazap, öfke, riya, ucup vs… Bunların hepsi kalbî hastalıklardır. Bu hastalıkları mürşid-i kâmil; velayet nuruyla, himmet ve nazar ile bertaraf eder. Hani diyor ya İmam Rabbani Hazretleri, “Onların az bir himmeti, onların az bir nazarı kalplerinizdeki bütün hastalıkları söker atar.” Çünkü insan Allah ile yedi perdeyle perdelenmiştir. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Safiye. Her birinin ayrı ayrı özellikleri vardır. İmtihan gereği Allah-ü Teâlâ bu şekilde vermiştir. Çünkü bizde bir ruh vardır Cemali sıfat, birde nefis vardır Celali sıfat. Biri Allah’a ve Resulüne âşıktır; öteki de esfele sâfilindir. Aşağıların aşağısıdır. Sürekli, hani Rabbimiz ayet-i kerimede buyuruyor ya, اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓ “Nefis şiddetli bir şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) İşte Mevlana Hazretleri şöyle ifade ediyor: “Nefis seni aşağıya çekmeye çalışır, Ruh da, Allah’a ve Rasülüne muhabbet etmeye çağırır. Nefis araya bir girer, Allah’ı seviyorum diye! Kadına, paraya, makama mevkiye öyle bir sevgi ve muhabbet hâsıl olur ki Allah’ı unutuverirsiniz. Ta ki yarın öldükten sonra kıyamette bir bakarsınız ki sevdikleriniz sizden, siz sevdiklerinizden kaçıyorsunuz.” İşte mürşidi kâmiller “Mûtû Gable Ente Mût” diyor Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Ölmeden önce ölünüz.” Ölmeden önce kişiyi öldürüyorlar. Bu hastalıkların hepsini tedavi ediyorlar. Neden,

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

 “O günde mallarınız ve evlatlarınız fayda vermez. Ancak Rabbinize getirdiğiniz selim bir kalp müstesnadır.” (Şuarâ/88-89)

Sadece nefisle bitmiyor. Birde insanın apaçık düşmanı olan şeytan vardır. Kalbimize dört pencere girer. Ruh’a ait olan sekine kapısı vardır. Meleğe ait olan ilham kapısı vardır. Nefsimize ait olan hevacis kapısı vardır. Şeytana ait olan visvas kapısı vardır. Hani vesvâsil hannas diyor ya. O hannas şeytanı nasıl giriyor. Bunların hepsi hepimizde olan şeylerdir. Herkes bunları inşallah duysun da kendi nefsine muhasebe etsin. Efendimiz buyuruyorlar ki, “Şeytan insana musallat olmak istediği zaman kalbe yaklaşır. Eğer Allah’ın zikri varsa oradan uzaklaşır. Yoksa insanın içerisine yerleşir ve o şeytan artık insana rehberlik etmeye, yol göstermeye başlar.” diyor. Bugün toplumun en büyük sıkıntılarından bir tanesi de budur. Şeytan vesvese vermeye başlıyor. Zaman içerisinde öyle bir noktaya geliyor ki arkadaşlarını çağırıyor. Vehin şeytanı da geliyor. Ondan sonra adam giriyor. Çok af buyurun. Tuvalette banyo da bir saat oturuyor. Ev temizliği yaparım diyor; hiç durmadan orada temizlik yapmaya başlıyor. Abdest alıyor, sağ ayağını unuttun sol ayağını unuttun. Bu türlü vesveseler vermeye başlıyor. Namaza duruyor vehin şeytanından kurtuluyor, hades şeytanına varıyor. Allah-u ekber kıbleye duruyor, ceset kıble de. Evet,  şeytan bunu bir alıyor, başlıyor gezdirmeye. Çarşıda, pazarda alışveriş yapıyor. Acaba iki mi kıldım üç mü kıldım, yoksa dört mü kıldım. Bu sefer diyor şunu eksik kıldım. Amma bunu böyle mi yapsak ki diye de fıkhi mevzularda danışmaya başlıyor. Peki, bunların tedavisi ne? İşte mürşidi kâmiller bunların tedavisini de Allah’ın (cc) zikriyle;

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ

“Onlar iman etmiş ve kalpleri Allah’ın zikriyle yatışan kimselerdir.” (Ra’d/28)

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“Biliniz ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan olur.” (Ra’d/28)

Onun için Üstadımızın verdiği bu “Evradı Şerife”leri nizami olarak çekersek onun nuru ve feyziyle, vermiş olduğunuz bu gayretin karşılığında, himmet ve feyizle Allah’ın izniyle ne nefis galebe çalabilir ne de şeytanı aleyhilane musallat olabilir.

Üstadımıza daima muhabbet etmeliyiz zira kimi severseniz ona benzeşirsiniz. Zaten ayeti kerime öyle diyor,  تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ “Onların kalpleri birleşti” (Bakara/118) diyor. Yumuşadı birbirine yakın oldu. Küfür de böyledir, imanda böyledir. Mevlana Hazretleri:

“Sakın ha o üstadın olan mürşidi kâmilin muhabbetinden ayrılma! Zira o, Ashabı Kehf, yani mağara arkadaşları, Allah’ı arayan o erlerin gönüllerinde Allah aşkı vardı ki (yanlarında olan “çok af buyurun” köpek) Kıtmir, onların yanından ayrılmadı da o da Allah’ı sevenlerden, arayanlardan oldu. Kur’an’a adını yazdırdı” diyor. Rabbim yollarında daim kılsın.

Üstadımız Abdullah Babamızın alametlerinden birisi de (mürşid-i kâmilin Marifetullah da alametleri vardır.) dervişini manen irşad eder ikaz eder. Derdi ki Cennet Mekân:

“Derviş olan bir insanın üstadı muhakkak ki yanlışını söylemeli veyahut da güzel bir şey yaparsa onu tasdik etmeli. Bu hali derviş yaşamalı.”

Kardeşimizin bir tanesi diyor ki, borçlu bir durumdaydım. Yılbaşı piyangosu aldım. Gece yattım. Cennet Mekân Abdullah Babam geldi, “Kâdiri mutlak olan Allah’tan sen ümidini kestin de bu pis işlerden mi medet umuyorsun” dedi öyle bir tokat vurdu ki Hocam, uyandığım zaman yüzümde tokat izi vardı, diyor. Manada yaşanan maddeye taşınabilir. Güzel amel işleyen bir kadın sabah kalktığında eli kınalı olabilir vs. bu tür durumlar olabilir. Hâsılı kelam bende olmuyor bunlar diyenler o zaman kendi hallerini bir gözden geçirecekler. Kime bağlandıklarına dikkat edecekler. Derslerini nasıl çektiklerine dikkat edecekler ki o manevi himmet ve feyzden istifade etsinler. Çünkü Abdullah Babamın şuan da kaldırım mezarlığında var olan cesedi ama hakikatte içimizde olan, çünkü mürşidi kâmillerin ruhları “Hay”dır. Allah-ü Teâlâ onları serbest bırakmıştır. Âlemde istediği gibi tasarruf etme yetkisini Rabbim onlara lütfetmiştir. Çünkü onlar peygamber varisi zatlardır. Geçenlerde bir ilahiyatçı kardeşimiz anlatıyor. Diyor ki, “Hocam! Abdullah Babam Cennet Mekânı hanemizde misafir ettik. Üvey annem vardı, hastaydı. Sabah annem ağırlaştı. Ama yüzünü sürekli eliyle kapatıyordu ve başını sağa sola sallıyordu. Abdullah Babama (cennet mekâna) durumu bildirmek istedim. Mübarek odasından çıktı, annemin yanına geldi, “Oğlum annenin bağrını da şu başını da bir güzelce kapat” dedi. Kapattım. Cennet Mekân annemin başucunda durdu. Annem sakinleşmeye başladı. Sonra annem, “Allah, Allah, Allah…” diyerek ruhunu teslim etti, diyor. Annemi defnettik. Ertesi gün, “Efendim annemin o hali neydi? Izdıraplı bir hali vardı. Bir eksiği mi vardı?” diye sordum. Abdullah Babam dedi ki “Evladım annenin bağrı açıktı, saçları da açık bir haldeydi. Ruhunu kabzetmeye geldiklerinde melekler annenin bu durumundan rahatsız oldular ve annenin yüzüne vuruyorlardı.” diyor. Hadise böyle.

Bakın Rabbimiz ne diyor:

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

“Onların ruhunu, onların canlarını melekler alırlarken onların yüzlerine ve arkalarına vuraraktan hadi bakalım Allah’ın azabını tatmaya derken onların hallerini bir görseydin” (Enfal 50)  Ayeti kerimede Rabbimiz وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Kitabı ve hikmeti” (Bakara/129) kitapta ayeti kerime bu şekilde beyan buyuruyor. O beyan buyurulanın hikmet boyutunu da o peygamber varisi olan Abdullah Babam bize böyle gösteriyor. Rabbim yolundan ayırmasın inşallah.

Söz ölümden açılınca, Cennet Mekânla bir gün sohbet ediyorduk, “Efendim dervişin ölümü nasıl olur?” diye sorduk. Dedi ki “Oğlum, derviş öleceği zaman Azrail aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın suretinde gelir. Güzel bir surette, insanı mest eden bir halde gelir. Bazen Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam teşrif eder, makam ve derecesine göre. Ancak, bağışlama yaptığınız o piri piran hazeratının cümlesi şeyhiyle birlikte o ölecek olan kişinin başına gelir.” (Efendimin şu anlattığı mevzunun hepsine vefat etmiş olan bir kardeşimizin başında şahit olduk elhamdülillah.) “Sonra onun ruhu kabz olunur. Sonra defin işleri yapılır. Münker, Nekir melekleri onun ruhunu göremezler. Bir telaş ile bir üst makama müracaat ederler. O kişinin ruhunu bulamadık, sorguya çekemedik derler. Onlar karşıdan cevap verirler. ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ “Muktedir olan melikin indinde sıddıkiyet makamındadır.” (Kamer suresi 55) Ayeti kerimesinin fehvasınca, Allah onu âli makamlara çekti.”

Sorduk “Efendim, dervişin ruhu nereye gitti?”

O halde derdi ki Cennet Mekân “Oğlum, piri pirandan veyahut da üstadına olan muhabbetinden dolayı onlardan bir tanesi onun ruhunu alır ve kendi makamına götürür.”

Allah’ım ruhlarımızı onların ruhları ile komşu eyle…

Şimdi bu sözü söyledik. Zaten hadislere, Efendimize dahi inanmıyorlar bu mevzuyu şerh etme babında bir tane de tarihten örnek vereyim de en azından kendimizi kurtaralım.

Süfyan-ı Servi Hazretleri şöyle anlatıyor:

Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ediyordum. Baktım bir derviş orada yatıyordu. Bana dedi ki

“Ey Süfyan! Ruhumu teslim edeceğim ama benim kefenim yok. Bana bir kefen al, dedi. Hay hay, dedim. Kefeni aldım getirdim. Baktım ruhunu teslim etmiş. Onu, yıkadık kaldırıyoruz. Ruhuyla bir türlü irtibat kuramadım. Döndüm dolaştım ve bana bir münadi şöyle dedi, “Ey Süfyan! Onu Münker Nekir arıyordu. Malik de Cehennemde aradı bulamadı. Rıdvan Cennet’te aradı bulamadı. Şeytan nereye gitti diye dünyanın dört bir tarafını aradı bulamadı. O Allah’ın tayin ettiği âli makamdadır.”

İbnül Arabi Hazretleri öyle diyor,

“Âlemi manada Cenabı Peygamber Aleyhisselatü Vesselam ve Onun varisi ve emsallerinin hepsinin Arşı Âzam’da kürsülerine şahit oldum.”

Rabbim yolundan izinden bizleri ayırmasın. Bu şekilde bir ölümü de cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah.

Günümüz ahir zamanın fitne ve fücurunun ayyuka çıktığı bir zamandır. Üstadımızın bugünlere işaret eden bir iki tavsiyesi var. Bunları da söyleyip anlatıp sözüme son vereceğim.

Cennet Mekân buyurdular ki:

“Evladım! İçerden ve dışardan ihanet şebekesi bu ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyecekler. Böyle bir zamana geldiğinizde sakallarınızı uzatmayın, dışarıda haydariye ve sarıklarınızı sarmayın. Bir ekmek bulamayacağınız güne doğru gidiyorsunuz. Sakın! Dervişlere söyle, yukardan yüksek binalardan ev almasınlar, karga yuvası olacak. Elektrik olmayacak, su olmayacak, arabalarınıza yakıt dahi olmayacak. Onun için temkinli hareket edin. Beş vakit namazınızı kılın ve evradı şerifelerinizi aksatmayın. Ancak bu şekilde Mehdi Resule kadar olan süreci geçirmiş olursunuz.  

Öyle ki kâfirler ittifak edecekler Kürt devletini kuracaklar. Türkiye, İsrail ile ittifak edecek Suriye’ye saldıracak. Türk ordusu namluyu İsrail’e çevirecek. Bunun üzerine İsrail Yunanistan’ı devreye sokacak. Marmara Bölgesinde sanayi tesisleri vurulacak. İstanbul işgal edilecek. Sonra Mehdi Aleyhisselam İstanbul’u fethedecek…”

Cennet Mekân bir de,

“Ümmeti Muhammedi duadan eksik bırakmayın. Yüz İhlas-ı Şerife’yi okuyun ve deyin ki, ‘Ya Rabbi! Bu yüz İhlas-ı Şerifelerden yaratmış olduğun melekleri İslam ordusuna ilhak eyle Allah’ım!’ diye dua edin.” derdi. Onun için yüzer İhlas okuyoruz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve dünyanın dört bir yanında bulunan Müslümanlara, Bayırbucak Türkmenleri dâhil…

“Ya Rabbi ordumuza ve askerimize yaratmış olduğun ihlas meleklerini ilhak eyle Allah’ım” diye inşallah dua ve niyazda bulunacağız.

Bunu şöyle anlatırdı Cennet Mekân:

“Konya’dan, Antalya-Manavgat tarafına doğru giderken Seydişehir’de 1900’lerin başında vefat etmiş olan Abdullah Efendi Hazretleri isminde bir mürşidi kâmil, bir maneviyat sultanı var. O mübarek zâtla ilgili şöyle bir hadiseyi şöyle anlatmıştı Cennet Mekân:

“O muhterem Nakşibendi tarikatının Hâlidiye kolundandır. Sabah namazından sonra Allah’ı zikrederlermiş, sonra dervişlerine dermiş ki ‘Yüzer İhlas-ı Şerife okuyunuz.’ Herkes yüzer tane ihlas-ı Şerife’yi okuyunca dermiş ki ‘Ya Rabbi! Bu yüz tane okumuş olduğumuz ihlas-ı Şerifelerden hâsıl olan, yaratmış olduğun melekleri ve hâsıl olan sevabı, Rusya da çarpışmakta olan Şeyh Şamil Hazretlerinin ordusuna ilhak eyle Allah’ım” diye dua edermiş. Bu mübarek zat hac farizası için Medineyi Münevvere’ye gidiyor. Medineyi Münevvere de Şeyh Şamil Hazretleriyle karşılaşıyorlar. Şeyh Şamil Hazretleri diyor ki “Ne zaman ki çarın ordusu bize galip gelecek olsa, bizi sıkıştıracak olsa yeşil sarıklar sarmış melaikeyi kiram hazeratı gelir, Moskof gâvurunu bertaraf ederdi. Aman Ya Rabbi, bunu kim gönderiyor diye bakardım, Konya’dan Abdullah Efendi ve dervişlerini görürdüm. Allah ondan razı olsun.” diyor.

Onun için ecdadımız Yavuz Sultan Selim Han ki, Cennet Mekân Üstadım öyle buyururlardı: “Osmanlı İmparatorluğunun içerisinde iki mürşidi kâmil vardı. Biri Abdülhamit Han Hazretleri, Şazeliye tarikatı; birde Yavuz Hazretleri…” Bu günü gördükleri için keşif ve kerameten oraya Bayırbucak Türkmenlerini yerleştirmişlerdir. O kardeşlerimizin de yardımı için bu yüz İhlas-ı Şerifeleri inşallah okuyacağız. Askerimize de polisimize de inşallah yardım olması için bağışlama yapacağız.

Rabbim ahir zamanın fitne ve fücurundan cümlemizi hıfzı muhafaza eylesin. Üstadımızın himmetinden, feyzinden bereketinden istifa eden kimselerden eylesin;

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

“Dualarının sonu ise, “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Yunus/10) sözleridir.

El-Fatiha mâ salavât…

Abdullah Baba Hz.lerinin 11. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil âlemin. Vel âgîbetü lil müttegîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefîînâ Muhammed. Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.

Euzü billahimineşşeytânirracîm Bismillahirrahmanirrahim

“Yâ eyyühellezine âmenüttegullahe ve künümeassadigîn” sadegallahül azim…

Muhterem Üstadımız Abdullah Gürbüz Kaddesallahul Aziz Hazretlerinin ahirete irtihalinin 11. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Rabbim manevi istimdatları ile gönüllerimizi pür nur eylesin. Uzaktan ve yakından binlerce kardeşimiz ile Abdullah Babamızın manevi daveti üzerine bir araya geldik. Onlar davet etmeselerdi biz buraya gelemezdik.

Biz hep yazı yazanı kalem olarak biliriz de kalemi tutan eli asla ve asla görmeyiz. Bunu şunun için söylüyorum: Vaktiyle Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin bir dervişi Mübareğin ziyaretine geliyor. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri o dervişe, “Evladım, bizi sevdiğin için mi geldin yoksa biz seni sevdiğimiz için mi buradasın?” diyor. Derviş, “Efendim, ben sizi çok seviyorum. Onun için geldim.” diyor. Derviş, bu hadise yaşandıktan bir yıl sonra Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri ile karşılaşıyor. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, “Ne oldu oğlum, bizi sevmiyor musun artık?” deyince o derviş hatasını anlıyor, “Aman efendim, himmet buyurun. Bir yıldan beri sizin yanınıza gelmek için uğraşıyorum da bir türlü nasip olmadı. Efendim özür dilerim. Siz seviyormuşsunuz da biz onun için geliyormuşuz.” diyor. Evet, onun için onların manevi davetleri üzerine bugün buraya geldik.

Cennet Mekan buyururlardı ki “İsteyen değil istediklerimiz gelir evladım.” Rabbime hamdü senalar ediyorum. Böyle bir meşayıhın davetinde bizleri bir araya getirdi. Aşk Eri Mevlana’mız öyle diyor, “Seviyorsanız biliniz ki seviliyorsunuzdur. Eğer onlar sevmeseydi siz zaten sevemezdiniz.” Rabbim yollarından ayırmasın inşallah.

Bir Arabî geldi. Efendimiz aleyhissalatü vessalam Hazretlerine dedi ki, “Ya Rasulullah! Bize şu kimse hakkında bilgi verir misin? Bu kimse, bir kişiyi bir topluluğu çok seviyor da onlar gibi olamıyor, onlar gibi amel işleyemiyor.” Efendimiz aleyhisselatü vesselam kıyamet sabahına kadar bütün müminleri mutlu edecek şu müjdeyi verdiler, “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Onun için biz Hazreti Muhammed aleyhisselatü vesselamı da Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretlerini de Hazreti Ömer Efendimizi, Hazreti Osman Efendimizi, Ali Efendimizi, sahabeyi kiram hazeratını, tabiin, tebeüt tabiin, İmamı Âzamlar, Şâfiler, Mâlikiler, Hanbeliler, Davud-u Tâîler, Maruf el-Kerhiler, Cüneydi Bağdâdiler, Geylaniler, Rufailer, Kuddusi Babalar, Somuncu Babalar, Mevlanalar, Emir Sultanlar, Üftadeler, Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri ve hakeza ve hakeza hepsini seviyoruz.

Rabbim yolundan ayırmasın inşallah. Rabbim kendisinden razı olsun. Cennet Mekân Abdullah Babam, “Efendimiz aleyhisselatü vesselamın ashabı suffesi Efendimizden manevi olarak almış olduğu terbiyeyi, edep ve adabı silsile yoluyla günümüze kadar aktardılar. Ben de size emanetimi tevdi ettim. Oğlum bundan sonrası size ait.” derdi. Bunu şunun için söylüyorum, ahir zaman fitnelerinin içerisine düştüğümüz şu zaman diliminde sahte şeyhlerin, sahte hocaların, sahte profesörlerin ayyuka çıktığına ve binlerce, milyonlarca insanı arkasından sürüklediğine şahit oluyoruz. Kimi şefaati inkâr ediyor, kimi zikri inkâr ediyor, kimi evliyayı inkâr ediyor, kimi sünneti Rasulullahı inkâr ediyor… Rabbim bunların şerlerinden hıfzı muhafaza eylesin.

Onların arkasında gidenler için de Geylani Hazretleri öyle diyor, “Kuşlar kendi cinsleriyle beraber uçarlar. Sen karganın kartal ile uçtuğunu göremezsin.”

Bir gün Ankara’da bir sahte şeyh ile karşılaştık. Dedim “Efendim, etrafındakiler zayi oluyorlar.” Efendim Cennet Mekan’da buyururlardı ki “Hayıflanma oğlum, adam adamını bulur. Oda ona yakın da onun için yanında olur.” derdi.

Rabbimiz “De ki herkes kendine yakışan işleri yapar. Fıtratına uygun insanlarla hemhal olur.” buyuruyor. Cennet Mekan Abdullah Babam bu sahte şeyhler sahte hocalar için derdi ki “Yarın Mehdi Resul geldiğinde bu sahte insanlardan yüz bin kişinin kellesini vuracak.” derdi. Rabbim şerlerinden hıfzı muhafaza eylesin. Konuyla ilgili bir hadisi şerif okuyuvereyim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki, “Bir topluluk içerisinde doksan dokuz kişi olsa doksan dokuzu da münafık olsa bir tane de içinde mümin olsa dışardan bir mümin gelse o yüz kişinin içerisindeki mümini arar bulur. İçerde doksan dokuz mümin olsa bir münafık olsa dışardan da bir münafık gelse o yüz kişinin içerisin de gider o münafığı bulur.” diyor. Rabbim muhafaza eylesin inşallah.

Tabi bunların böyle olması hakikat erbabının önüne perde çekmez. Güneş balçıkla sıvanmaz. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki “Allah’ın öyle kulları vardır ki siz onlar hürmetine rızıklanırsınız. Başınıza gelecek musibetler ve belalar da onlar hürmetine def olur. Onların içerisinde üç yüz tane ruh vardır ki Adem’in meşrebi üzerinedir. Onun ahlakı gibidir. Bunların içerisinde kırk ruh vardır ki Musa’nın meşrebi üzerinedir. Yedi ruh vardır ki İbrahim’in kalbi üzerinedir. Bunlardan üç ruh vardır ki İsa aleyhisselamın kalbi üzerine bir başka rivayette de bir ruh vardır ki Muhammed-ül Mustafa aleyhisselatü vesselamın meşrebi üzeredir.” İşte bunlar halk arasında üçler, yediler, kırklar dediğimiz meşayıhı kiram hazeratıdır. Bundan sonra ki sözü Abdullah Babama bırakıyorum. Cennet Mekan Abdullah Babam:

“Böylesi zatları bilmenin alametleri, nişaneleri var, derdi. Yeni ifadeyle kriterleri vardır.  Bunların şeriattaki alameti, bu konuşmalar hep internette vesaire de dinlendiği için insanların da bunu bilmesini istiyorum. Çünkü karganın arkasında gidiyorlar. Zira çöplüğe varınca akılları başlarına gelecek ki Rabbim onları da zayi etmesin.

Şeriattaki alameti vardır ki Kur’an ve Sünneti Rasulullaha harfiyen uyarlar. Haneleri herkese açık olur. Efendimiz aleyhisselatü vesselam gibi cömert olurlar. Bunlar şeriattaki alametidir.

Tarikatta alametleri vardır. Bu zatlar görüldüğünde Allah hatıra gelir. Söyleyeceğini, soracağı soruyu unutur. Onun bir sözünü duyduğu zaman o sözün direk kendisine tesir ettiğini fark eder.

Birde hakikatte alameti vardır. Bu mübarek insanların hakikatteki alameti kendisine sorulur. Sana bu vazifeyi kim verdi: Efendimiz aleyhisselatü vesselam sana manevi görev tevdi etti mi? Nasıl aldın bu vazifeyi?  Son nefeste imanla götürebilir misin? Kabirde Münker-Nekir’in yanında şefaatin var mı? Yarın mahşer sabahında Livaül Hamd Sancağına götürebilir misin? Yarın mizanda şefaatçi olabilir misin? Sırattan karşıya geçirebilir misin? Beş durakta sen bana yardım edebilir misin? 

Bir gün Efendim Hazretlerinin devamı olduğunu iddia eden bunu hala internette de yayınlayan, şeyhliğini ilan eden bir zatın, nasıl şeyh olduğunu öğrenme anlamında onun davetine gittik. Oturduk. Şeyh efendi gürlemeye başladı. Anlatıyor… Tabi kriterleri biliyoruz. İçimizden birisi “Efendi, son nefeste imanla götürmeye yetkin var mıdır” diye sorunca dedi ki “Hayır böyle bir yetkim yok.” diyoruz ki adamın adı kâmil olabilir de mürşidi kâmil olamaz. Böylesi insanlara böylesi insanlara itibar edilmez. Cennet Mekan buyururlardı ki “Zahirde nasıl insanı öldürene katil derlerse manevi olarak insanın yolunu kesene de katil derler oğlum.”

Dördüncü bir alameti daha vardır ki o zata sorulur. Marifette ki alametidir: Ey üstad! Ey şeyh! Sen daraldığım zaman bana yardıma gelebilir misin? Dahilek Geylani, dahilek Rufai, dahilek Abdullah Babam dediğimde sen gelebilir misin? Var mı sende böyle bir yetki? Var derse amenna değilse olmaz. Ondan kâmili mürşit olmaz. Bu söylediğim söze takılabilirler. Ama yine de söyleyeceğim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki:

Ey ashabım! Siz daraldığınızda, sıkıntıya düştüğünüzde yahut da devenizi kaybettiğinizde şöyle deyiniz, ‘Ey Allah’ın dostları! Bana yardım ediniz.’

İmam Nevevi Hazretleri büyük hadis alimidir, “Bu hadisi şerifi duydum, garibime gitti. Bir gün pazar yerinde dolaşırken devenin birinin huysuzlandığını gördüm. Üzerimize doğru gelmeye başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Derken bir anda aklıma hadisi şerif geldi. Dedim ki ‘Ey Allah’ın erleri! Yetişin ve şu deveyi durdurun’ E vallahi sanki önüne bir duvar çekilmiş gibi deve olduğu yere çakılıverdi. Dedim ki ya Rasulullah! Ne buyurduysanız hak ve hakikattir.” buyuruyor.

Bunlar “Rical-ül Gayb Erenleri”ne ait marifetlerdir.

Telefon açtılar dediler ki hocam bir bayan kardeşimizin epilepsi rahatsızlığı var. Kendisine ders verebilir miyiz? Dedim ki, “İnşallah dersini çeksin. Onlar nöbet geçiriyorlar. O nöbeti de geçirmez inşallah.” Kardeşimiz ders çektiği müddetçe herhangi bir kriz geçirmiyor. Dersini bir ay falan tehir etmiş. Bu kardeşimiz yolculuk yaparken otobüsün içerisinde kriz geçiriyor. Otobüs duruyor, kapılar açılıyor. Havalandırıyorlar. Derken kardeşimizi de arka koltuğa yatırıyorlar. Arka kapıdan nurani bir zat otobüsün içerisine biniyor. Çekilin diyor. Kız çocuğunu okuyor ve nefes veriyor, nefesliyor yani buna İslam’da rukye denir. Kız çocuğu kendine gelirken o hengâmenin içerisin de o nurani zat otobüsün arka kapısından tekrar dağın başında iniyor. Şu hacı abi okudu da kalktı falan derlerken ortadan kayboluyor. İşte o zat Abdullah Baba’dır. Evet, mürşidi kâmil budur. Söz ile mürşidi kâmil olunmaz. Evet, onlar vazifelerini yapıyorlar da bizler onların müntesibi olarak Üstadımız Abdullah Babamızın evladı olarak niye hak ve hakikate doğru yol alamıyoruz? Onlardan da bahsetmek istiyorum.

Geçen bir psikiyatrist yani bir profesör diyor ki kaba tabirle söyleyeyim, hani ruh hastalıklarıyla uğraşan doktorlardan bahsediyorum. O profesör, “İnsanın içerisinde bir canavar var. O canavarı eğitmedikten, tedavi etmedikten sonra insanın eğitimle falan düzelmesi mümkün değildir.” diyor. Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselam on dört asır önce sesleniyor, “Ey ashabım! En büyük düşmanınız iki çatınızın arasındaki nefsinizdir.” diyor. Aşk Eri Mevlana’mız, “Aklını başına topla da bir maneviyat erbabının eteğinden sıkıca yapış. İçindeki nefis denen ejderhanın boğazından sımsıkı yapış ki yarın kuvvet bulduğu zaman seni alt etmesin. Yadeyse doksan dokuz başlı ejderha seni kabirde sarıverir. İşte onun adına nefis derler” diyor.

En ufak bir beyaz eşya dahi alsak evimize ilk önce kullanma kılavuzunu açıyoruz bu nasıl çalışır, bu nedir ne değildir diye… Ancak insan denen hazreti insan denen bu varlığın nasıl bir varlık olduğunu hiçbir zaman anlamaya çalışmayız. Çocuğumuzun yemesini, içmesini, giymesini, düşünürüz de manevi olarak nasıl yetiştirilmesi gerektiğini bilemeyiz. İşte bu hususları Abdullah Babamın bize anlattığı şekliyle anlatmaya çalışacağız inşallahu Rahman.

Adem aleyhisselatü vesselamın şeklini Allah-ü Teâlâ tamamladı. Kuru bir testi gibiydi.  Sureti Adem’di ama kuru bir testi gibiydi ve Allah-ü Teâlâ “Adem’i yarattım, şeklini şemailini düzenledikten sonra ona ruh nefyettim.” diyor. Allah-ü Teâlâ, Adem aleyhisselama Cemal sıfatıyla ruh vermiştir. Ruhu nefyeder nefyetmez Adem aleyhisselamın belinden itibaren aşağıya kadar ayakucuna doğru kan yürüdü. Canlandı. Allah’ın Cemal sıfatıyla verdiği bir yönümüz var. Bu insanı ahseni takvime ulaştıran, Kâbe Kavseyn makamına ulaştıran bir yöndür. Sonra Allah-ü Teâlâ yedi kat cehennemin zulmaniyetine Celal sıfatıyla tecelli etti. Nefsi yarattı. Adem aleyhisselamın isteği üzerine onu da Adem aleyhisselama yükleyiverdi. Ruh ile nefis insanoğlunun bedeninde evlilik yaptı. O da (nefs) esfele safilin tarafıdır, insanın alçaklık tarafıdır. Bir yönüyle ulvi bir yönüyle de süflidir. Bu da Celal sıfatının tecellisidir. Onun için Rabbimiz şeytana diyor ki “Ya iblis! İki elimle Cemal ve Celal sıfatımla yarattığım Ademe seni secde etmekten alıkoyan nedir?” Çocuk doğar iki yaşına geldi mi benliği oluşmaya egosu enaniyeti oluşmaya başlar. İki yaşına geldiğinde eşyasını falan kıskanmaya, kardeşini kıskanmaya başlar. Akılbali olana kadar müsavi olur. Bu anlattığım mevzular farzı ayındır. Hepimize lazım olan şeydir. Anlatılan insandır. İnsanım diyene lazım olan şeylerdir. Allah-ü Teâlâ böyle tarif ediyor. Akılbali olana kadar ikisi eşit gider. İyi tarafı da kötü tarafı da eşit olur. Akılbali olduktan sonra hani buyuruyor ya Efendimiz, “Her insan İslam fıtratı üzere doğar. Annesi, babası onu ya yahudi ya putperest yahut hristiyan olarak şekillendirir ve yahut da ona göre yetiştirir.” İşte hangi tarafa doğru meylettiyse çocuk orada o istikameti kazanmaya başlar.

İlk basamağı nefsi emmaredir. Kafirlerin, münafıkların, putperestlerin hepsi bu nefsi emmarededir. Allah’ın “Mudil” ismi vardır. Mudil isminin mazharı olanlar bu makam da olur, buna da delalet ehli derler. Fatiha-yı Şerife’de “Ğayril mağzubi aleyhim veleddallin” derken biz bu dalalet ehlinden bahsediyoruz. Buna nefsi emmare denir. Yedi nefis meratibi Fatiha’nın içerisindedir zaten. Kâfirler, münafıklar burada dedik. Rabbimiz onlara diyor ki “Onların kalplerine, kulaklarına küfrü mührettik. Gözlerine de bir perde çektik. Büyük bir azap da onları bekliyor.” Kâfirler buradaymış. Birde Müslümanların “Benim büyük babaannemin de saçı kapalıydı. Aslında biz İslam’a karşı değiliz de haşa şeriata karşıyız.” diyenleri varya… Biz başörtüsüne karşıyız diyenler varya… Allah bizim namazımızı ne yapacakmış; Allah bizim kalbimize bakıyor değil mi diyenler varya, işte bunlar da bu nefsi emmare denilen hastalığa düşmüş kimselerdir. Onlar için de Rabbimiz bakın ne diyor “İnsanlardan ve cinlerden büyük bir topluluğu andolsun ki cehennem için yarattım. Kalpleri var anlamaz, gözleri var hakikati görmez, kulakları işitmez. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Onlar işte gafillerin ta kendileridir” Rabbim muhafaza eylesin. Eğer nefsi emmareden yukarıya tekâmül ederse derece alır, aşağıya doğru inecek olursa orada da dereke alır. Aşağısı derekedir. Dipsiz bir kuyu gibidir. İşte tırnak kadar çocuklara tecavüz edenler, kadınları kızları yakanlar, yüksek yerlerden atanlar, çoluğunu çocuğunu madur edenler bunların hepsi hani diyor ya psikolojik rahatsızlığı var diye işte nefis hastalıkları bu nefsi emmarededir. Peki, hocam buradan kurtulmak için ne yapmak lazım? Allah’ın hidayetine mazhar olmak lazım. Allah’ın hidayetine mazhar olabilmek için de vesilelere yapışmak lazım. Vesileye yapıştığı zaman insan, Allah hidayet etti mi alnı secdeye gelmeye başlar.  Allah-ü Teâlâ’yı anmaya başlar, kul olmaya başlar. Bundan sonrası dervişlere aittir, avamdan bahsetmek istemiyorum.

Dervişlerin seyrinden bahsetmek istiyorum. Derviş bir mürşidi kamile müntesip olduğu zaman dervişi iki türlü seyir bekler:

Birincisi bu adamın biraz inancında zayıflık var ise bu adamın basiret gözü açılır. Rasulullah Efendimizi görür, Kabe’yi görür. Ben şurada zikrullah yapıyordum, şunu gördüm bunu gördüm der. Eğer Efendime sımsıkı yapışacak olursa selametlikle bu hal üzere devam eder. Ama Cennet Mekan “Bu hal üzere olup da bozulmayanı ben pek görmedim oğlum.” derdi. Rabbim muhafaza eylesin. Bu hal üzere olanlar genelde bozulmaya, gevşemeye başlıyorlar. Zakirlerin etrafına toplanıyorlar ve diyorlar ki “Abi ben meydanda şunu gördüm. Efendim sana şunu söyledi, bunu söyledi. Adam da arkasına düşüyor, gidiyor…” Kardeşim beşinci makama kadar nefis karışır bu işin içine. İtibar olmaz ki. İkinci şekilde gidenler vardır ki gizli gidenlerdir. Basiret gözü kapalı olarak gidenlerdir. Bunlarda da gevşeme başladı mı insanda vehim hastalığına düşmeye başlar, en büyük sıkıntımız bu. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki “Ahir zaman geldiğinde dağ gibi akıl sahipleri vehim ve hayal girdabına kapılmışlardır. Kötülük tufanı dağları aşarken Nuh’un Gemisine binenden başka kimse kurtulamaz. Vehim öyle bir hastalıktır ki hakikatin önünü kesti de ümmet yetmiş iki fırkaya ayrıldı.” Şöyle misal vereyim kardeşimiz diyor ki, “Abdullah Babam ile namaz kılıyorduk sünneti kılacaktık. Bir anda içimde Allah’a bir yakınlık hasıl oldu. Geçtim kendi kendime dedim ki ‘Niyet ettim senin rızan için namaz kılmaya’ diye. Tam niyet ettim Cennet Mekan bi döndü, kerameten benim içimden aldığım niyetime dedi ki ‘Evladım niyet ettim Allah rızası için namaz kılmaya diye niyet edeceksin. Yadeyse öteki nefsinden olur.’ dedi.” Anlıyor muyuz?  Şeriatı Ahmediye’den zerre kadar taviz veremeyiz. Çünkü kalbe gelen havatırlar vardır. Cennet Mekan buyururlardı ki içimizde olanları bak anlatıyor: Efendim Cennet Mekan, “Oğlum ruhun kapısı vardır. Ezan okununca hadi namaz kılmaya, sabah ezanı vakti geldi mi hadi kalk abdest al da namaz kıl, diyen içimizde ki bu ruhtur oğlum. İkinci bir kapı daha vardır ki buna nefis kapısı derler, hevacisdir, “Nefis şiddetli şekilde kötülüğü emreder” içimizdeki bütün tembellikler, içimizdeki hevacis kapısından gelir. Birde meleklerin ilham kapısı vardır. Abdullah Babam gibi zatların himmet ettiği kapı vardır ki buna ilham kapısı denir, “Müminlerin imanını kat be kat artırmak için Rabbin sekine indirir” diyor. O kapıdan gelir. Bir de visvas kapısı vardır, şeytan oradan üfler; “Vesvese veren hannas şeytanı”  şeytan oradan girmeye başlar. Cennet Mekan derdi ki bayan kardeşlerimiz de burada bu tür hastalıkların birçoğu da bayan kardeşlerimizde olur derdi. Cennet Mekan şeytanın tayfalarından bir tanesi evlatlarından bitanesi de velhandır, derdi. Velhan nedir Efendim, derdim. Evham hastalığına yakalattırır. Abdest alır bir daha abdest alır, ayağını yıkar bir daha yıkar, yıkadım mı yıkamadım mı? Evde temizlik hastalığına tutulur hiç durmadan suyu akıtır,  hiç durmadan sağı solu silmeye çalışır, derdi. Cennet Mekan, bu evham hastalığına yakalandı mı kurtulması zor olur, derdi. Evham hastalığına yakalananların da sonları çok sıkıntılı oluyor.  Nasıl kurtulabiliriz? Cennet Mekan derdi ki “Allah’ı çok zikredin oğlum, Allah’ı çok zikrederseniz bu şeytanı aleyhillanenin kapısı kapanır.”

Televizyonlarda görmüşünüzdür beş yaşında çocuk diyor ki ben bundan elli yıl önce falan adamdım, trafik kazasında öldüm, benim adım falan falandır… Bu çocuğu götürüyorlar, gidiyorlar, o çocuğa o adamın ailesini bulduruyorlar. Herkes on yaşındaki çocuğun etrafında oturuyor. Eski hayatında şuymuş diyorlar. Reenkarnasyon varya mirasçı bile kılıyorlar. On yaşındaki çocuğun da elini öpüyor, bu bizim babamız diye… Her insanın şeytanı var. Adam öldükten sonra onun şeytanı ayrılıyor, o çocuğun visvas kapısından başlıyor üflemeye. Çocuk konuşuyor. Ağzı dualı muhlis bi insan bi Ayet-el Kürsi okusa o çocuk kesilir, konuşamaz. Bununla da mal bulmuş mağribi gibi yok insan öldükten sonra bir daha gelirmiş, sen öl de nasıl geri geliyormuşsun bi bak bakalım. Allah-ü Teala meydan okuyor, mealen söylüyorum, “Çıkmakta olan ruhu geri katsınlar da göreyim” diyor. Rabbim bunlardan muhafaza eylesin. Derviş burada üstadına sımsıkı yapışacak. Şeriatı Ahmediye’den zerre kadar taviz vermeyecek. Efendimiz öyle buyuruyorlar, “Nefsinizi muhakkak hesaba çekiniz.” biraz önce          Hafız Osman kardeşim okudu. “Al bakalım kitabımı bir oku ne yaptığını hep içinde bulacaksın” diyor ayeti kerime. Onun için diyeceğiz ki “Ya Rabbi! Ya Rabbi! Dostlarının yolunda bizi daim kıl. Bizi nefsimize, hevamıza, hevesimize bırakma Allah’ım.” diye dua ve niyazda bulunacağız inşallahu Rahman. Üstadımız neyi veriyorsa alacağız inşallah.

Bakın bir hatırayı anlatayım: Efendim Cennet Mekan rahmetullahi aleyh ezanı Muhammediye okunduktan sonra hani diyoruz ya “Allahümme Rabbe hezihiddağvetid daemmeh” diye, Efendim bunun arkasından birde Fatiha-yı Şerife’yi okurdu. Fatiha-yı Şerife’yi okuduktan sonra Efendimiz aleyhisselatü veselamın ve Bilal Habeşi Hazretlerinin ruhuna bağışlardı. Bizde Efendimden bu şekilde öğrendik. Biz arkasına birde Abdullah Babamı ekliyorduk. Onun ruhuna bağışlama yapıyorduk. Ama hep diyordum ki “Acaba bunun hikmeti nedir? Cennet Mekan niye bu Fatiha-yı Şerife’yi okuyor?” Ve karşımıza şöyle bir durum çıktı:

Bilal Habeşi radıyallahu anh Hazretleri duvarın dibine oturmuş hüngür hüngür ağlıyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam “Ey Bilal! Ne seni böyle ağlatıyor, nedir derdin?” deyince, “Ya Rasulullah! Benim hiç çocuğum olmadı. Ben vefat ettikten sonra benim arkamdan Fatiha-yı Şerife’yi okuyacak kimse de yok.” diyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam bakın ne diyor, “Ey Bilal, üzülme! Bizden sonra öyle insanlar öyle güzel insanlar gelecek ki her ezanı Muhammediye’nin arkasında seni de Beni de Fatiha’dan eksik etmeyecekler” Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Evet…

Sayu gayret ederse derviş nefsi mülhimeye ulaşır, “Nefse birtakım kabiliyet ve ilham edene and olsun” diyor. Artık derviş öfkeyi sabra çevirmiştir. Kibri tevazuya çevirmiştir. Yalanı doğruluğa çevirmiştir ve Allah’ın her dem kendisini gördüğünü, işittiğini bilmeye başlar. Hani diyor ya Efendimiz, “İhsan odur ki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ve taatte bulunmanız  Allah’ı görmeseniz de her dem Onun sizi gördüğünü bilmenizdir.” Derviş bu hal üzere olur ve yavaş yavaş görünenin gerisindeki hakikatleri kavramaya başlar. Bir misal veriyorum:

Kırmızı ışıkta duruyorsunuz. Yeşil ışık yanar, bir iki saniye sonra önünüzdeki araç gider. Devam edersiniz, elli metre ilerde bi bakarsınız ki ihtiyar bir zatın yavaş yavaş yolu geçtiğini görürsünüz. Tam siz oraya doğru gelirken o da kaldırıma çıkmış olur. Bakarsınız ki muazzam bir sevki ilahi var. Yapan biziz ama bide bizi sevk eden var ve derviş Ebu Bekir radıyallahu anh Hazretlerinin o durumunu yavaş yavaş müşahede eder. Nedir o, “Hiçbir nesne görmedim ki o nesnede önce Allah’ı sonra nesneyi görmeyim” diyor. Hakikatleri görmeye başlar. Tabi bu makama geldi mi derviş bir takım haller zuhur eder. Hu, Hu, Hu Allah telkin edilir. Bazı derviş kardeşlerimiz de böyle gece rüyalarında Efendim bize “Hu Allah” dememizi telkin etti, diye geliyor. Doksan beş yılıydı. Efendim Cennet Mekan’a biri geldi. Dedi ki “Efendim bana Hu esmasını okumamı telkin ettiniz.        Mübarek durdu, sonra tebessüm etti. Dedi ki “Oğlum, namazlarını kılmıyormuşsun da Hu olan Allah’a yönel demek istemişim sana. Yadeyse hu makam kim sen kimsin” dedi. Onun için bunlara da hiç aldırmamak lazım. İstikamet üzere yürümeye çalışmak lazım. Bu makamdayken kısmi olan bazılarında Rasulullah Efendimizi görme hali olur. Ama Cennet Mekan derdi ki “Ne kökü ne de dalı olmayan bir ağacın meyvesini görme gibidir oğlum. Fazla itibar olunmaz. Ancak üstadına sıkı sarılırsa belki Rasulullah Efendimize sorduğu sorudan cevap alır.”

Mevlana Hazretleri bu makamdayken şöyle bir hadise yaşıyor: Biri geliyor Mevlana Hazretlerine diyor ki “Efendim filan hadiste şöyle ek var diğer hadis de bu ek yok. Hangisi sahih?” Mevlana Hazretleri, “Şu anda kitap yanımda değil, medreseye gidelim, orada bakalım hadis kitaplarına” diyor. O sırada içeriye de Şems Hazretleri giriyor. Şems Hazretlerine soruyor. Mübarek de diyor ki “Niye sözün sahibine sormuyorsun?” Mevlana Hazretleri murakabe ediyor, soruyor. Cevabı verdikten sonra diyor ki “Üstadım Allah sizden razı olsun. E vallahi Efendimiz aleyhisselatü vesselamın bu hadisi şerifi sahabeyi kiram hazeratına okuduğu yeri gördüm elhamdülillah.”

Bunlar olur mu Hocam? Allah diledi mi neler olur, neler olur, neler olur. Rabbim ulaştırsın inşallah.

Nefsi mutmain makamına ulaşır itminan olan nefis demektir. Bu makama geldi mi kişi veli olur. Kabir haline vakıf olur. Bir kabrin yanından geçerken kabir ehli der ki, “Nereye gidiyorsun? Hiç selam sabah vermiyorsun?” Nasıl zahir de insanları görüyorsa manevi olarak da görmeye başlar. Kabir haline vakıf olur. Efendimiz aleyhisselatü vesselama İbni Ömer geliyor, “Ya Rasulullah! Mezardan biri çıktı. Bana dedi ki ‘Ey Abdullah bana bir su verir misin?’ Sonra iki tane siyah giysili kimse çıktı, ‘Yoluna devam et bunun su içmeye hakkı yoktur’ dedi ve azap ede ede onu kabre indirdiler” diyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam “O ebu cehildi, yanındakiler de zebanilerdi. Kıyamet sabahına kadar ona azap ederler. Senin bu gördüğüne de kabir haline vakıf olma derler.” diyor. Evet, bu makam böyledir. Bu makamda nagib ve nagibi nugabalık makamları tevdi edilir. Abdullah Babam, “Oğlum, ben nagibim iddiasında olan varsa, mezar taşını sök, bu mezarda bulunan adam hakkında bilgi ver de senin nagibliğini bileyim. Eğer adam cevap veremiyorsa o adamlara görev teberrüken verilmiştir. Makam olarak verilmemiştir.” derdi Cennet Mekan.

Bu makam da yine nefis kişinin arkasında kendisini takip eder. Asla buna kolaylık vermez. Abdullah Babamın bir hatırası vardır: “Oğlum, yine böyle seçimlere yakın bir dönemde ben Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin zakiriydim. Şu anda ismini vermeyeceğim Türkiye’de çok büyük bir cemaatin -rahmetli oldu- mutmain makamında vefat eden ders şeyhi bir zat vardı, onun dervişi. O zaman o zat da hayattaymış. Diyor ki Üstadımız bize dedi ki “Müslümanların partisi yüz küsur tane milletvekili çıkartacak.” Bende dedim ki “Benim Üstadım Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri on küsur tane milletvekili anca çıkartacaklar oğlum” dedi. Görelim bakalım dedi, diyor. Pazar günü seçim oldu. Pazartesi günü bu kardeşimizle karşılaştık. Bana selam vermedi. Çünkü Benim üstadımın dediği gibi on küsur tane milletvekili çıkarttılar. Mahcup bi halde bana selamı da kesti. Kafama takıldı Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine sordum. Üstadım bu hal nasıl olur oysa o zat da veli, diye sorunca dedi ki “Oğlum bazılarının dürbünü beş kilometreyi gösterir, bazılarının dürbünü beş bin kilometreyi gösterir. Onun gönlünden öyle geçmiş de öyle görmüş. Oğlum ama hakikat penceresinden baktın mı hadise dediğimiz gibidir.” dedi diyor. Anlıyoruz değil mi? O hani ben şeyh oldum falan diyenler varya hep buralardan bakıyorlar. Onun için Rabbim ayırmasın, istikamette daim kılsın inşallahu Rahman. Çok anlatılacak mesele var vaktinizi de almak istemiyorum.

Bir üst makamı da söyleyeyim radiye makamına ulaştı mı insan bu makama ulaştı mı kırklar divanına girmeye başlar. Radiye makamına geldiği zaman bu makamda enteresan bir şey olur. Efendimiz şöyle anlatmıştı: efendimiz aleyhisselatü vesselama “İçinizden geçenleri açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi muhakkak hesaba çekecektir” ayeti inince sahabeyi kiram, Efendimizin evinin etrafına toplandılar, “Ya Rasulullah! O kadar ağır bir ayet indi ki biz bununla nasıl amel edeceğiz? İçimizden neler geçiyor neler” dediler. Efendimiz biraz durduktan sonra dedi ki “Ey ashabım! İçinizden bir iyilik geçerse bir sevap, o iyiliği yaparsanız Allah-ü Teâlâ on iyilik ve yedi yüze kadar karşılık verecek. Bir kötülük geçerse herhangi bir günah yok, eğer o kötülüğü yaparsanız sadece bir günah yazılır” ve devamında “Hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemeyiz” ayeti kerimesi indi. Efendim “Beşinci makamın sonuna gelen kimseler kalplerinden geçenlerden mesul olur oğlum” derdi. Oysa Kuran âlimleri, uzmanları diyorlar ki nasuh-mensuh mevzuu vardır, neshedilmiş ayetlerdir. Abdullah Babam böyle söylediği için anlatıyorum. Bu makam böyledir, hala şunu anlatmıştı: Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin beşinci makamda bulunan bir dervişi varmış, isim vermiyorum. Yine kendisine bir bayan gelmiş daha doğrusu bir bayanı görmüş. Bayanın da dul olduğunu duymuş. Aklından, bu bayanla nikâh edebilirim inşallah, demiş. Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerinin yanına girince, “Falan efendi diyor Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, senin dersini aldım. Senin bütün makamlarını aldım. Şimdi burayı terk edip gidebilirsin. Artık bizim hiçbir şeyimiz değilsin.” diyor. Beşinci makamda içinden sadece geçirdiğinden dolayı… Onun için ben şeyhim diyenler, uçanlar, kaçanlar bunlar öyle kolay işler değildir. Cennet Mekan elini sallardı. Hala bir şeyh efendi vardı da Efendimle Ankara’da beraber bulunmuştuk. Şeyh efendinin yanında dedim ki “Efendim o şeyh efendi Buharalı şeyh” dedim vefat etti. Ah oğlum şimdi gördü şeyhliği orda dedi. Onun için bu işler lafla olmuyor. Üç günlük dünyada bu tür şeylere tenezzül etmemek lazım. Züğürt adamın zenginim diye bağırmasına benzer bu.

Bir üst makama çıkar ki mardiyye makamıdır. O makama çıktı mı artık, “Allah’ın dostları için hiçbir korku yok mahzun da olmazlar” ayetinin muhatabı olur. Cennetle müjdelenenlerin makamlarıdır ve kendisi Hafız ismini ile taltif olunur, muhafaza altına alınır. Bu makama geldi mi kişinin şeytanı dahi ya iman eder yahut da kişiyi terk eder derdi Cennet Mekan. Efendimize soruyorlar “Ya Rasulullah! Herkesin şeytanı var diyorsunuz. Sizin de var mı” diyorlar. “Tabiki var” diyor Efendimiz aleyhisselatü vesselam, “Çocuk kız çocuğu doğarsa erkek, erkek çocuğu doğarsa dişi olaraktan cin taifesi verilir, şeytanlardan verilir kendisine” buyuruyor. “Ya Rasulullah! Sizin şeytanınız ne yapıyor”, Efendimiz aleyhisselatü vesselam “Eh, o da Benim imanıma takat getiremedi de İslam oldu” diyor. Bu anlatılanlar hikaye değildir. Bunlar bir mürşidi kâmilin yaşadığı ledünni ilimle aktardığı meselelerdir.

Sonra safiyet makamına ulaşır ki Efendimizin Miraç’da çıktığı o yolları ruhi olarak tekrar çıkar. Allah’a ruhu arz olunur. Ruhu arz olunduktan sonra fenafillah derler ki Allah’ın bütün sıfatlarında fani olur. İşte bu makama ulaşan kimseye derviş derler. Dervişlik makamı budur. Eğer bu zatların içerisinden bir mürşidi kâmil, peygamber varisi bir kimse seçilecek olursa bu zata kutbul aktab derler. Eğer bunların içerisinden bir başka, derecesi bi düşük olan seçilecek olursa Ebu Bekir Efendimizin varisi olarak gavsül azam derler. Eğer bir başkası seçilecek olursa sırrı hilafet makamı Hazreti Ali kerremallahu veche olur. Eğer Hazreti Ömer ile Hazreti Osman Efendimizin varislerine yani onların ruh hali gibi olursa onlara da kümmeleyni evliya derler. Bunlar tâ beşinci, altıncı makamdan itibaren seçilmeye başlarlar. Bunlara da Ricalül Gayb erenleri derler. Evet, Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah. İşte Abdullah Babamız buraları hep geçen ve dervişlerini buralara ulaştırmaya çalışan bir hakikat erbabıdır.

Yav sizin üstadınız da vefat etmiş… O zaman şöyle bir misal vereyim. Hasan el Harakani Hazretlerinin dervişi hastaymış, geliyor: Evladım niye telaş ediyorsun? Can kuşu bedenden çıkacak diye korkuyor musun, diyor. Evet efendim, diyor derviş. Korkma, korkma bir şey olmaz. Biz ölsek, aradan otuz yıl geçse, biz yine geliriz de yine seni alır gideriz dünyada ki gibi. Bizim için o âlem bu âlem fark etmez evladım, diyor. Aslında mübarek büyük bir sır veriyor orada. Hasan el-Harakani Hazretlerinin dervişi iyi oluyor. Hasan el-Harakani Hazretleri vefat ediyor. Otuz yıl sonra o derviş hastalanıyor. Sekerat haline geliyor. Oğlu da başucunda bekliyor, “ve aleyküm selam efendim”, diyor babası. Oğlu diyor ki, “Hayırdır baba ne oldu?” “Oğlum, Hasan el-Harakani Hazretleri ile ahirete irtihal etmiş dervişler geldiler de gidecez dediler. Hakkını helal et.” diyor. Ruhunu teslim ediyor. Evet bir sohbetinde bulunmuştum, rahmetullahi aleyh Tahir Büyükkörükçü Hoca Efendi öyle diyordu, “Ben üstatlarımdan duydum. Mehdi Resul Konya’ya, Mevlevi dergâhına gelecek. Cehri olarak Allah’ı zikredecek. Biatları kabul edecek değerli Müslümanlar” diyordu. Geçen Cübbeli Ahmet Hoca Efendi de aynı mevzuları söyledi. Abdullah Babam bundan yıllar önce şöyle demişti, “Bazı mahrem mevzular var anlatamam onları ama Mehdi Resul illaki gelecek, illaki gelecek. Burada biatlar alacak. İslam dünyasının dirliği birliği beraberliği için burada muazzam kararlar alınacak. Bizim dergâhımızın ne olduğu o zaman ortaya çıkacak oğlum, göreceksiniz.” derdi Cennet Mekan. Evet. “Niye efendim böyle” derdim. Cennet Mekan derdi ki “Mirac’a çıktığında Efendimiz aleyhisselatü vesselama Allah-ü Teâlâ dedi ki “Ya Muhammed! (aleyhisselatü vesselam) Tayyibe’yi mi istersin, Dımaşk’ı mı istersin, Kınnesreyn’i mi istersin, dedi. Efendimiz aleyhisselatü vesselam Tayyibe yani Medine’yi Münevvere’yi isterim Ya Rabbi! Dımaşk (Şam) değil, Kınnesreyn (Konya) çift başlı kartalın olduğu yerde değil. Bu üç şehir beldeyi muhayyere oğlum, derdi. Cennet Mekan Alpaslan Hazretleri Anadolu’ya girdi. Konya’yı başkent yaptılar. Muhiddin el-Arabi Hazretleri Konya’ya geldi. Ertuğrul Gazi Hazretlerin manevi terbiyesi için biliyorsunuz kendisi bizatihi ilgilendi. On yedi yaşında Osman Gazi Hazretleri geldi. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin dergahında Fatiha’yı şerifeler okudular ve dualar ettiler. Mevlana Hazretleri Devleti Osmaniye hayırlı mübarek olsun, dedi. Deccaliyet asrına kadar devam edecek, dedi. Konya’da karar aldılar, bizim hicretimiz dahi Konya’ya oldu oğlum. Mehdi Resul’de buraya gelecek. Bizim dergahımızın ne olduğu da o zaman ortaya çıkacak. En basit dervişimizin manen alacağı vazife kuru bir ağacın yanına vardığında Allah’ın izniyle meyve ver dediği zaman şakır şakır meyvesini verecek.” derdi Cennet Mekan. Rabbim ulaştırsın inşallahu Rahman. Ama tabi o zamana kadar aşk ve muhabbetle gitmek önemli. Aşk Eri Mevlana’mızdan bir misal daha vereyim, sözü bitirmek istiyorum. Mevlana’mız diyor ki Hazreti Osman-ı Zinnureyn Efendimiz hutbe irad etmek için çıktı. Sahabeyi kiram ve tabiinden insanlar vardı. Minbere çıktı. O “Elhamdülillahi Rabbil âlemin essalatü vesselamü ala rasulina Muhammed” diyordu (aleyhisselatü vesselam) Bütün sahabe hıçkırıklar içerisinde ağlıyordu.

Diyorlardı ki “Biz niye ağlıyoruz?”

Sonra içlerinden biri dedi ki “Görmüyor musun? Muhammedi nuru bezenmiş bir er görüyoruz karşımızda.

Evet kardeşlerim. O, Abdullah Babamın nurunu bezenmiş bir halde Mehdi’ye ulaşmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin inşallah. Allah hepinizden razı olsun. Hakkınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah…

Abdullah Baba Hz.lerinin 10. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemîn. Velagıbetülilmüttegîn.Vessalatü vesselamü alâ seyyidina venebiyyina ve şefîina Muhammed. ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn. Euzübillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim.

Vemimmenhalaknaümmetüyyehdünebilhakkîvebihîyağdılün. Sadakallahülazim.

Vebelliğna rasulunennebiyyül kerim ve nahnü ala zalike mineşşakirineşşahidinebi kalbin selim.

İslam ve Tasavvuf dünyasının müstesna bir ferdi olan Hadim-ül Fukara Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin Hakk’a vuslatının onuncu yıl dönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız. Muhterem Üstadımız, Allah’a karşı tam bir teslimiyetle birlikte almış olduğu manevi vazife ile ümmeti Muhammed’in irşat ve ikazına ömrünü harcamış müstesna bir şahsiyettir. İçinde bulunmuş olduğumuz deccaliyet asrında, Muhterem Üstadımızın himmetine, feyzine, bereketine daha fazla muhtaç durumdayız. Zira ahir zaman fitnelerinin ümmeti Muhammed üzerine sağanak bir şekilde bir zamanı ve dönemi yaşıyoruz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem mucizeyi peygamberiye olarak ümmetinin bugün başına gelen hadiseleri bindörtyüz küsur sene önce haber vermiş, ümmetini dikkatli olmaya davet etmiştir.

Huzeyfe (ra) Hazretleri buyuruyorlar ki:

“Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdı ve bize sohbet etmek için minbere çıktılar. Taki öğle vakti girene kadar Efendimiz aleyhisselatü vesselam sohbet ettiler. Sonra bize namazı kıldırdılar. Sohbete kaldıkları yerden devam ettiler. İkindi vakti girdi. Tekrar namazı kıldırdılar ve ümmetinin başına kıyamete kadar gelecek bütün hadiseleri tek tek anlattılar.

Bizde kendisine dedik ki “Ya Rasulullah, bahsetmiş olduğunuz bu felaketler bu sıkıntılar ümmetin başına ne zaman gelecek?”

Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Gününüzden arta kalan kadardır.”buyurdular. Biz güneşe baktığımızda nerdeyse dağın arkasına doğru geçmek üzereydi.

Rahmet Peygamberi biraz sonra zikredeceğim hadiseleri ümmetine ahir zamanda meydana gelecek tuzaklara düşmemesi adına öğütlemiştir.

Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyurdular ki, “Ümmetim ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak”,(meşayıhı kiramın şöyle bir ifadesi var,“Bu hadisi şerif ile ilgili belki Efendimiz aleyhisselatü vesselam çokluktan kinaye olarak yetmiş iki dedi. Belki bin fırkaya ayrılacak dediler.”)Yetmiş ikisi fırkayı daalle sadece bir tanesi fırkayı naciyedir.”

Sahabeyi kiram sordular “Ya Rasulullah! Bu bir fırkayı naciye kimdir?”Selamete çıkanlar kimlerdir, dikkat edin buraya,

Allah Rasulü Benim ve Ashâbımın yolu üzere olan fırkadan başka hepsi cehenneme gider.” (Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sâğîr)buyurdular. Şimdi ehlisünnet velcemaat olduğunu iddia eden ama şeytanın tuzaklarına düşmüş olan farklı meşrep ve mezhepte karşımıza çıkan nice insanları görüyoruz.

İbni Mesud (ra) Hazretleri şöyle bir hadise anlatıyor:

Allah’ın Resulü ile sohbet ediyorduk. Efendimiz aleyhissalatü vesselam yere düzgünce bir çizgi çizdiler ve dediler ki,“Ey ashabım, işte bu sıratı müstakim olan yoldur.”Sonra kenarına çizgiler çizmeye başladılar ve “Şu yollarda başında şeytanın bulunmuş olduğu sıratı müstakimden ayıran yollardır.” dediler ve şu ayeti kerimeyi okudular:

“Bir de bu benim dosdoğru yolumdur; hep onu takip edin, sizi onun yolundan saptırıp parçalayacak başka yolları takip etmeyin! Duydunuz ya, O, korunup takva sahibi olasınız diye bunları size emretti.” (En’am/153)

Maalesef günümüzde Efendimiz aleyhisselatü vesselam Hazretlerinin işaret buyurduğu gibi sıratı müstakimde olduğunu söyleyipde belki dile bile alamayacağımız acayip garaip hadiseleri işitir oldum. Rabbim ümmeti Muhammed’e hidayet etsin inşallahu Rahman. Bu sapıtmışlıktan bir tanesi Hazreti Muhammed aleyhisselatü vesselam Hazretlerini yok saymaktır. Efendimiz aleyhissalatü vesselam Hazretlerine,“Siz O Muhammed’e tâbi oluyorsunuz aslında siz, O Muhammed’e tapıyorsunuz.”diyorlar. Siz onun hadisi şeriflerini aslında tatbik ediyor diyorsunuz da gerçek de siz Kuran’dan başka kitaplara tabi oluyorsunuz ona inanıyorsunuz diyorlar oysa Rabbimiz Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri;

“De ki: Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez”(Al-i İmran/32) diyor.

Gerçi bu ifadeleri Yahudiler, Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselamın döneminde de söylüyordu. Medineyi Münevvere’de Efendimize dediler ki,

“Ya Muhammed(aleyhisselatü vesselam) biz zaten Allah’ı seviyoruz. Allah da bizi seviyor. Sen ne oluyorsun ki biz Sana tabi olacağız?”

Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Hazretleri tekrar ikaz etti. Efendimizin şahsında bindörtyüz küsur sene sonra yine kullarına hitap ediyor,“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”(Âl-i İmran/31)

Demek ki muhabbetullaha vasıl olmak Hazreti Muhammed-ülMustafa’nın yolunda gitmekle mümkündür. Onu sevmekle mümkündür. Ona tabi olmakla mümkündür. Onun karşısında irade koymamakla mümkündür. Şimdi profesörler çıkıyorlar, siz peygambere tapıyorsunuz, diyecek kadar küstahlaşıp televizyon ekranlarında insanlara sözüm ona vaaz ediyorlar. Bakın Aşk Eri Mevlana’mız ne diyor:

Cenabı MuhammedMustafa’ya, sahabeyikiramla bir hurma bahçesinde oturdukları sıradabir karpuz getirdiler.Sahabeler de onu suyun içerisine koydular.Efendimiz aleyhisselatü vesselam biraz sonra dediler ki,ey ashabım şu karpuzu getirseniz de yesek.Sahabeden bir tanesi dedi ki, ya Rasulullah biraz daha soğusa da yesek miki?Birbaşkası da, ya Rasulullah yemeği yiyelim üzerine yesek olmaz mı?

Efendimiz aleyhisselatü vesselam Hazreti Ali Efendimizin yüzüne baktı. Hazreti Ali Efendimiz hemen gitti, karpuzu getirdi.Efendimiz aleyhisselatü vesselamın önünde kesti. Buyur ya Rasulullah, dedi.

Sahabeler dediler ki ya Ali o kadarını biz de yapardık. Ama Efendimiz daha iyisini yesin diye biz böyle söyledik. Dikkat edin buraya,Mevlana Hazretleri ne diyor, Hazreti Ali Efendimizi nasıl konuşturuyor, diyor ki,

Aklını Hazreti MuhammedMustafa’nın yolunda kurban et.Hasbiyallah de ki OAllah sana yeter.Hazreti MuhammedMustafa senin kadar bilmiyor mu, diyor.

Evet, Müslümanlar bizde Hazreti Muhammed-ülMustafa’nın yoluna tabi olmak mecburiyetindeyiz. Yani sadakatlebağlanmak mecburiyetindeyiz. Nasıl bir sadakat? Sıddıkiyet makamının sultanı Hazreti Ebubekir(ra) Hazretleri gibi…

Biliyorsunuz, Efendimiz Miraç’tan dönünce müşrikler,“Biz bu hadiselere pek inanmadık da gidelim bir de Ebubekir’e soralım” dediler. Ebubekir Efendimize vardılar ve dediler ki “Gördün mü senin adam bir gecede Mescidi Aksa’ya, oradan göklere, Cennet’i Cehennem’i gezmiş gelmiş. Böyle bir şey mümkün mü?”

Ebubekir Efendimiz dedi ki, “Onu eğerMuhammed-ül Mustafa söylüyorsa doğrudur.

Ve doğruca Efendimiz aleyhisselatü vesselamın yanına geldi. Efendimiz mübarek cemalini Ebubekir Efendimize döndürdü. Şöyle diyordu hal lisanıyla,

“Ya Rasulullah, Benim şu gözümün gördüğünedeğil Sizin ağzınızdan çıkan söze itibar ederim. Teslimiyet ve sadakat ancak bunu gerektirir.”

Onun için diyor ki Aşk Eri kendi lisanında söylüyorum:

Men bende-i Kur’anem eger can darem

Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem

Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem

Bizarem ez u vez an suhen bizarem

Sağ olduğum müddetçe Kuran’ın bendesiyim ben

Hazreti Muhammed Mustafa’nın yolunun tozu toprağı yine ben,

Biri benden bundan başkasını naklederse,

Ondan da onun sözünden de şikâyetçiyim, diyor Mevlana Hazretleri. Rabbim yolundan ayırma bizleri.

Evet, Muhterem Üstadım Abdullah Babam:

“Tabi ki Hazreti Muhammed-ül Mustafa bir beşerdir. Ancak sıradan bir beşer değil. O”Hayrul Beşer”dir. Onun sözleri sıradan söz değil, Allah’ın kelamı ilahiyyesidir, derdi ve “O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.”(Necm/3-4) ayeti kerimesinin fehvasınca Allah’ın konuşturmasıdır.”derdi. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

Aşk Eri Mevlana Hazretleri öyle diyor,“Sen Onu sıradan bir beşer olarak görme. Ebu cehil de bir insan evladıydı. Muhammed-ül Mustafa da bir insan evladıydı. Ancak putların önüne gelince ebu cehil eğilir, putlara secde ederdi. Muhammed-ül Mustafa putların önünden geçerken bütün putlar Ona secde ederdi.”

Belki birileri karşınıza çıkabilir. Bu ahir zaman fitnelerini sürekli salık olarak veriyorlar, “Hadisi şeriflere fazla da itibar etmeyin. Çoğu sahte sahih değil.”Diyorlar. Bunlara sakın itibar etmeyiniz. Çünkü Efendimiz aleyhisselatü vesselam,“Karınlarınız tok sırtlarınız da bir yere yasladığınız bir halde emir ve yasaklarıma dair benimle ilgili bir haber geldiğinde ya hadisi şerifleri Onun sözlerini de bırakın da biz Kuran’daki İslam’a bakarız dediğiniz bir halde mahşer gününde karşıma gelmeyiniz” (ebu davud, sünnet, 5(6), imaret,33; tirmizî, ilim, 10; ibn mace, mukaddime, 2; darimî, mukaddime,49; ahmed b. hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8)diyor.

İbni Mesud (ra) Hazretleri sahabeyi kirama sohbet ediyorlarmış. Sohbet esnasında kadınlarla ilgili şöyle bir meseleden bahsediyor:

Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyorlar ki vücuduna dövme yaptıran kadınlar (O dönemde vücutlarına ben yaptırırlarmış. Güzelleşme uğruna kaşlarını aldıran kadınlara, dişlerini törpületen kadınlara, bedenlerini beğenmeyip de bedenlerine müdahale ettiren kadınlara Allah lanet etmiştir.”buyuruyor.

Tabi bu hadisi şerif Medine’yi Münevvere’de Esedoğullarından Ümmü Yakub isimli bir kadının kulağına gidiyor. İbni Mesud Hazretlerine geliyor diyor ki “Sen böyle bir hadisi şerif okumuşsundoğrumu?”O da diyor ki “Tabiki doğru”Bunun üzerine kadın(bakın burası çok önemli)“Ben Kuran’ın içerisinde böyle bir yasağa rastlamadım. Kur’an’da böyle bir şey yok ki!” diyor.

İbni Mesud Hazretleri,“Demekki sen Kur’an’ı okumamışsın. Zira Haşr suresinde Allah-ü TeâlâZülcelal Hazretleri,“Peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının”(Haşr/7) ayetini demi okumadın, diyor.

Onun için diyeceğiz ki Efendimiz aleyhisselatü vesselam bize neyi emrettiyse alır başımıza taç ederiz neden men ettiyse biz ondan da kaçarız. O Amentü’deki “verusuluhi” diye okuyoruz ya o imanın muhtevasında bunlar da vardır.“Feintevellev”in(yüz çevirmesinler) içinde bunlar da vardır. Rabbim, Efendimiz aleyhisselatü vesselama hakkıyla bağlananlardan eylesin.

Misyoner faaliyetleri gösteriyorlar ve Türkiye’de bazı maşalarıyla birlikte bir takım gündemler oluşturmaya çalışıyorlar. Bunların içerisinde şöyle bir şeyi de ümmetin içerisine salık vermeye başladılar,“hırıstiyanlar da yahudiler de Cennet’e gideceklerdir” diyorlar. Allah-ü Teala Hazretleri“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır.”(Âl-i İmran/85) diyor.

Efendimizden önce bütün peygamberler kabilelere ve kavimlere gelmiştir ancak Muhammed-ülMustafa âlemlere gelmiştir. Bütün peygamberler Efendimize hazırlanmıştır. Bütün suhuflar bütün kitaplar, Kur’an’a hazırlanmıştır. Son inen ahkâm son inen kanundan sonra önceki kanunların hiçbir hükmü kalmamıştır. Onun için Rabbimiz,“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’dan razı oldum.”(Maide/3)buyuruyor. Ama onlar (biliyorsunuz testis inancı vardır hırıstiyanlarda: baba, oğul, kutsal ruh diyorlar) bu adamların Cennet’e gideceğiniiddia ediyorlar. Allah-uZülcelal Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de, “(Allah’ın bir mucizesi olarak İsa şöyle) dedi: «Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı.»”İsa Aleyhisselam ey Allah’ım Ben ancak ve ancak Senin kulunum, diyor. Allah’ın oğlu olurmu? Onun denkliği olmaz. Doğmaz, doğurulmaz. Haşa olmaz öyle şey. Onlara bir de Efendimizin üzerinden mesaj vermek istiyorum:

Efendimizin o güzel ahlakıyla ahlaklanmak için çocuklarını hep Efendimizin yanına hizmet etmeleri için gönderirlerdi. Yahudiler dahi gönderiyorlardı. Bir Yahudi çocuk geldi. Efendimize hizmette bulundu. Bir zaman geçti. Çocuk gelmemeye başladı. Efendimiz aleyhisselatü vesselam merak etti. Nerde bu çocuk diye sordu. Dediler ki “Ya Rasulullah! O şu anda hasta.”Efendimiz aleyhisselatü vesselam da gittiler çocuğu ziyaret ettiler. Efendimiz çocuğa dedi ki “İstermisin sen Muhammed’in dinine giresin?”Çocuk gayri ihtiyari döndü, babasına baktı. Babası dedi ki “Seni serbest bırakıyorum. Nasıl istersen öyle hareket et.”ve çocuk Efendimizle birlikte kelimeyi şahadet getirdi. Allah’ın Rasulü, mübarek gözlerinden yaş akarken ellerini kaldırdı,“Bu çocuğu Cehennem ateşinden kurtarıp ta İslam nuruyla nurlandıran Allah’a hamdolsun.” diye dua ettiler. Demek ki yahudiler cennete gidemiyorlarmış.

Bu operasyonu Mevlana Hazretleri üzerinden “Gel ne olursan ol yine gel” diye çok yapmaya çalıştılar. Mevlana’mız, Rum diyarında olduğu için o dönemde de çok mücadele etti. Mevlana’mız bir gün yolda giderlerken karşısına bir papaz geliyor. Mevlana Hazretleri papaza bakıyor diyor ki “Papaz Efendi sen mi yaşlısın sakalın mı yaşlı?” diyor. Papaz diyor ki,“Tabi ki ben yaşlıyım, sakalım daha sonra çıktı. Niye sordun ki?” diyor.

Mevlana Hazretleri, “Sakalın kemale ermiş, bembeyaz nur gibi duruyor da sen hala küfür çirkinin içinde simsiyah duruyorsun. Ey papaz efendi! Bu pazarda ne İsa’nın ne Musa’nın akçesi geçer. Devir hazreti Muhammed’in devridir. Bu pazarda Hazreti Muhammed Mustafa’nın akçesi geçer.”Diyor. Onun için devir Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın devridir.

Diyorlar ki biz İbrahim’i dinlerin çocuklarıyız. Çan, hazan ve ezan diyorlar, biz İbrahim’in çocuklarıyız diyorlar.

“İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; fakat O, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran/67) diyor ayeti kerimede. Eğer biz düsturumuzu Kur’an ve Sünnet’ten almış olsaydık dünya menfaati karşılığında böyle bayağı şeylere girişmiş olmazdık. Evet, dinler arası diyalog diye bir şey yoktur. Bakın Rabbimiz kullarını nasıl öğütlüyor,“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar.”(Maide/51)

Ukrayna’da seksen kişi öldü diye Amerika’nın dışişleri bakanı gidiyor, yas ilan ediyorlar. Binlerce yüz binlerce Suriyeli ölüyor kılını kıpırdatmıyorlar. Hani dosttunuz siz? Biz İsa Aleyhisselama Musa Aleyhisselama imanın gereği olduğu için inanırız da onlar Peygamberimize terörist diyecek kadar alçaklaşmışlar, bunu nasıl kabul edebiliriz? Avrupa’da bir kilisede üçü yani Hıristiyan, Yahudi ve sözüm ona Müslüman’ım diyenler toplanıyorlar. Müslümanlar da ezanı Muhammediye’yi  okuyor. Bakın ezanı Muhammediye diyorum Muhammedî ezandır. Müezzin efendi “eşhedüellailaheillallah”, diyor ondan sonra “hayyealessalah hayyealessalah”a geçiyor. Eşhehüenne Muhammeder-rasulullah” demiyor. Niye demedin diye soruyorlar,“E vallahi unuttum” diyor. Unutanı da unuturlar.

Rabbim bunlara fırsat vermesin. Efendimiz Uhud’a savaşa giderken Abdullah ibni Ubeyd üç yüz yahudi ile Efendimizin safına katıldı. Efendimiz İslam ordusuna şöyle bir baktı. Onları görünce buyurdular ki,“Bunlar İslam oldular mı?” Sahabeler, “hayır ya Rasulullah” dedi. Bunun üzerine Efendimiz, “Derhal onları ordunun içerisinden çıkartın. Bunların olduğu bir yere Allah’ın inamı, ihsanı, rahmeti, bereketi inmez.”buyurdular.

Evet böyle diyenlere hadi oradan deyin ve yolunuza sımsıkı yapışıp yolunuza devam edin kardeşlerim. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyurdular ki,“Ey ashabım!(Şahsında ey ümmetim)Sizin üzerinizden ilk alınacak şey samimiyetiniz. Huşu üzerinizden gidecek. Sonra namazları terkedeceksiniz. Sonra sapık supuk adamlar çıkacak da diyecekler ki kadınlar özel hallerinde namaz kılabilir, mescide girebilir.Öyleki ey ashabım!Sizler yahudiler ve hırıstiyanlara okadar çok benzeyeceksiniz ki(Efendimiz mübarek nalinini çıkardı)şu nalin diğer naline ne kadar benziyorsa sizde onlara o kadar benzeyeceksiniz.”dedi.Geçen İstanbul’da papaz vaaz ediyor,“Ey hırıstiyan kızları,boğazlarınıza kolye olarak istavroz takınız.Zira sizi Müslüman kızlarından ayırt edemiyorum.”diyor.

“Sizden öyle adamlar gelecek ki beş vakit namaz da neymiş canım üç vakit kılsanız yeter diyecekler” diyor Efendimiz aleyhisselatü vesselam. Eski diyanet işleri başkanı çıkmış, namaz üç vakittir beşi nerden çıkarttılar, diyor.

“Öyle insanlar türeyecekki içimizde münafığın fasığın ne işi var. Bizim imanımız gökteki meleklerin imanı gibidir.”Hani diyorlar ya kalbime bak kalbime diye. Nüfus cüzdanı Müslümanları.“Ey ashabım bu adamları gördüğünüzde iyi bakın. Zira Allah-uZülcelal Hazretlerinin mahşer gününde bunları deccal ile beraber haşretmesi Allah’ın üzerine bir haktır.”diyor. Rabbim muhafaza eylesin.

Peki, ne yapmamız lazım? Niyazi Mısri Hazretleri buyuruyorlar ki,

“Savmu salât-ı hac ile sanma zahit biter işin,

İnsanı kâmil olmaya lazım gelen irfan imiş”

Onun için bir irfan ehline bir mürşidi kâmilin himmet ve feyzine muhtacız. Kitapları okuyup da kitaplardan anladıklarını insanlara din diye yutturanların yoluna değil aklının erdiğini söyleyenlerin yoluna değil, Muhammed-ül Mustafa’nın yolunda süluk etmiş Allah- ı Zülcelâl Hazretlerinin övgüsüne mazhar olmuş kimselerin yoluna. Kim bunlar? Bir kutsi hadiste Allah-u Zülcelâl Hazretleri bakın mürşidi kâmilleri nasıl anlatıyor:

“Kulum Benimle iştigal etmeye başlayınca kulumun fikrini, zikrini, lezzetini, maksadını kendi zikrim üzerine sabit kılarım. Kulum Bana âşık olur Bende kulumu severim. Halkın yanıldığı yerde onlar yanılmazlar. Onların sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Onlar gerçekten benim yiğit ve bahtiyar kullarımdır. Ne zaman ki yer ehline azap edecek olsam onları zikrederim de onlar hürmetine bütün bela ve musibetleri kaldırırım. Peygamberler ismet sıfatıyla masum ve muhafaza altında oldukları gibi peygamber varisi evliyalar da mürşidi kâmil olan zatlar da muhafaza altındadırlar onlara hiçbir korku yoktur. Bunu Rabbimiz söylüyor,“Allah’ın dostları için hiçbir korku yok onlar mahzun da olmazlar”(Yunus/62) buyuruyor. Gerçi kelam ehlinin pek hoşuna gitmez bu söylediklerim. Tabi insanın bunu idrak edebilmesi için mana âlemine, o okyanusa, o ummana bir dalması lazım. Çünkü adamın aklı sadece okuduğu kadarına eriyor. Efendimiz aleyhisselatü vesselam yahut meşayığın görüşü onu hiç ilgilendirmiyor. Rabbim onlara da hidayet etsin inşallahuRahman. Çünkü Abdullah Babam manevi olarak vazifesini aynen devam ettirmektedir. Geçenlerde Avrupa’dan bir kardeşimiz geliyor. Sen, Abdullah Babamın evladımısın, diye soruyorlar. Adam diyor ki “Biz çok sıkıntılı bir aileydik. Gece rüyamızda bir zatı gördüm. O zât bana İslam’ı öğretti. Namaz kılmayı öğretti. Aralıklarla rüyamda gördükçe kendisinden İslam’ı öğreniyordum.

En son Türkiye’ye gelecektim. Efendim sizi nasıl bulabilirim (ben zannediyorum ki kendisi yaşıyor) dedim. Dedi ki “Evladım ben çok oldu ahirete irtihal ettim. İlla ki beni görmek istersen Nevşehir de Kale Camii var. Onun yanında da makamım var. Oraya gel, Beni ziyaret et. Zira Biz vazifemizin başındayız. Nerede daralırsan Ben sana yetişirim.” dedi diyor. Bu konularla alakalı yüzlerce hadise anlatabilirim ama vaktinizi almak istemiyorum. Birde Üstadımızın bir sohbet esnasında yapmış olduğu şu ikazı da yapıp sohbeti sonlandırmak istiyorum. İsterseniz Efendimin anlattığı gibi anlatayım. Cennet Mekân şöyle anlatmıştı:

Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselam sabah namazını kılar, namazdan sonra oturur zikrullah yapar bir de ikindi namazından sonra yaparlardı. Bir sabah namazı sonrası Efendimiz aleyhissalatü vesselam zikrullah yaptırdıktan sonra sahabeyi kirama sordular,“İçiniz de bugün rüya göreniniz var mı?”Sahabeler dediler ki “Biz görmedik.”Efendimiz aleyhisselatü vesselam dedi ki “Ey ashabım! Ben bir rüya gördüm. Sahabeyi kiram dediler ki “Hayrola hayırdır inşallah ya rasulullah”

Efendimiz: “Semadan bir ip inmiş, o ipe sımsıkı tutunmuşum, bir müddet sonra bıraktım. Ebu Bekir sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali tuttu ki Ali tuttuktan sonra o ip koptu, diyor.

Ebubekir Efendimiz diyor ki “Ya Rasulullah! Müsaade eder misiniz rüyayı ben tevil edeyim” Efendimiz buyur diyor.

Hazreti Ebu Bekir:“Vağtesîmü bihablillah”Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ayeti kerimesinin fehvasınca o ip Allah’ın ipidir. Sizden sonra ümmetin irşat ve ikazıyla Ben vazifelendirilsem gerek. Sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali, ancak Ali’ye gelince fitne kopacak ya Rasulullah, diyor.

Efendimiz aleyhisselatü vesselam,“İsabet ettin ya Ebu Bekir” diyor.

Hadise uzun özetliyorum. Taki Sıffin savaşında Hazreti Ali kerremallahu veche Hazretleri Müslümanların Müslümanları kılıçtan geçirdiğini görünce “Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim!” diye bağırmaya başladı. Bunun üzerine sahabeyi kiramdan MüslimeHavlani Hazretleri geldi,“Buyur ya Emir-el Mü’minin, bir emriniz mi vardı.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz,“Seni çağırmıyorum seni çağırmıyorum. Evladımdan Mehdi’yi çağırıyorum. Bu bölük pörçük durum o gelene kadar İslam dünyasından gitmeyecek.”diyor.

Belki buradaşu anda madde madde sayabilirim olacak hadiseleri. Çünkü Efendim kerameten bu hadiseleri hep anlatmışlardı ve şu güne kadar gerek Suriye’degerek Irak’taki hadiseler ve dünyadaki gelişen hadiselerin hepsini Cennet Mekân zaten önceden anlatmışlardı. Ancak bu konuşmalar internet ortamına girdiği için fitneye mahal vermemesi adına bunları detaylandırmak istemiyorum. Ancak önümüzdeki zaman dilimin de büyük bir siyasi çalkantıyla birlikte ümmeti Muhammed’in çok büyük sıkıntılara duçarolacağı bir zamana doğru gidiyoruz. Çünkü burası yani TürkiyeCumhuriyeti toprakları İslam’ın son kalesidir. Hilafet yani İslam’ın anahtarı bu topraklarda kaybedildi. Anahtar kaybedilen yerde aranır. Siyonistler yahudiler bunları çok iyi biliyorlar. Onun için her türlü oyunu ve tuzağı oynamaya çalışıyorlar. Pısırık bir İslam anlayışın da olmayınız. Her birimiz dava insanı olmak mecburiyetindeyiz. Ben namazımı kılıyım dersimi çekiyim de gerisine karışmayım bu pısırık bir İslam anlayışıdır. Birebir hepimizin tek tek insanları ikaz ve irşat etmesi lazım.Yani kısacası herkes dininin görevlisidir.Zira emri bilmagrufnehyianilmünker şeriatın emridir.Bu emir hepimizin üzerinedir.

Rabbim ümmeti Muhammed’i Hafız ismiyle hıfzı muhafaza etsin. Bütün Yahudilerin, siyonistlerin, Hıristiyanların kurmuş oldukları oyun ve tuzakları ve içimizde ki hainlerin tuzaklarını kendi başlarına makûs etsin.

Rabbim cümlemizden razı olsun.

AbdullahBabamın himmeti feyzi bereketi üzerimize olsun.

Allah’a emanet olunuz.

Abdullah Baba Hz.lerinin 9. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel âgıbetü lil müttegîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefîina Muhammed. Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmeîn ve nahnü alâ zalike mineşşakirin eş-şâhidine bi kalbin selim…

Euzü billahimineşşeytanirracîm, Bismillahirrahmanirrahim…

“Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” ﴾Bakara-269﴿

Allah’a karşı fütursuz bir iman ve teslimiyet, Cenabı Muhammed-ül Mustafa Aleyhissalatü Vesselama noksansız itimat ve bağlılığın müstesna örneği olan Üstadımız, Pirimiz Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk’a vuslatının 9. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız.

Üstadımızın ahirete irtihali fani âlemden baki âleme göç olmakla birlikte, bir “Şeb’î Aruz” yani sevenin sevdiğine kavuştuğu, diğer bir ifadeyle aşığın maşuğuna kavuştuğu bir an, bir zaman dilimidir. Şöyle ki:

Üstadımız hastalandıklarında hepimiz dualar ettik; “Ya Rabbi! Hayırlı ömürler ver. Sağlık, sıhhat, afiyetler ver.” diye. O ise bize dedi ki, “Evladım! Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’a gitmeye çalışıyorum. Sizde dualarınızla Beni arkamdan çekiyorsunuz, önüme set koyuyorsunuz. Bırakında çok sevmiş olduğum O Rabbime bir an önce ulaşayım.” Ve nihayet “(Onlar) Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.” ﴾Kamer-55﴿ ayeti kerimesi fetvasınca çok sevdiği Rabbine, aşk ve neşe içerisinde teslim oldu. Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah.

Bu hal, bu durum Cenabı Muhammed aleyhissalatü vesselam Hazretlerinin ümmetine bırakmış olduğu bir mirastır. Aşk Eri Mevlana’mız, Cenabı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerinin şebi aruzunu bize şöyle anlatıyor: “Âlemlerin Efendisi, Rebiulevvel ayında ahirete irtihalinin haberini önceden alınca geceleri uykuyu terk ettiler ve: ‘Ey Yüceler Yücesi Dost! Sana kavuşma zamanı yakın. Allah’ım Beni bir an önce kendine kavuştur.’ diye dua etti.”

Sonra, biliyorsunuz Hicri takvimde Rebiulevvel ayından önce safer ayı gelir.  Bu ay gelince Efendimiz (sav) buyurdular ki, “Kim Bana Rebiulevvel ayının girdiğini haber verirse Bende, Ona Cenneti müjdelerim.”

Sahabeyi kiramdan Ukkaşe (radıyallahu anh) Hazretleri -sahabeyi kiramın mürşidi kâmillerindendir- bir gün dedi ki: “Ya Rasulullah! Bugün Rebiulevvel ayının birinci günü!”

Hazreti Peygamber çok neşelendi ve “Ey Ulu Aslan! Cennet’te Sana mübarek olsun!” dedi. Efendimiz aleyhissalatü vesselam çok sevdiği Rabbine, “Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ – “Ey Allah’ım Yüce Dosta” diyerekten ruhunu teslim ettiler.

Görüyor musunuz ölümü düğün bayram edip aşk ve neşe içerisinde Allah’a gidiyorlar. Ama hidayeti kapalı olanlar da dünyayı gerçek âlem zannedip, dört elle dünyaya tutunuyorlar. Aşk Eri Mevlana Hz.leri diyor ki, “Tatlı suyun kıymetini bilmeyen kör kuşa, acı su Kevser görünür!”

Rabbim bizlere şuur ve idrak versin inşallah…

Şebi aruz yani neşe ile Allah’a kavuşmak sadece erkeklere mahsus değildir. Hazreti Aişe radıyallahu anha Annemiz: “Ben vefat ettiğimde naaşımı bekletmeyin! Tabutum giderken de kuru hurma dallarından yakında öyle götürün.” buyuruyorlar. Bir akşam vakti vefat ediyor. Hemen yıkayıp kefenliyorlar. Giderken de vasiyeti üzerine hurma dallarından yakarak götürüyorlar. Aişe Annemizin bu isteğinin manası şudur:

O gün için Arap toplumların da gelin alayı damat evine giderken hurma dallarını yakarlar, o şekilde gelini götürürlermiş. Yani Aişe Validemiz hal lisanıyla bize şunu anlatıyor:  “Ben çok sevdiğim Rabbime düğün bayram ederek gidiyorum.”

Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Bu şekilde ölümleri de bizlere nasip eylesin inşallah…

Tabi Onlar vefatları ile sadece madde âleminden çekilmişler, mana âleminde yani gerçek âlemde varlıkları devam etmektedir. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri buyuruyorlar ki: “Allah’ın eri mürşidi kâmiller ölmezler! Onlara ölü demek ancak bilmezlikten ve cehalettendir. Gerçi onlar bu âlemden çekilmişlerdir amma kendilerine tâbi olan tebaasını da arındırırlar, paklarlar ve her hallerine de tasarruf ederler. Mürşidi kâmiller bunlardır. Benim sözlerim sana garip gelmesin! Çünkü onlar ehli zikir, ehli safadır, ehli zikrin ancak bedenine ölüm ulaşır.”

Efendim Hazretlerinin türbesini biliyorsunuz. Orada çevre yolu var. Çevre yolunda uygulama yapan polislerden bir tanesi Efendim Hazretleri Cennet Mekân’a 3 ihlas 1 Fatiha’yı Şerifeyi okuyor ve bağışlıyor. Gece Abdullah Babamı rüyasında görüyor. Cennet Mekân polis memuruna diyor ki: “Evladım, namazlarını kılıyorsun ancak surelerinde eksikler var. Onları tamamlayıver de namazın tam olsun.”

İnsan şunu sormadan edemiyor: “Ölü olan kim!”

İmamı Rabbani Hazretleri öyle diyor Mektubat’ında:

“Allah’ın evliyası mürşidi kâmillerin hidayet nurları kâinatın her zerresine yayılır da onlarla ufak bir irtibata geçenlere hidayet, marifet ve iman ulaşır. Onun için Allah erlerine hiçbir şey yapamazsanız onların ismini zikredin.”

Çünkü Rabbimiz Zülcelal Hazretleri “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe-119) diyor. Efendimiz aleyhissalatü vesselam da, “Allah’a yakınlık peyda ediniz! Eğer Allah’a yakınlık peyda edemezseniz, Allah’a yakınlık peyda etmiş dostlarıyla dost olun ki onların bereketiyle Allah’a yakın olursunuz.” buyuruyor.  Onların simasına bakmakta bile Hak katında ecir ve sevap vardır. Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam buyuruyorlar ki, “Ali’nin simasına bakmanız, yüzüne bakmanız, Kabeyi Muazzama’nın kendisine nazar etmeniz gibi sevaptır.” Yani tecelliyatı subhaniyeye mazhar olduğunu, nazargâhı ilahi kılınmış bir gönül sahibi olduğunu anlatıyor. Onun için Aşk Eri Mevlana’mız der ki, “Kabeyi Muazzama’yı Azerin oğlu İbrahim aleyhissalatü vesselam yaptı. Kabeyi Muazzama, Beytullah olarak yani Allah’ın evi olarak geçer. Ama Allah-u Zülcelal Hazretleri orayı yaptığından beri bir defa oraya gitmedi. Şu gönlümde Allah’dan gayrı hiçbir varlık yoktur.” Çünkü Allah, dağlara taşlara engin denizlere sığmam mümin kulumun kalbine sığarım diyor. Ancak Allah erlerinin gönlü nazargâhı ilahidir.

Rabbimiz “Onların, rükû ve secde halinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” (Fetih-29), simalarına bakarsanız onların simalarında itaat izini secde izini kulluk izini görürsünüz onlarda Beni hatırlatacak işaretler vardır, diyor. Geniş anlamda öyle olunca bir mürşidi kâmilin fotoğrafına bile bakmakta ecir ve sevap vardır. Bu söz size acayip gelmesin bir misal vereceğim:

Biliyorsunuz dergimizde Abdullah Baba’mın köşesi var. Abdullah Baba’mın o köşesini yaşlı bir hacı amcamız sürekli okurmuş. Kızı da bizden dersli, Efendim Hazretlerinin evladı… Elhamdülillah Efendimin resmine bakar bakar ağlarmış, Ömrümüz vefa etmedi Seni göremedik. Ama ne güzel bir varlıksın Sen. Allah’ın dostu olduğun simandan okunuyor Abdullah Baba…” diye ağlarmış. Bu hacı amcamız, rahmeti Rahman’a kavuşuyor. Ahirete irtihal ediyor. Kızı rüyasında babasını görüyor ve hacı amca, kızına diyor ki: “Evladım!  Abdullah Baba’dan Allah razı olsun ki ne büyük bir sultanmış! Daha ben ruhumu teslim ederken bana sahip çıktı. Dedi ki, Bizi hüsnü nazar ile seven, Bize muhabbet besleyene Biz fazlasıyla muhabbet besleriz. Onun için gel. Senin yanın, senin yerin Bizim yanımızdır, dedi beni Cenabı Peygamberle bile tanıştırdı.”

Evet, Rabbim yolundan ayırma bizleri. Bu söylediğim sözler tabiki zerre kadar hayrıyla şerriyle kayıtlara geçiyor. Ben söylediğim sözün vebalini taşıyorum ama hakikat şu ki bu sözler Abdullah Babam Hazretleri Cennet Mekânın söylediği sözlerden başka bir şey değildir.  Derviş olabilmek Ona evlat olabilmek de haliyle zor bir iştir.

Mevlana’mız Fihi Ma Fih adlı eserinde şöyle bir hadise anlatıyor:

Hazreti Peygambere adamın biri geliyor,

“Ya Rasulullah! Ben, sizin yolunuzda gideceğim” yani takva yolunda gideceğim, diyor.

Efendimiz adama diyor ki:

“Bu çok sıkıntılı bir yoldur. Bu takva yoludur. Buna tahammül edebilir misin?” 

O da: “Tabiî ki ederim ya Rasulullah!”

Aradan bir zaman geçti. Adam geldi:

“Ya Muhammed aleyhissalatü vesselam, şu dinini de şu yolunu da alda ben başka bir şey istemiyorum!”

Efendimiz adama ne oldu ki deyince,

Adam:

Eh! Senin yoluna girdiğimden beri çekmediğim çile, başıma gelmeyen sıkıntı kalmadı.

Birazda öfkeli söyleyince Cenabı Peygamber Aleyhissalatü vesselam adama döndü ve:

“Haşa! Haşa! Bizim yolumuz öyle bir yoldur ki “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa-79) ayeti kerimesinin fehvasınca onu ancak gönlü temiz olanlar alabilir. Bizim yolumuz insanın enaniyetini, benliğini, kibrini, evlat sevgisini, makam sevgisini (genişleterek söylüyorum) insanı malayaniden ayırmadıktan sonra bu yol Allah’a vuslat buldurmaz. Git! Bizim yolumuzun haricimizde bir yol bul” dedi.

Peygamber aleyhissalatü vesselam Efendimiz şunu demek istiyor, “Bu yol insan olma yoludur. Bu yol meleklerin gıpta ile bakacağı bir yoldur. İnsanın meleklerden daha üstün seviyeye çıkabileceği bir yoldur. Eh zaten oraya çıkamasa ve bu yolda olmasa da Allah muhafaza “Kim, Rahman’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.” (Zuhrud-36) ayetinin muhatabı olur. Bu yol öyle bir yoldur ki insana yapmış olduğu zerre kadar hayrın da şerrin de kendisine döndüğü ve idrakine varabildiği bir yoldur.

Edindiğim tecrübe: Şu karşınıza bir ayna koyuyorlar. Bu yolda eğer aynaya gülümserseniz kendinize gülümsemiş olursunuz. Af buyurun, aynaya eğer tükürecek olursanız kendinize tükürmüş olursunuz. Yaptığınız ne varsa geri hemen size dönüyor.

Bakın Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam nasıl bir hadise yaşıyor: 

Bedir’de esirleri alıyorlar, kollarını bağlıyorlar. Cenabı Peygamber aleyhissalatü vesselam gece yatarken uyuyamıyor. Kollarında bir sızı başlıyor. Yatağından kalkıyor. Cebrail Aleyhisselam geliyor, “Ya Muhammed! Allah’ın Sana selamı var. Muhammedime söyle kolundaki ağrıların sebebi, esirlerin çekmiş olduğu acılardan dolayıdır. Onların kollarını çözsün, dedi.” diyor. Bir peygamber bile olsa, karşıda ki bir küffar bile olsa Allah’ın adalet sıfatının tecellisi her yerde her zaman tecelli etmiştir.

Öyle olunca derviş her halini her nefesini murakabe etmek zorundadır. Çünkü emmare nefsin emredildiği makamdır. Ayeti kerimede “Nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf-53) buyruluyor. Kâfirler münafıklar fasıklar bu nefsi emarededir. Allah muhafaza öldükleri zaman yeri cehennemdir. Bize kitapların anlattığı budur.

Eğer Allah hidayet ederse namaza niyaza başlar. Adam ikinci nefse çıkar Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ bu nefsten, “(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim” ifadesiyle bahsediyor. Herkes de kendini burada kontrol etsin. Namaz kılarsınız. Zikrullah yaparsınız. Arada yalan söylersiniz. Gıybet edersiniz. Hepimiz için konuşuyorum. Bunu da niye böyle yaptım diye levm ederiz. İşte bu “nefsi levvame”dir.

Eğer insan zikrullaha daim olursa, “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Rad-28) ayeti mucibince, Allah ı zikrettikçe bir üst tarafa çıkarsınız öfkenizin yerine sabır gelir kibrin yerine tevazu gelir. Allah-ü Teâlâ bu makam hakkında, “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki!” (Şems 7-8) buyuruyor.

Bu üç makamda bulunan insanlar zor bir durumdadır. Ancak, “Ey huzur içinde olan nefis!” (Fecr-27) ayetinde bahsedilen itminan olan, her şeye rıza gösterecek nefse gelirse o insanın nefsinin üzerine ruh hâkim olmuş olur. Yani yüzde elli bir beden ülkesine ruh hâkim olur. Böyle olduğu zaman bir kabristana bile gittiğiniz zaman, “essalamu aleyküm ve rahmetullah” dediniz; Abdullah Babama ve yahut da başka bir yere gittiniz “essalamu aleyke ya ehlel gubur” dediniz ve eğer cezalı bir ruh değil ise “aleyküm selam” cevabını işitirsiniz. Bu makam kabir haline vakıf olmaktır.

Kulun Allah’tan, Allah’ın kuldan razı olduğu “Radiye ve Mardiye” makamları vardır. Şu beş makamda görünen haller rüyalar dalgalı olur. Nefis ve şeytan karışır. Bu makamlarda görülen hale pek itibar olmaz. Ancak kişi altıncı nefis makamına geldi mi,

 “Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus-62) ayetinin mazharı olur. Aşereyi Mübeşşere’nin makamı altıncı makamdır.

Bu makama derviş geldiği zaman üstadı onu çileyi erbaine sokar. Böylece ona seyri sülûk ettirir. Abdullah Babam seyri sülûkunu anlatırken şu ifadeleri kullanmıştı:

“Altıncı kata çıktım. Siyah bir nur berzahı vardı. Kâfirlerin, münafıkların, fasıkların ruhları oradaydı. Orada azap ediliyordu. Kabre yansıyan sadece güneşin şuası gibi olan hadisedir. Orada o ruhların içerisinde bulundum, önüme büyük bir duvar çektiler. Siyah bir duvardı. Orayı geçemedim. Sonra üstadımı çağırdım, “Dahılek Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri” dedim. Mübarek geldi, “Evladım hadi bakalım diyerek bir esma daha verdi ve Beni altıncı kattan çıkarttı. Sonra münadi, Ya Rabbi! Bu kulun Senden razı oldu. Bütün badireleri geçti, deyince hitabı izzet geldi, “Bende kulumdan razı oldum.”

İşte bu makam sâfiye makamı saflık makamıdır. İnsan bu makama geldi mi hiçbir şey olur. Bu makam bir damlanın bir ummana dahiliyeti gibidir. Kul Hakk’a vasıl olur. Allah-ü Teâlâ tekrar onu halka ulaştırır. Onun için altı nefis meratibi bir binanın altı katına benzer. Üzerindeki çatı da sâfiye makamıdır. Yani yedinci makam oluyor. Öyle olunca yedinci makamda kesinlikle seyri sülûk olmaz. Allah’ın veli isminin mazharı olduğu için velayet cüzünde fenafillah, bekabillah diye devam eder. Peygamberlerde nübüvvet yüzünde devam eder. Bu hadiseler ehline malumdur.

Bazen şunu diyorlar: Abdullah Babamın yolundayız ama biz tefsirde öğrenelim. Tasavvufun dışında şeriat ilimleri de öğrenelim…

E kardeşim Hazreti Ali Efendimizin karşısına Sıffın Savaşında Kuran-ı Kerim’i mızrakların ucuna bağladıkları halde çıktılar ve dediler ki: “Ya Ali! Seni Kuran’a davet ediyoruz”

Hazreti Ali Efendimiz dedi ki: “Yaşayan Kuran Benim. Ben mürşidi kâmilim. Siz gelin eğer Kuran’ı istiyorsanız Benim hayatımda görürsünüz.” Yani şunu anlatmaya çalışıyorum; Abdullah Babamın hayatının her zerresi Kuran’dan bir numunedir. Onun için kişi Abdullah Babama bağlıysa, Üstadının usul ve adabı neyse ona göre hareket etmek zorundadır.

Aşk Eri Mevlana’mız şöyle buyuruyor: “Ot yiyeni kurban ederler, zikrullaha ve hikmet yiyeni de Kuran ederler. Eğer Allah’ı bulmak, bilmek istiyorsan yırtık kitaplarda tozlu raflarda değil Allah’a vasıl olmuş bir kâmili mürşidin gönlünde ara!” Ve Üstadına sesleniyor Mevlana Hazretleri; “Ey Tebrizli Hak Şemsi! Sen olmasaydın, vallahi ne Allah’ı ne de Muhammed-ül Mustafa’yı bilirdim. Çünkü Sen, Bana İslam’ın özünü verdin.” Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

Bu yolda tam bir teslimiyetle Hakka vasıl olunur. Emir Sultan Hazretleri -Abdullah Babamın da büyük dedesidir- bir dervişini bir şey aldırmak için Bursa çarşısına gönderiyor. Derviş gelirken Ulu Cami de Molla Gürani Hazretleri vaaz ediyormuş. Bari şuraya gireyim de vaaz dinleyeyim, diyor. Vaaz dinlerken Ulu Camii sallanmaya başlıyor. Hemen cemaat dışarı kaçışıyor, bakıyorlar ki dışarıda bir şey yok. Molla Gürani Hazretlerine diyorlar ki, “Efendim hadise sadece camiden ibaret.” Hemen murakabe ediyor ve “İçinizde bulunan Emir Sultan Hazretlerinin dervişi derhal dışarı çıksın.” diyerek keramet gösteriyor. Derviş dergâha gidince Emir Sultan Hazretleri “Evladım! Neyin eksikti de tamamlamaya gittin ve yahut da size neyi eksik bıraktık da siz başka yerlerde başka şeyler ararsınız?” buyuruyor. Rabbim ne aradığını bilenlerden etsin inşallah.

Abdullah Babamın himmeti de feyzi de bereketi de ziyadesiyle iniyor. Ama hocam ben alamıyorum! Çalışacaksın kardeşim! Diline sahip olacaksın. Allah’ın zikriyle hemhal olacaksın. Namazı niyazı zamanında, vaktinde yapacaksın. Böyle yaptığınız zaman o mana kapıları açılır. Bakın Hazreti Aişe Validemiz ne anlatıyor:

Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam Uhud şehitlerini ziyarete gidiyor. Geldiğinde, Aişe Validemiz Rasulullah Efendimizi kapıda karşılıyor. Hemen Rasulullah Efendimizin başına elini koyuyor, omuzlarına koyuyor!

Rasulullah Efendimiz diyor ki, “Ne yapıyorsun Ya Aişe!”

Aişe Validemiz, “Ya Rasulullah! Dışarıda yağmur yağıyordu. Ama Sizin üzerinize hiç değmemiş.”

Rasulullah Efendimiz hemen meseleyi anlıyor ve diyor ki, “Ya Aişe! O yağmur yağarken hangi hal üzereydin?”

Aişe Annemiz cevap veriyor: “Ya Rasulullah! Sizin ridanızı şöyle başıma aldım, la ilahe illallah diye Allah’ı zikrediyordum.” deyince, Rasulullah Efendimiz tebessüm ediyor:

“Ya Aişe! Sen dünya rahmetini, dünya yağmurunu görmemişsin; mana rahmetini görmüşsün, gayb âleminin rahmetini görmüşsün. O ancak sadıklar üzerine iner.” buyuruyor.

Öyle olunca demek ki gökyüzünden de baştanbaşa iman, neşe, muhabbet ve feyiz insanın üzerine inermiş. Çünkü Allah-ü Teâlâ “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih-4) buyuruyor.

Huzursuz olursanız, kalbiniz daralırsa ki toplumun şu andaki en büyük hastalığı bu, “Buhran geçiriyorum, bi canım sıkılıyor…” vesaire; böyle durumlarda istiğfar edin. Allah-ü Teâlâ Hz.leri ayeti kerimede “Allah hem sıkar hem açar,” (Bakara-245) buyuruyor.

Mevlana Hazretleri diyor ki “Eğer böyle sıkarlarsa derhal tövbe istiğfar edin ki gönlünüz ummanlar gibi açılıversin.”

Allah’ın zikri dedik. Allah’ın zikrini sakın dilinizden ve gönlünüzden düşürmeyin “Ve onlar gibi olmayın ki Allah’ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. Onlar ki hep fasıklardır” (Haşr-19)

Biri Musa Kelimullaha diyor ki: “Ya Musa! Turi Sina’ya varınca Rabbine de ki, falanca kulun Sana hiç itaat etmiyor, Seni anmıyor, ibadette bulunmuyor, zekâtını vermiyor… Rabbine böylece sor”

Musa Aleyhisselam Turi Sina’ya gidince edep ediyor, soramıyor. Her şeyden Hâbir ismiyle haberdar olan Allah-ü Teâlâ diyor ki, “Ya Musa! Oradaki adamın durumunu anlatmayacak mısın?”

Musa Aleyhisselam: “Ya Rabbi Sana malum” diyor.

Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ya Musa! Ona de ki kendisini kendisine unutturdum. Kendisine ismimi andırmıyorum.  Böyle bir nimetten onu uzaklaştırdım. Dünya onun olsun.”

Rabbim bizleri böyle etmesin, ne istediğini de bilenlerden etsin inşallah.

Son söz olarak:

Aişe radıyallahu anha Hazretleri, Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerini içerde bulamıyor. Odasında bulamayınca acaba diğer hanımlarının yanına mı gitti, diye çıkıyor. Orada da bulamıyor. Rasulullah Efendimizin hususi olarak namaz kıldıkları bir oda varmış. Oraya giriyor, gecede karanlık tabi şimdiki gibi ışıklar yok. Rasulullah Efendimiz kimsin deyince Aişe Validemiz, “Benim ya Rasulullah” diyor.

Efendimiz: “Hayırdır Aişe!”

Aişe Validemiz:

“Ya Rasulullah! Sizi evde bulamayınca dışarılarda aradım. Nihayet buldum.”, diyor.

Rasulullah Efendimizin sözü çok manidar:

“Ya Aişe! Ben kimi ararım Sen kimi ararsın!

Ben karanlık gecelerde Rabbime niyaz ederim, Sende ne ararsın!”

Allah Rasulü bin dört yüz sene öncesinden bize şunu anlatıyor:

Ben ne için var oldum ne için sizlere davette bulundum. Sizler ne arıyorsunuz ne yapıyorsunuz!

Rabbim, Abdullah Babamın hürmetine, Rasulullah (sav) Efendimiz aleyhissalatü vesselam hürmetine bizi istikametten ayırmasın, bu yollarda daim kılsın inşallah.

Allah hepinizden razı olsun. Haklarınızı helal edin.

Abdullah Baba Hz.lerinin 8. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

“Mürşidi Kâmilin Ehemmiyeti ve Lüzumu, Dervişlerin Manevi Seyri”

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel akibetü lil müttegin. Vesselatü vesselamu alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefiina Muhammed ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn.  Euzü billahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Ve mimmen halâknâ ümmetün yehdûne bil hakkı ve bihî yâ’dilûn. Sadakallahul azim.  Ve belleğina rasulünen nebiyyühül kerim. Ve nahnü alâ zalike mineşşakirineşşahidine bi kalbin selim.

Değerli Kardeşlerim;

Pirimiz, Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk’a vuslatının 8. yıldönümü münasebetiyle; Üstadımızın himmeti, tasarrufu ve davetiyle, bir araya toplanmış bulunmaktayız. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz, “Allah’ın dostlarının anıldığı yere Allah’ın rahmeti iner, fazlu mağfireti yağar.” buyurmuşlardır. Rabbim cümlemizi rahmetiyle, in’am ve ihsan ettiği fazlu mağfiretiyle yargıladığı kullarından eylesin.

Mürşidi kâmil olan zatlar, ezel âleminde Allah’ın seçtiği ve zat-ı ikramıyla lütufta bulunduğu kimselerdir. Aşk eri Mevlana’mız: “Pir olan zatlar, daha bu âleme gelmeden evvel, ruhları salâvat deryasında yüzen, ilmi ezeliyle Allah’a âşık olmuş erlerdir. Onlar, tenlerinden evvel can nakşını almışlar, denizlerden evvel inciler dermişlerdir. Kâinatın sahibi, âlemlere rahmet kılmak için mürşidi kâmilleri kâinata peyderpey göndermiştir.”, buyurdular.

Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri de, “Tenezzül eyleyip vahdet ilinden, şu kesret âlemini seyrâna geldik!” Yani biz vahdet ilinde, cemali ilahiyenin keyfi içerisindeyken tenezzül ettik de şu çokluk âleminin içerisine girdik, diyor.

Üstadımız gibi mürşidi kâmil olan bir sultanın ehemmiyet ve lüzumunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Cenab-ı Muhammed-ül Mustafa (sav) Efendimize müracaat etmek istiyorum:

Peygamberimiz (sav)’e vahy-i ilahi, 23 yılda peyderpey geldi. Cebrail (as), “Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.’’ (Araf-159) ayetini getirince, Rasulullah (sav) Efendimiz mahzun oldular. Allah-u Teâlâ Hâbir ismiyle haberdar, Âlim ismiyle bildiği halde dedi ki: “Ey Cibril! Muhammed’imi mahzun kılan nedir?” Cebrail (as)’ın suali üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle dedi: “Benim ümmetimin ömrü kısa, amelleri az olacak. Benden sonra da bir peygamber gelmeyeceği için onların dalalete düşmesinden endişe ediyorum.” Allah-u Zülcelâl Hazretleri Araf suresinin 181. ayeti kerimesini indirdiler. “Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren salih kimseler vardır.” (Araf 181) Bu ayeti kerimeyi duyunca Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselamda muazzam bir keyfiyet hâsıl oldu. Çünkü bu ayeti kerime peygamber varisi zatların, Peygamber Efendimizden sonra devam edeceğine dair Allah’ın vermiş olduğu bir müjdeydi ve Allah-u Teâlâ kutsi hadiste: “Şeriatla amel edip Muhammed’imin sünnetini ihya edenleri, israiloğullarının peygamberlerinin muadili kıldım”, buyurdu. Bu müjdeyle Rasulullah (sav) Efendimiz sahabeyi kiramın yanına geldiler ve: “Ey ashabım! Benim ümmetimin evliyaları, israiloğullarının peygamberlerinin muadilidir.” buyurdular.

Bunlar Peygamber Efendimizin varisi olan mürşidi kâmil zatlardır. Sahabeyi kiram hazeratının içerisinde çok mürşidi kâmil zat vardır. Bunlardan misal vermek istiyorum:

Hazreti Ebu Bekir (ra) bunların başında gelir. Mekke’den Medineyi Münevvere’ye hicret ederken Sevr Mağarası’na sığındılar. Allah’ın Rasulüne sıkıntı geleceğinden korktuğu için Hz. Ebu Bekir Efendimizde bir titreme hâsıl oldu. Rasulullah (sav) Efendimiz: “Ya Ebu Bekir! Korkma! Üçüncüsünün Allah olduğu iki kişiyiz, sakın korkma. Dilini damağına yapıştır ve La İlahe İllallah de…” buyurdu ve Hazreti Ebu Bekir’e tek nefeste yirmi bir kere kelimeyi tevhidi okuttu. Hazreti Ebu Bekir’in vücudunu öyle bir hararet bastı ki bütün dünyanın gam ve kederi kendisini terk etti. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz Medineyi Münevvere’ye vardıklarında yine acayip haller içerisine düştüler. Mağarada başlayan seyri süluk kendisini göstermeye başladı. Allah’ın Rasulüne şöyle dedi: “Ya Rasulullah Bende garip bir hal oluyor.” Rasulullah (sav) Efendimiz; “Nedir ya Ebu Bekir?” Hazreti Ebu Bekir Efendimiz; “Nereye bakarsam mübarek cemalinizi görüyorum. Öyle ki eşimin yüzünde dahi cemalinizi görüyorum.” dedi. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Allah mübarek etsin. Buna fenafirresul makamı derler ya Ebu Bekir. Şu esmayı oku, seyri sülukuna devam et.” dedi ve o esmayla devam eden Hz. Ebu Bekir Efendimiz, fenafillâh makamına ulaştıklarında şu ifadeyi kullandı; “Kâinatta hiçbir varlık görmedim ki onda önce Allah’ı, sonra o varlığı görmeyeyim.” Zira Hazreti Ebu Bekir Efendimiz nereye bakarsa Allah gören gözü olmuştu. Buna fenafillâh denir.

Hz. Ömer, Hz. Osman Efendimiz de seyri süluklarını tamamladılar. Onlara çok teferruatlı oldukları için girmek istemiyorum.

Hz Ali (kvc) Hazretleri ki velayetin kapısıdır. Rasulullah (sav) Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır.”, buyuruyor. Cümle evliya olacak zatlar velayetin kapısı olan Hazreti Ali Efendimizden içeri girerler.

Rasulullah (sav) Efendimiz, Cennet ve Cehennem’den bahsederken, Cehennem’in çok şiddetli, mahşer yerinin çok elemli olacağını, fevç fevç herkesin terleyeceğini, babanın evladından, annenin kızından kaçacağı anı anlatıyordu. Hz. Ali Efendimiz bunları düşününce, kendisini bir titreme aldı. Oturdukları mecliste Kur’an tilaveti yapıyorlardı, azap ayetlerinin okunmasının da etkisi ile dayanamayıp, o halde, Rasulullah (sav) Efendimizin yanına geldi. Efendimiz (sav):

            “Ya Ali! Sıtmaya mı tutuldun, nedir bu halin?”, diye sordu.

            Hz. Ali Efendimiz:

“Hayır, Ya Rasulullah! Siz ahiretten, mahşer yerinden bahsedip oranın şiddeti ile ilgili mevzuları anlattıkça, Ben de şu ayeti okudum, azab-ı elimi (sızı verici azabı) düşündüm de çok korktum ve üzüldüm. Onun için ne olur ya Rasulullah, Bana, Allah’a Kurbiyyet (manevi yakınlık) peyda edecek, Allah’a vuslat bulduracak, bir şeyler öğretiniz.”, dedi.

           Efendimiz (sav) de:

            ─Ya Ali, otur! Dizlerini dizlerime, alnını alnıma, burnunu burnuma daya ve ellerimi tut; “La ilahe illallah, La ilahe illallah, La ilahe illallah Muhammedür Rasulullah” de. (Abdullah Babam bu mevzuyu bize aktarırken buraya hep dikkat çekerdi.) Sonra Hazreti Ali Efendimize şu ifadeyi kullandılar; “Ya Ali, Şeriat emir ve nehyimdir. İslam dinidir. Rabbimin Bana emir ve nehyettikleridir. Bunu yapmayanlara azap vardır. Tarik (Allah’a giden yol)’da Benim yapmış olduğum nafile ibadettir. Namaz gözümün nuru, oruç da hüccettir (Allah katında kurtuluş sebebidir). Mideni de harama alıştırma. Kim bu söyleneni yaparsa, Allah-u Teâlâ onu sever. Meleklere emreder; “Ey meleklerim! Ben bu kulumu seviyorum, sizler de sevin!” Ve melekler de onu sever. Melekler sevince, müminlerin de kalbine onun sevgisini koyar ve böylece o kimseyi müminler de sever.”

Rasulullah (sav) Efendimiz bu şekilde telkin ettiler. Hazreti Ali Efendimizin seyri süluku başladı. Tâ ki Mekkeyi Mükerreme’nin fethi gerçekleştiği zamana kadar…

Kabeyi Muazzama’nın içerisinde putlar vardı. Rasulullah (sav) Efendimiz asasını o putlara takıp, yüz üstü kırıyordu. Bu esnada da şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok oldu.” (İsrâ/81) Lat ve uzza denilen o büyük putların yanına gelince, putların boyu çok yüksek olduğu için Hazreti Ali Efendimiz, “Ya Rasulullah! Benim omzuma çıksanız.” deyince Rasulullah (sav) Efendimiz dedi ki, “Ya Ali! Bende nübüvvet mührü var, zaten arz Beni zor taşıyor. Sen Beni nasıl taşıyacaksın. Sen Benim omzuma çık.” Hazreti Ali Efendimiz, “Hayâ ederim Ya Rasulullah. Ben bir peygamberin omzuna basmaktan hayâ ederim.” deyince; Rasulullah (sav)Efendimiz, “Ya Ali! Mürşidin emri edebin üstündedir. Omzuma çık.” dedi.

Abdullah Babam burayı anlatırken şu ifadeyi kullanmıştı:

Hazreti Ali Efendimiz hemen ellerini açtı, “Ya Rabbi! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin bu yüce peygamberinin omzuna basmaktan hayâ ederim. Sana sığınıyorum affeyle…” dedi ve ağladı. Rasulullah (sav) Efendimizin omzuna kademini bastı. Hazreti Ali Efendimiz heyecanlı bir şekilde putları indirmeye çalışırken bir ara dengesi bozuldu, başını şöyle aşağıya doğru indirdi. Rasulullah (sav) Efendimizde mübarek başını kaldırmışlar. Tam yüz yüze geldiler. Hz. Ali Efendimiz titremeye başlayınca, Efendimiz (sav), “Ne oldu ya Ali?” dedi. Hazreti Ali Efendimiz, “Aman ya Rasulullah! Arza bakıyorum kademi-Rasulullahı görüyorum. Karşıya bakıyorum sadr-ı Rasulullahı görüyorum. Cemalinize bakıyorum Allah’ı görüyorum.” dedi.  Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Benden ve Ali’den başka Allah’ı bileniniz yoktur. Allah’dan ve Benden başka Ali’yi bileniniz yoktur, ashabım.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz fenafirresul makamına orada ulaştılar. Hazreti Ali Efendimiz seyri sülukunu devam ettirdi. Seyri sülukunun nihayetinde şunu diyecekti: “Ben görmediğim Allah’a secde etmem.” Bu fenafillâh makamıdır. Bunun manası şudur:

Mürşidi kâmiller; Allah’ın sıfatlarında fani olan, Cenab-ı Muhammed Mustafa (sav) Hazretlerine varis olan zatlardır. Rab sıfatı terbiyeci demektir. Rab sıfatına mazhar olan evliyalar, Rasulullah (sav) Efendimizin omuzlarında, bizim gönül Kâbe’mizdeki putları kıran kimselerdir. Bir defasında Rasulullah (sav) Efendimiz, sahabeyi kiram hazeratıyla sohbet ediyor, ümmetinden gelecek evliyaları anlatıyordu. Şöyle söylediler: “Ey ashabım! Âhir zaman yaklaşırken Benim ümmetlerimden Abdulkadir Geylani isimli bir er çıkacak. O erin ayakları, döneminde cümle evliyaların üzerinde olacak.”

Hazreti Ali Efendimiz diyor ki: “Ya Rasulullah! Benimde mi omzumda olacak?” Rasulullah (sav) Efendimiz, “Evet ya Ali!” diyor. Hz. Ali Efendimiz taaccüp ediyorlar. Aradan bir müddet zaman geçince Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! Şurada ayetlerin yazılmış olduğu varakalar var. Onları Bana bir verir misin?” Hz. Ali Efendimizin boyu yetişmiyor. O esnada içeriye bir çocuk giriyor. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Şu çocuğu al omuzlarına çıkar da varakayı oradan alsın.”, diyor. Çocuk alıyor varakayı, Rasulullah (sav) Efendimize veriyor. Hz. Ali Efendimiz yerine oturunca Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! İçeriye giren çocuğu tanıdın mı?” Hz. Ali Efendimiz, “Tanımadım ya Rasulullah!” Rasulullah (sav) Efendimiz bunun üzerine, “Biraz önce bahsetmiş olduğum Abdulkadir Geylani’nin ruhaniyeti… Ayakları Senin omuzunda olan O idi.” buyurdular. O silsile halen devam etmektedir. Velayet kapısı Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden, Hz. Ali (kvc) Hz.lerine, Ondan da Rasulullah (sav) Efendimize ulaşan bir silsiledir. Zaten tarikatların on bir tanesi cehri bir tanesi hafidir. Hâfi olan Nakşî tarikatıdır. Ama cümlesi Allah’a vuslat bulma yolunda muhakkak ki Abdulkadir Geylani Hz.lerinin vuslat kapısından yani velayet kapısından girer.

Muhammed Nakşibendî Hz.leri anlatıyor:

Baba Semmasi Hz.leri Bana lafzayı celali telkin etti. Ama esma, dilimden bir türlü kalbime inmiyordu. Dağlarda taşlarda dolaşırken Hızır (as) ile karşılaştım. Hızır (as) dedi ki, “Senin derdine derman olacak, Senden iki asır önce vefat etmiş olan Seyyid Abdulkadir Geylani Hz.leridir. Ancak O, Senin derdine derman olur.”, dedi. Bende, “Beni ne olur Ona ulaştır.” deyince. Ayağımın üstüne bas, dedi. Hızır Aleyhisselamın ayağına bastım ve Beni tayyi mekân ile Bağdat’a ulaştırdı. Mübareğin kabrine vardım. Edepli bir şekilde selam verdikten sonra dedim ki:

“Ey Kutbur Rabbani, Gavsüs Semadânî, Esseyyid Abdulkadir Geylani! Eğer Sende manevi kuvvet ve kutsiye varsa şu derdime derman ol.”

Bunun üzerine kabirden bir nur uzandı ve kalbimin üzerine elini koydu. Sonra dedi ki:

“Ey Bahaddin! Emanetime sahip çık ki kıyamet sabahına kadar Sana nakşibend desinler. Bendine nakşolunmuş kimse desinler.”

Abdülkadir Geylani Hazretleri mübarek elini çekerken baktım ki kalbimin üzerinde nurdan lafzayı celal yazıyordu.

Bazıları derler ki Allah’ın evliyası öldü! Hâşâ! Allah’ın evliyaları ‘Hay’dır. Çünkü Allah’ın sıfatlarında fani olmuş kimselerdir. Onları yok saymak cehaletten başka bir şey değildir. Aşk Eri Mevlana’mız; “Mürşidi kâmil olan zatları sıradanlaştırmak, onlar öldü artık ahirete gitti, siz başka yol bulun; demek ancak şeytanın vasıf ve sıfatıyla sıfatlanmış adamların işidir.” buyuruyorlar. Çünkü mürşidi kâmilden gelen feyz-i ilahidir. Onlardan gelen manevi kuvveti kutsiyedir. Şu kadar insanın buraya toplanması, onların manevi tasarrufundan başka ne olabilir. Bunlar ancak acizlikten söylenen ifadelerdir. Mürşidi kâmil olan zatlar Allah’ın sıfatlarında fani oldukları için Allah’ın veli sıfatının da mazharıdırlar. Böylece evliya olurlar. Ve bu zâtları velayet nuruyla Allah muhafaza eder. Onların şekline ve suretine şeytan giremez.

Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.” (Bakara 154) ayeti kerimesinin ifade ettiği mana için bazıları, “Esbabı nüzulüne bakarız. Bu ayette kastedilen Uhud harbindeki şehitlerdir.”, diyorlar. Bir ayet hakkında bu şekilde ezbere ifadeler kullanmak çok büyük cehalettir. İzah ediyorum. Bir ayetin atmış bin manası olur. İmamı Birgivi Hazretlerinin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserine müracaat edebilirsiniz.

Bir başka hususa daha dikkat çekmek istiyorum alemu ervah dediğimiz ruhlar âlemi vardır. Bunlardan kâfirlerin ruhları en alt tabakadır. Onlar, siccinde yerin yedinci katının dibinde siyah kuşlar içindedirler. Cesetleriyle ilişkileri vardır. Güneş gökte iken ışığının yerde olduğu gibi… Onların üstünde, Müslüman olup ehl-i isyan olanlar vardır. Onlarda hapistir. Üçüncü bir zümre vardır. Müminlerden ehl-i itaat olan ruhlar ki Cennet etrafında olurlar. Yemez, içmez, Cennet’ten faydalanmazlar. Cennet’e bakmakla istifade ederler. Haftanın belirli zamanlarında Allah müsaade eder ve onlar da dünyada ehli ile rüya yoluyla görüşürler. Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde; “Amelleriniz ölülerinize arz edilir. Güzelse, sevinir ve müjdelenirler, kötü ise «Yâ Rabbi geri çevir.» derler.” (Kabir Âlemi) buyurmuşlardır. Dördüncü bir zümre vardır ki şehitlerin ruhlarının bulunduğu derecedir. Cesetlerinden çıkar, Cennet’te yeşil kuşlar içinde olurlar, yer, içer, faydalanır ve geceleyin Arş’a asılı kandillerin içinde olurlar.

Bir diğer zümre ise enbiyaların ve evliyaların ruhlarıdır ki cesedinden çıkar, misk ve kâfur gibi güzel kokulu cesedinin şekline girer. Cennet’te olur. Yer, içer faydalanır, geceleyin de Arş’a asılı kandillerin içinde barınır. (Nesefi Bahrü’l-Kelâm’) Onların ruhları serbesttir. Anıldıkları yere gelirler. Onun için biz bu hakikatleri bilmedikten sonra dinimizi imanımızı mukaddesatımızı bilmedikten sonra kendi aklımızdan hadiseleri yorumlamaya kalkarsak çok büyük hata ederiz. Cennet Mekân öyle derdi; “Cahilin sofusu şeytanın maskarası olur!”

Efendi Hazretlerinin şekline, cemaline değil Onun maneviyatına bakın. Meşayıhı kiram buyuruyorlar ki, “Allah’ın sıfatlarında fani olmuş bir mürşidi kâmilin her bir nefesinde yüz bin şehit sevabı vardır.” Rabbim ayırmasın inşallah.

Madde ve mana ilmine sahip demiştik. Bir gün Cennet Mekân Abdullah Babam ile Karahayıtlara gittik. Orada bir bayan kardeşimiz geldi, dedi ki; “Efendim, benim babam bir yaşımda iken vefat etti. Göremedim. Bir dua edin de rüyamda göreyim.” dedi. Hizmet ehli bir insandı. Cennet Mekân dedi ki, “Otur bakayım. Gözlerini de kapat.” O kardeşimiz bunun üzerine oturdu, gözlerini kapattı. Derken ağlamaya başladı. Belli ki görüntü açıldı. Bir hafta sonra dönüş yolundayız. O kardeşimiz dedi ki, “Efendim, Allah sizden razı olsun. Ne zaman babamı görmek istesem, gözümü kapatıyorum babam geliyor. Babamla görüşüyoruz, geçmişle hasbihal ediyoruz…” deyince Abdullah Babam, “Yavrum, babanı gördün artık. Bir haftadan beri berabersiniz. Babana, “Baba biz bu âlemdeyiz sen o âlemdesin. Bizde vaktimizi doldurunca o âleme geleceğiz daha gelme.”, de. Bu işi burada bitirelim.”, buyurdu. Abdullah Babamın daha elini indirmesiyle, o kardeşimizin babasını görmesi otomatikman kapanmış oldu.

Mürşidi kâmil olan zâtların, madde ve manaya hükmedebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Geçenlerde şeyh dedikleri bir adamın yanına gittik. Adama,“Manevi görev verilirken, Rasulullah (sav) Efendimiz sana manevi yetki verdi mi? Yani kabirde, son nefeste, mahşerde yardım edebilir misin? Böyle bir yetkin var mı?”, deyince, adam yüzümüze abes abes bakıyor. Hiç hayatında duymamış. Cevabı şu oldu; “Bana icazet verdiler de o icazetle ben şeyhlik yapıyorum.” Lafla peynir gemisi yürümez. Mürşidi kâmile Rasulullah (sav) Efendimiz manevi görevi verirken beş şey verir. Bizler şimdi Abdullah Babama tâbi olduğumuz için şu beş şeyi muhakkak yaşarız. Bunlar bir efsane değildir. Bunlar bizim akıbetlerimizdir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Ankebut/57) Hepimiz öleceğiz. Eğer üstad son nefeste dervişini imanla gönderemezse mürşidi kâmil olamaz. Efendim Hazretleri; “Bin tane dervişimin hepsi son nefesini verecek olsa, şeytanül aleyhillane imanını çalmak için hepsine musallat olsa, hepsini iman ile gönderemeyen kimseye mürşidi kâmil denmez.”, buyurmuştur.

Konya’mızda bir kardeşimiz vardı. O kardeşimiz üç yıl hasta yaşadı. Son gününde yanına girdim. Karaciğer kanseri olduğu için pek konuşamıyordu. El işareti ile bana, “Bunlar kimlerdir?”, dedi. Bende,“Tanıyamadın mı?” deyince o, “Bir tek Abdullah Babamı tanıyorum, ötekileri tanıyamadım.”, diye cevap verdi. Bende,“Abdülkadir Geylani, Ahmedi Kebir Rufai, Ahmed el-Bedevi, İbrahim Dussuki, Hasan Ali Şazeli, Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bayramı Veli Hz.leri…”, deyince tebessüm etti. Biraz sonra, “Allah, Allah!” demeye başladı. Tebessüm ederek ruhunu teslim etti. Vefatından sonra görüştüğümüzde, “Hocam Allah razı olsun. Abdullah Babam bizi bir an olsun yanından ayırmadı.”, demişti. Bunlar mürşidi kâmillerin olmazsa olmazıdır.

Bir mürşid-i kâmilin kabirde, münker ve nekir melekleri sorgu için geldiğinde müridinin imanına kefil olabilecek yetkiye haiz olması lazımdır. Mevlana Hz.leri bu hususta, “Altınını gümüşünü harca da yarın karanlık kabir gecesinde sana nur olacak mürşidi kâmili ara ve bul. Eteğine yapış.”, buyuruyor. Öldükten sonra muhakkak dirilecek, haşır sabahı hepimiz kalkacağız. O kalktığımız anda mürşid-i kâmilin evlatlarını Liva-ül Hamd sancağının altına götürebilmesi lazım. Allah-ü Teâlâ, “Günün birinde bütün insanları önderleriyle çağıracağız” (İsra-71), buyuruyor. Orada da mürşidi kâmil lazım. Sonra hesap göreceğiz. Herkesin defterleri verilecek. Daha Türkçesi herkesin Cd’si eline verilecek. Al bakalım yaptıklarını gör diyecekler. Oranın teknolojisi buranın çok üzerinde… Saniye saniye her şeyin kaydı var. Mürşidi kâmilim diyen kişinin orada şefaat edebilme yetkisine sahip olası lazım. Ayeti kerime de Cenab-ı Hak; “O gün de Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem/87) Rasulullah (sav) Efendimiz bunu müjdeleyince sahabeyi kiram diyor ki, “Ya Rasulullah! Kimler şefaatçi olacak.” Efendimiz (sav); “Enbiyalar, evliyalar, şühedalar şefaatçi olacaklar. Şehitler yetmiş kişiye şefaat edecekler, ancak Benim ümmetimin evliyalarından öyle kimseler var ki ben-i kelp kabilesinin koyunlarının yünün adedince ümmetime şefaatçi olacaktır.”, buyurdular.

Şefaat hakkı beş yerdedir. Sırat köprüsünden geçerken, üstadın müridini buradan sağ salim geçirebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa/69) buyuruyor. Mürşidi kâmiller bunlardır. O kadar ilmi olmasına rağmen aşk eri Mevlana, Şems Hazretlerine şöyle diyor; “Ey Tebrizli Hak Şemsi! Mübarek yüzünü göstermeseydin bu fakirde ne gönül olur nede iman olurdu. Ben bir beldenin zahidi, kürsüler sahibiyken Sana elini açıp koşan bir derviş oldum. Ey Allah’ı arayan kimse! Allah’ı tozlu raflarda, yırtık kitaplarda arama. Nazargah-ı ilahi kılınan, gönül sahibi olan mürşidi kâmilin gönlünde ara!”

Yavuz Sultan Selim Han… Dünyaya sığmayan adam… Eline dünya haritasını alıp masasının üzerine serdiği zaman, “Bir sultana belki ama iki sultan için bu dünya dar!”, diyen bir insan. İşte O cihan padişahı şöyle söylüyor; “Cihana sultan olmak bir kuru dava imiş, bir kâmili mürşide evlat olmak bunların hepsinden âlâ imiş.”

Onların manevi kuvveti kutsiyeleri anıldığı yerlere gelir. Ondanda bahsedeyim. Cennet Mekân Fatih Sultan Muhammed Han’ın oğlu Yıldırım Bayezid Han babasından naklen şöyle anlatıyor:

“Savaş sırasında sıkıştık, öyle bir hale geldik ki düşman ordusu neredeyse bire on karşımıza çıkıyordu. Çaresiz kalınca dedim ki, “Ey Allah’ım! Senin ricalül gayb erenlerin, kâinatta tasarruf sahibi evliyaların var. Onlar nerede? Dahilek evliyaullah”, dedim. Topluluğun arasından beyaz atın üzerinde, yeşil sarıklı bir zatın geldiğini gördüm. Hemen atından indi. “Bizi mi çağırdın?” dedi. Fatih Hazretleri; “Efendim sadece siz mi geldiniz? Ben evliyaullahı çağırdım, zor durumdayım.”; deyince mübarek cübbesini bir açtı, Bedir’in aslanlarına kadar cümle evliyaullah saf olmuşlar, savaşa dâhil oldular ve o gün biz muzaffer olduk…”

Bir efsaneden değil bir vakadan bahsediyorum. Allah şefaatlerine nail kılsın inşallahu Teâlâ. Böyle bir mürşidi kâmil, Allah’ın lütfettiği insanlara nasip olur. Buraya kadar mürşidi kâmili anlattım. Bundan sonra mürşidi kâmile tabi olup manevi yol alanların durumlarından bahsetmek istiyorum.

Allah-ü Teâlâ ruhlar âleminde ruhlar yaratılınca, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” deyince, “Sen bizim Allah’ımızsın.” dediler. Ancak insanlar orada Allah’ın hangi esmasını gördüyse, o esmasına âşık oldu. Hâdi ismini gören hidayet ehli, Mudil ismini görende delalet ehli oldu. Sonra Allah-ü Teâlâ ilahi feyzi ruhlar üzerine serpti. O feyzi kabule istidatlı olanlar, mürşidi kâmillerin maneviyatına mensup oldular. Bu zatlara yani mürşidi kâmillere bağlananlara da sahib-i mana derler. Yani bizlere sahib-i mana derler. Biz sadece bu âlemde bağlanmadık. Şimdi sorsam 1985 de Efendime müntesip olan çok az var. Ama 1985 yılında manevi görev verilirken Rasulullah (sav) Efendimiz, Efendim Hz.lerine erkekleri ve kadınları gösteriyor. Bunların hepsi kıyamete kadar gelecek olan evlatların. Onları Sana emanet olarak verdik.” buyuruyor. Onun içindir ki Rasulullah (sav) Efendimiz,“Ruhlar tanzim edilmiş ordular gibidir. Ruhlar âleminde birbirleriyle görüşenler bu âlemde birbirleriyle muhabbet ve ülfet ederler. Görüşmeyenler de ihtilaf ederler.”,buyurmuştur. Yani dervişlik bir lütf-u ilahidir. Yunus Emre Hazretlerinin,“Hak nasip etmeyince; sen derviş olamazsın, sen hakkı bulamazsın…” sözünün hakikati de budur. Onlar Allah’ın yeryüzündeki elidir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Şüphe yok, Sana biat edenler, muhakkak ki, Allah’a biat ederler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir.” (Fetih-10) buyurmuştur.

Rasulullah (sav) Efendimize sahabeler biat etti. Bizim silsilemizin başı, birinci sırası Hz. Ali Efendimizdir. Sonra Hasan-ı Basri Hz.leri, sonra Habibi Acemi, Davud-u Tai, Mağrufel Kerhi, Seriyyüs Sekati, Cüneyd-i Bağdadi ve 45. Halka da Abdullah Babamdır. İşte biz Abdullah Babamın elinden tutmakla Rasulullah (sav) Efendimizin, Rasulullah (sav) Efendimizin elini tutmakla -ayeti kerimenin emri mucibince- Allah’ın elinden tutmuş oluyoruz… Bunlar hep mecazi ifadelerdir. Böyle bir mürşidi kâmili bulduğun zaman, mürşidi kâmil evrad-ı şerife verir. Burası çok önemlidir. Mürşidi kâmilin verdiği evrad-ı şerife, o mürşidi kâmilin maneviyattaki şifresidir. O üç İhlâs bir Fatihalar yok mu; onlar Rasulullah (sav) Efendimizden başlayıp Abdullah Babamla nihayetlenen evradı şerife çekilmeye başlandı mı, Rasulullah (sav) Efendimize arz olunur. Senin sünnetini ümmetinden falan ihya etmiştir Ya Rasulullah! Yalnız Abdullah Babam burada; “Doksan dokuz çekmeniz, yüz bir çekmeniz maksadı yerine getirmiş olmaz. Küstahlık olur.” buyurur ve bunu ısrarla vurgulardı. Onun için sayıyı ne bir eksik ne bir fazla yapın. Bu evrad-ı şerifeler yerine getirildikten sonra derviş yavaş yavaş ibadet ve taate alışmaya başlar. İbadet ve taati lezzetli bir şekilde devam ettirirken mücahede devresi başlar. Allah-ü Teâlâ, “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.” buyuruyor. Dervişe ilk manevi terbiye gelmeye başladı mı pisliğin yüzeye çıktığı gibi nefislerdeki hastalıklar da ortaya çıkmaya başlar. Mürşidi kâmilin yol göstericiliği ile o insan artık manevi terbiyeye başlamıştır. Mürid, önce olumsuz hareketleri ve geçmişe dair ne kadar hataları varsa onlarla manevi olarak yüzleştirilmeye başlar. Mevlana Hz.leri bu konuya şöyle açıklık getiriyor; “Hayatında ayna görmeyen zenci, yerde bir ayna gördü. Aynaya baktı dedi ki ne kadar büyük dudakları var! Ne kadar iri gözü var! Ne kadar siyah bir yüzü var. Böyle bir şey olur mu, dedi aynayı attı. Oysa aynada görmüş olduğu kendisiydi.”

Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı sakın Ahmed’i, Mehmed’i sorumlu tutmayın. Cenab-ı Hak,            “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.” (Şûra-30) buyurmuştur. Mürşidi kâmil, manevi terbiye altına almak için, müridini yaptığı bütün hatalarla yüzleştirir. Ve mürid öyle bir noktaya gelir ki hangi hatayı yaparsa başına neyin geleceğinin idrakine ve şuuruna varmaya başlar. Onun için Mevlana Hz.leri, “Senin işlemiş olduğun hatalar, yapmış olduğun hile ve desiseler, geleceğine kurduğun tuzaklardır. Başka bir şey değildir.”, buyuruyor. Bundan sonra derviş artık kendine çeki düzen verir. Ve bu şekilde manevi olarak ilerlemeye devam eder. Bunu hepiniz yaşıyorsunuzdur. Türlü türlü sıkıntılara duçar oluyorsunuz. Abdullah Babama bu konuda sormuştum; “Efendim çok zor oluyor, dua buyurun…”, deyince Cennet Mekân eline tespihi aldı, şöyle kaldırdı; “Evvel aldandım. Pek kolay sandım. Kat be kat yandım ateşi aşka. Evvel aldandım; bir tesbih çekmekle, bu işler olacak sandım; amma nefisle mücadele başlayınca hiç bu işlerin tesbih çekmek kadar kolay olmadığını anladım. Oğlum subhanallahi vebihamdihi subhanallahil azim ve bihamdihi estağfirullah. Bunu çok çekin… Sıkıntılar geldiği zaman bu tesbihatı dilinizden düşürmeyin.”, buyurdu…

Sonra bir başka aşamaya gelir. Bu sefer Allah-ü Teâlâ ikinci aşamaya geçirir; “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut-2) Peki Allah-ü Teâlâ kulunu neyle sınar. Sizi mallarınızla, evlatlarınızla, canlarınızla, rızıklarınızdaki daralmayla imtihan ederiz. Ben daha basitini daha kolayını söyleyeyim. Neye karşı zafiyetiniz varsa Allah-ü Teâlâ sizi onunla imtihan eder. Çünkü Allah, Cami-ül Ezdad’dır. Zıtlıkları kendinde barındırandır. Allah-ü Teâlâ’nın bir ismi de, Er Rakip’tir. Murakebe edendir. Kendinden gayrı fazla sevileni asla ve asla kabul etmez. Yakub (as) kundağında yatan Yusuf (as)’ın yanında namaz kılıyordu. Yusuf (as) bir ara ayaklarını böyle çırpınca Yakub (as)’ın içi bir hoş oldu. Allah-ü Teâlâ vahyetti; “Bana rabtolunmuş bir kalp, Benim yarattığım mahlûka yönelecek olursa Benim azabım muhakkak çetindir. Ama Sen, ismet sıfatıyla masum bir peygambersin. Onu, Senin elinden almakla Seni sıgaya çekeceğim.” dedi. Ne kadar ayrıldılar biliyor musunuz? Kırk beş yıl. Kırk beş yıl Yusuf (as)’la, Yakup (as) birbirlerinden uzak kaldılar. Tecrübe ettiğim için söylüyorum. Eğer yediğiniz yemeği bile Allah’ı hatırlamadan; “Ya şunu da yiyeyim.”, diyecek olursanız ya tuzu az olur ya salçası fazla olur. Allah kendini her dem hatırlatır. Ben varım, Benim haricimde hiçbir şey yok. Bu evlat ancak Benim sana verdiğim bir emanettir. Fazla sevinmeniz, fazla sevilmeniz bile sizi muhakkak ki bir iptilaya uğratır. Zindandan çıkıyormuş da Yusuf (as)’a zindancı, “Yusuf, Seni ben çok seviyorum.” demiş. Yusuf (as) hemen, “Aman ha! Babam Beni sevdi, kendimi kuyu da buldum. Züleyha sevdi kendimi zindan da buldum. Sen seversen Allah bilir Ben nereye gideceğim.” diyor. Evet. Bunlar hep ilahi imtihanlardır. Ve derviş bunları yaşarken, bunların hep Hak’tan olduğunu bilir. Hakk’ın gayrında hiçbir varlığın olmadığının idrak ve şuuruna varır. Çocuğunu severken dahi buna nakşı ancak nakkaş olan Allah verdi, diye sevecek olursa Allah onun hayrını gördürür. Malı ancak Allah verdi, O alır derse Allah-u Teâlâ ona hayrını gördürür. Ama benim diyecek olursanız hiçbir şeyden hayır göremezsiniz.

Derviş burada iki türlü ilerler. Bir gizli olarak yürür. Derviş sadece mübeşşirat rüyası görür. Sadece gizli gider. Efendim Hz.leri, “Kış mevsimi gibi olur, ama yüzde biri fire verir. Allah’a evliya olurda haberi olmaz. Gizli gittiği için böyle gitmek çok iyi…” derdi. Bir de hal görenler vardır. Bayanlarda; Havva Annemizi, Meryem Annemizi, Âmine Annemizi, Fatıma Annemizi görür; Rasulullah (sav) Efendimizi ve Abdullah Babamı görürler. Erkeklerde, piranları görürler, Rasulullah (sav) Efendimizi, Abdullah Babamı görürler. Bu şekilde hal görürler. Ancak Abdullah Babam buyururlardı ki, “Hal görüp de vuslat bulabilen yüzde bir zor çıkar.” Neden diye sorduğumuzda; gördüğü hali kendinden saklayan, nefsinden saklayan insana derviş derler, hal dervişi derler. Ama kanı, sütü karşılayamadığı için gördüğünü sağa sola satanlar var. Seni gördüm Cennet’teydin, seni gördüm Cehennem’deydin, Sana Allah’ın selamı var, Sana peygamberin selamı var gibi şeyler söylerler. Çok ileri giderler. Cennet Mekân Abdullah Babam, “Beşinci makama kadar, hal dervişinin haline itibar olunmaz.” buyururdu. Bazıları, “Yedinci makamdayım ve orada ilerliyorum” diyorlar. Yedinci makamda ilerleme diye bir şey yok. Altıncı makam Cennet’le müjdelenen makamdır, kişi buraya gelir, bu makamı geçtiği zaman “Fenafillâh”a (Safiye) ulaşır. Artık yedinci makamda değil velayet cüzünde devam eder ki, “Fenafillâh, Bekabillah vs…”

Bazıları der ki sana Rasulullah (sav) Efendimiz manen görev verdi vs… Cennet Mekân dedi ki: Oğlum, bir gün sana, “Sen halifesin! Sana manen görev verildi. Rasulullah (sav) Efendimiz böyle böyle görev verdi.”, diyecekler. O adamlara deki, “Allah’ın Rasulü aciz midir ki sana söylediğini bana söylemedi.” Böyle insanları görürsen, maneviyat yolunun haramisidir. Bunları uzaklaştır.”

Onun için size; ben hal gördüm, seni şöyle gördüm, halimde böyle gördüm diyen olursa itibar etmeyin.

Birde bu yolda kabz ehli vardır. Abdulkadir Geylani Hazretleri buyuruyor: Bu adamlar üstadı olduğu halde; üstadının maneviyatı, himmeti, feyzi devam ettiği halde; “Bir ışık yok mu? Bir nur yok mu? Bir şeyh çıkmadı mı daha?” derler. Yunus Emre Hz.leri de bunlara tâ ötelerden cevap veriyor; “Kişi var, görmez gözü oturmuş yol üstüne. Yolun üzerine oturmuşta, bu yolda kör olarak devam eder. Kimi Ahmet seni uzaktan tanır. Kimi de yaklaşır kör olur gider.”

Biri Mevlana Hazretlerine geliyor ve; “Efendim! Şems’den bahsediyorsunuz. Şems Hazretleri vefat etti, öldü; diye laflar ediyorlar. Gidelim de, ya size bağlanalım ya Şeyh Sadreddin Konevi’ye bağlanalım.”, diyor. Mevlana Hazretleri diyor ki, “Şu karşıda görmüş olduğunuz oda, üstadım Şems’in odası. O odanın önündeki eşik taşı yok mu, oraya üstadım ayağını bastı. O ayağını bastığı yere yüzünü sür de, dünya ve ahirette başın Arş’a ulaşsın. Arş’a ulaşsın da bu küstahlıktan kurtulasın.” Rabbim bizi küstahlardan etmesin.

Bütün dosyalar Abdullah Babamın elindedir. Son döneminde yanında olan bendim. Ne konuştuğumu ben biliyorum: “Yolunuza devam edin. Biz size ne söz verdiysek o sözümüz üzerine manevi olarak devam ettireceğiz. Yolunuza devam edin.”, dedi. Dahasını söyleyeyim. Burada ne anlatacağımın dahi tayinini yapan kendisidir. Sen körsen ben ne yapayım. Son söz olarak diyorum ki böyle bir mürşidi kâmilin bize kazandıracağı şey şudur:

Mevlana Hazretleri; boynu bükülmüş, yüzü sapsarı olmuş, zayıflamış bir halde iken; geliyorlar ve diyorlar ki, “Sen, Şemsi Tebrizi Hazretlerine bağlanmadan evvel kürsülerde vaaz eden, binlerce insana nasihat eden bir kimseydin. Sultanların sofrasında oturuyordun. Şimdi görüyoruz ki perişan bir haldesin, zayıflamışsın. Çok çileler çektin. Değer miydi? Şems Sana ne verdi?”

Mevlana Hazretleri, bu sual üzerine kitaplara sığmayacak şu muazzam cevabı veriyor:

“Eskiden acıktığım zaman az bir çorba alırdım, onu içerdim ve doyardım. Üşüdüğüm zaman mangalıma az bir kor alırdım, onunla ısınırdım. Şu anda dünyaları yesem doymam, dünyaları yaksalar ısınmam. Çünkü biliyorum ki ümmeti Muhammed’in açları var. Biliyorum ki ümmeti Muhammed’in üşüyenleri var. Bu hal, bu bendeki hal nedir, diye baktım. Peygamber ahlakından başka bir şey değilmiş. Şems’in Bana verdiği Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakının ta kendisiymiş.”

İşte kardeşlerim, Abdullah Baba’mında bizlere verdiği Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakından başka bir şey değildir.

Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Haklarınızı helal edin. Allah’a emanet olun inşallah.